Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '17

 
Kategori
Güncel
 

Cennet... İnancı... Yeri...

Cennet... İnancı... Yeri...
 

Cennet, Müslümanların kutsal kitabı olan Kur'an'da çok yönlü olarak tarif edilen ve hakkında detaylı bilgiler verilen bir yerdir. Müslümanlar için cennet, çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ve müminlerin içinde ebedi olarak kalacakları ahiret yurdudur. Cennet, sonsuz bir hayatın yaşanacağı yerdir. Kur'an'da cennetle ilgili çeşitli isimler kullanılmaktadır ve bunlar cennetin nasıl bir yer olacağını genel hatlarıyla anlatmaktadır. Şehitlerin ve Müminlerin Barınağı (Me'vâ Cenneti); İkamet Edilecek Cennet (Adn Cenneti); Ebedilik Yurdu (Dâru'l-hulûd); Bahçe (Firdevs); Esenlik Yurdu (Dârü's-selâm); Ebedi Kalınacak Yer (Dâru'l-mukâme); Nimetlerle Dolu Bahçe (Cennetü'n-naîm); Güvenilir Yer (Makâmü'l-emîn). 

İslam’daki genel inanışa göre, cennet de cehennem de ebedi. Ayrıca Kuran’a göre, cennet, yalnızca nimet ve huzur yeri de değil. Yasin suresi 55’inci ayete göre cennette iş ve meşgale var. Ancak bu iş eğlendirici. Erciyes Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Coşkun’a göre cennette, karı koca olma hayatı bile var.

Cennet, Hristiyan inancına göre "Göklerin Krallığı" veya "Allah'ın Egemenliği" olarak tanımlanır. Bu tanımlamalara göre Cennet, Allah'ın kesinlikle ve tamamen egemen olduğu, O'nun mukaddes irade ve isteğinin kesinlikle hâkim olduğu göksel ve ruhsal bir krallık ya da egemenliktir. Cennet, Tanrı ile insanın artık hiçbir engel olmaksızın bütünleştiği, birbirine kavuştuğu kutsal ve göksel vatandır. Hristiyan inancı bu nedenle Cenneti "Göksel Vatan" olarak da anlatır, buna göre insanlığın aslında ve özünde gerçekten ait olduğu yer Tanrı'nın Cennetidir. Söz konusu bu "Göksel Vatan" tüm insanlık için hazırlanmıştır ve yüce Tanrı Cenneti sevgisiyle yaratmıştır. Dolayısıyla Cennet, Allah'ın yüce sevgisini doya doya ve dolu dolu yaşayabileceğimiz yegâne yuvamız, gerçek dünyamızdır.  Cennet veya cehennem, o inanışa sahip topluluğun yaşadığı coğrafyaya göre de bazı değişiklikler ihtiva edebiliyor. Örneğin, İsveç, Norveçve Danimarka’nın kuzeyinde yaşayan Lap halkı, ‘cehennemi buzlarla kaplı’, cenneti güneşle ısınan ‘sıcak bir yer’ olarak algılıyor.

Tevrat’ta açık seçik bir cennet kavramı yer almıyor. Yahudiliğin ilk dönemlerinde, iyi ya da kötü, bütün insanların öldükten sonra ‘Şeol’ adı verilen yere gideceğine inanılıyordu

Kaynak: Prof. Dr. İsmail Taşpınar
                Prof. Dr. Ahmet Coşkun

Buraya kadar anlatılanlar klasik cennet tanımlarıdır. İnsanlara böyle öğretilmiştir. Fiziksel bir dünyada yaşamamıza rağmen fiziksel olarak ispatı olmayan bir durumdur. İnsanların çok büyük çoğunluğunun kafasında acaba gerçek mi sorusu zaman zaman oluşmaktadır. Birde konunun bilimle aydınlatılmaya çalışılması var. Yazımıza bilimle devam ediyoruz.

