Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '18

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Doların Artması Vatandaşı Etkiliyor mu?

Doların Artması Vatandaşı Etkiliyor mu?
 

Samsung’dan başlayan milli mücadelemiz gümbür gümbür devam ediyor, doların belini kırdık. 7.20’den, ben bu satırları yazarken 5.80’e kadar geldi. Ancak bir ay önceki seviyesinden yüzde 30 yukarda olduğunu da unutmamak lazım. Peki bu artıştan vatandaş etkileniyor mu? Direkt cevabı vereyim, evden dışarı adımını atan her bireyi etkiliyor. Hatta evden çıkmasan da, diyelim dışardan yemek söyledin ya, parayı verdiğin anda etkileniyorsun.

Bu arada “Ben benzini hep 50 liralık aldığım için beni etkilemiyor.” geyiği vardı, artık onu 100 lira olarak güncellemek lazım. 50 liralık benzin o kadar çabuk bitmeye başladı ki. Ya da mesela akbilde hissediyorum, öğrenci değilsen 10 liralık dolduruyorsun, ertesi gün bir daha doldurman lazım. Öğrenciyken 10 lirayla 4-5 gün dolandığımı bilirim.

Şimdi, bizim gibi dövize ve yabancı sermaye girişine bağımlı, ithalata bağımlı ülkelerde kendi yerel para birimin karşısında dolar artınca enflasyon artar. Kabaca, TL’nin yüzde 10 değer kaybettiğinde, enflasyonun 1.5 puan arttığını söylemiştim. Bu sene enflasyonun %20’yi aştığını görmek pek sürpriz olmayacak. Sanayi üretiminin ham madde ve ara malı ithalatının bağımlılığının ülkemizde yüksek olması, dolar ve euro’daki artışın direkt maliyetlere, haliyle fiyatlara yansımasına neden oluyor. Sanayileşememiş, kendi teknolojisini yaratamayan, ucuz emeğe dayalı bir ekonomide yaşanması normal bir durum.

Yediğin et, içtiğin süt, kullandığın benzin, otobüs biletin, değiştirmeyi ertelediğin laptopın, fotoğraf makinene alacağın lens, arabaya girmiyorum bile, iyice keyfimiz kaçmasın, neredeyse her şeyin fiyatı artar. Ya da sana yükü artar diyelim. Ürün iki yıldır 10 dolar olsun, aynı fiyat aslında, ama sen onu geçen sene 35 liraya alırken, şimdi 50 lira vermen gerekiyor. Mesela, geçen