Buzullar denizlerdeki suyun buharlaşıp, kar ve buz olarak karalarda depolanması sonucu oluştuğundan, denizlerdeki su seviyesi, karalardaki buzul miktarına denk gelecek derecede düşüktür; bu da sıcaklığın en düşük olduğu 20 binyıl öncesinde yaklaşık 130 metrelik bir deniz seviyesi alçalması demektir. 

Deniz seviyesinin bu kadar alçalması, en fazla coğrafik değişikliği Basra-Hürmüz-boğazı arasındaki bölgede gösterir. Çünkü Basra körfezinin en derin noktası yaklaşık 90 metredir ve Dubai – Bander-e Lengeh hattının hemen batı tarafında bulunmaktadır. Dubai – Bander-e Lengeh hattı ise yaklaşık 70 m. derinlikte bir sırt şeklinde İran ile Dubai arasında uzanır.

Bu coğrafik özellikler nedeniyle, deniz seviyesi 130 m. düşünce, tüm Basra Körfezinden deniz çekilmiş olur ve bu devasa bölge, iki tane büyük ırmakla sulanan çok verimli bir ovaya dönüşür. Sadece güney-doğu ucunda 15-20 m. derinliğinde sığ bir GÖL kalır. Bu gölün suyu da, birkaç yıl içinde tatlı suya dönüşür. Üzerinde ise yoğun insan yaşamlı birkaç tane adası vardır .

Kuzeydeki Zagros dağları kar ve buz örtüsü altında, güneydeki Arabistan düzlüğü susuz kurak bir bölge olarak yaşama pek imkan vermez iken, bu devasa ova, hem soğuk kuzey rüzgarlarından korunmuş olması, hem deniz seviyesinin bile altında olması ve iki büyük ırmak tarafından sulanır olması nedeniyle, orada yaşayanlar için büyük bir nimettir. Bu verimli ovada her tür meyve ve sebze bol olarak yetişmekte, onlara bağlı olarak da yoğun bir hayvan topluluğu bulunmakta, bu ise avcılık ve toplayıcılıkla geçinen o devir insanları için olağan-üstü bir yaşam ortamı sunmaktadır. Yani tam bir CENNET – ÜLKEsidir. 

Şimdi bu ideal CENNET-ÜLKENİN sonunun nasıl olduğunu görelim.

Buzul devri süresince en ideal yaşam yeri olan bu CENNET-ÜLKE, buzul sonrası dönemdeki insanlık için tam bir işkence ortamına dönüşmüştür. Çünkü Zağros Dağlarının tepelerinde ve yamaçlarında bulunan buzul örtüleri, iklimin ısınmaya başlaması nedeniyle ergimeye başlamışlar; buzulların ergimesiyle oluşan sulara, buzul örtüsü altındaki donmuş topraktaki buz kristallerinin de ergimesiyle, akışkan bir çamura dönüşen toprak da eklenir; böylelikle vadilerde her yıl tekrarlanan büyük çamur ve sel felaketleri oluşmaya başlar. (Jeolojide solifluksiyon olarak bilinen olay).

Her yıl tekrarlanan bu çamurlu sel felaketlerine, bir yeni felaket daha eklenir: Deniz ilerlemesi ve yükselmesi. 15 bin yıl öncelerine gelindiğinde, buzul devri sona ermiş, sıcaklık artmaya başlamıştır. Yani buzullar tekrar ergimeye ve deniz seviyesini yükseltmeye başlamıştır.  14 bin yıl önceleri, deniz tekrar Basra Körfezine girmiş ve CENNET-ÜLKE yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Denizin istila ettiği düzlüklerde yaşayan insanlar:

>-ya ırmak vadileri boyunca kuzey-batıya doğru gitmek, 

>- ya kuzeydeki Zagros dağları yönünde kaçmak,

>- ya güneydeki Arabistan düzlüklerine kaçmak,

>- ya da, bu devasa ovada rastlayacakları  50-60 m. yüksekliğindeki yükseltilere sığınmak zorunda kalmışlardır.

Bunlardan ilk üç şıktan birini tercih edenler, bu felaketler zincirinden kurtulmuşlardır. Ama son seçeneği tercih edenler (ve daha önceleri zaten bir ada üzerinde yaşayanlar) için işkenceler daha yeni başlamaktadır. Çünkü onlar bu yükseltilerde hapis edilmişlerdir! Deniz seviyesi her yıl yaklaşık 1 cm kadar yükselmektedir dolayısıyla, Basra-körfezinin tekrar denizle kaplanması –yani sel felaketleri ve deniz seviyesi yükselmesi- yaklaşık 7-8 bin yıl daha sürecektir (Brentjes 1981).

Adanın çevresine set şeklinde duvarlar örmek, taşkınlara karşı alınacak tek önlemdir. Duvar örme ve sürekli olarak bu duvarların yıkılan kesimlerinin onarımı için belli insanların görevlendirilmesi gerekmiştir. Duvarcıların geçimini sağlayacak besin maddelerini de başkalarının temin etmesi gerekmiş, bu şekilde insanlar arası karşılıklı bağımlılık sistemi, yani toplumsallaşma başlatılmıştır! 

Buzulların ergimesiyle oluşan çamurlu sel felaketlerinin en korkuncu, en son “buzul” kütlesinin ergidiği yıldır. Çünkü  son yıla kalan buzlar, ergimeye başladıklarında, suyla dolu bir balon gibidirler. Önceki yıllarda buz kütlesinin dış-zarı gibi az bir kısmı ergirken, son aşamada tüm kalan buz kütlesi aniden sıvılaşır ve patlayan bir balondan boşalan su misali, çevresinde büyük hasara yol açar. Boşalan su, daha önceki yıllarda boşalan sudan onlarca kat fazladır.  

İşte tufan denilen olay bu son yılda gerçekleşir.

Sözün kısası, CENNET-ÜLKEnin adalarında hapis kalan insanlar, zorluklarla mücadele ederek, bilgi düzeylerini geliştirmişler, karşılıklı hizmet-alış-verişi sistemi olan toplumsal hayatı başlatmışlar, ama son tufan olayıyla, yaşadıkları adadan sallarla, sandallarla  kaçarak, kendilerini kaderlerine terk etmişlerdir.

Arkeolojik bulgular, bereketli hilal denilen bölgedeki bu muazzam gelişmenin Sümerler denilen bir kavmin gelmesiyle başladığını ortaya koymaktadır. Sümer ismi,  Akad dilinde “kültürlü efendiler” anlamındadır.  Sümerler ise denizden iki-ırmak ülkesine geldiklerini belirtmişlerdir (Ceram 1972).

Sümerler insanlık tarihinde yazılı belgeler oluşturmayı ilk defa bulan ve uygulayan kavim olarak büyük önem taşır. Arkeolojik kazı verilerine göre, Sümerlerin tarihi tufan öncesi ve tufan sonrası olarak iki farklı döneme ayrılmaktadır. Tufan öncesi dönemin Dilmun denilen ve yaratılışın ilk başladığı yer olan bir adada geçtiği, insanlığın o dönemde çok mutlu olduğu ve altın çağını yaşadığı belirtilir.

Bu şekilde atalarımızın kafasında, eskiden mutluluk içinde yaşadıkları bir (Dilmun, Eden = Adn, Cennet bahçesi) ve tufan sonrası geldikleri günümüz dünyası diye iki farklı dünya kavramı oluşur. Öteki-dünya kavramı oluşturulmasının tek nedeni budur.

Şimdi önce “Öteki-dünya” ile “cennet” arasındaki bağlantıyı oluşturalım:  

Cennet Neresi?

Kutsal kitaplara göre,

– Allah önce ışığı (geceyi gündüzü) yaratır (1. gün);

– Sonra gök kubbeyi yaratarak, gökteki tatlı sularla yerdeki tuzlu suları birbirinden ayırır (2. gün);

– Sonra yeryüzünde karaları denizlerden ayırır ve karalardaki bitkileri yaratır (3. gün);

– Sonra güneşi, ayı ve diğer ışık kaynaklarını (4. gün);

– Sonra denizlerdeki hayvanları ve havalardaki kuşları, (5. Gün); – Ve en son olarak da, dünyadaki tüm bu yaratıklardan yararlanması için insanı yaratır (6. Gün).              

(Tekvin, 1.Musa, Martin Luther tercümesi -Bibel)  

Görüldüğü üzere kutsal kitaplarda anlatılan tüm bu olaylar yeryuvarının ve hayat sisteminin oluşumunu açıklamaya çalışan görüşlerdir ve hepsinin Dünyamız üzerinde olduğu aşikârdır. Dolayısıyla Âdem’le Havva’nın ilk yaratıldığı yer dünyamızda bir yerdir.

Dünyamızdaki bu ilk yaratılış noktası Cennet olarak tanımlandığına göre, o Cennet, dünyada bir yerde olmak zorundadır. Daha sonra, Âdem’le Havva bir “günah” işledikleri için, Cennetten kovulurlar. Peki, Cennet neresiydi? İnsanlar nereyi terk edip, nereden nereye geldiler? 

Bu sorunun yanıtı ise 10 -15 bin yıl öncelerinin coğrafik görüntüsünün tasarlanabilmesinden geçer:

– Buzul devri süresince dünyanın diğer yerleri soğuk ve kuraklık içindeyken, “Basra- Hürmüz Ovası” diye adlandırdığımız bu CENNET-ÜLKE ovasındaki  yaşam koşulları diğer bölgelere göre çok daha iyidir. Burada yaşayan insanlar bu ılıman ve verimli ortamın çevredeki soğuk ve kısır yörelerden farklı olduğunun bilicindedirler.

– Buzul devrinin sona ermesiyle, hem sel felaketleri, hem de deniz seviyesi yükselmesi başlar.

– Deniz seviyesi yükseldikçe insanlar ovadaki  tepeler üzerine çıkarlar; ama bu yükseltilerin deniz içinde bir adaya dönüşeceğinden habersizdirler. Adalar üzerindeki yaşam binlerce yıl  sürer. Dünya hakkında çok az bilgi sahibi olan bu insanlar için, üzerinde yaşadıkları ada “dünya” olarak kabul edilir, çünkü binlerce yıldır çevrelerinde başka bir kara parçası olduğundan habersiz olarak bu ada üzerinde yaşamaktadırlar.

– Buzul devrinin sona ermesi sonucu başlayan ve her yıl sürekli tekrarlanan sel felaketlerine karşı adalarının çevresine duvarlar örerek yıllık taşkınlardan kendilerini korumaya başlarlar. Ama deniz seviyesi yükselmesi,  12–13 bin yıl öncelerinden başlayarak, 6–7 bin yıl öncelerine kadar sürekli devam eder. (Bu konuda Atlantis’in yazarı Eflatun’un Kritias ve Timaios adlı eserlerine bakınız).

– Yaşadıkları bu dünyanın (adanın) neden suya gömüldüğünü anlayamayan insanlar, “bir günah işledikleri için dünyalarının tanrı tarafından ceza olarak sulara gömüleceği” inancındadırlar.( Eflatun)

– Gelecek bahardaki taşkınla birlikte adalarının tamamen suya gömüleceğini fark eden insanlar sal, kayık vs. gibi vasıtalar yaparak, bilinmeyen bir geleceğe kendilerini terk ederler.

– Dalgalar ve akıntılar tarafından günlerce bu şekilde deniz üzerinde sürüklenen insanlar, kıyıya çıktıklarında, eski dünyalarından kovularak bu yeni dünyaya geldiklerini sanırlar; vs..

– Yeni geldikleri bu yer parçasının eski yaşadıkları ortama hiç benzememesi ve insanların “cennet dedikleri bir yerden” günümüz dünyasına gelmiş olmaları, işte böyle bir olayın sonucudur.

Kaynak; Prof. Dr. İsmet Gedik

İzmir 18.01.2017 

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..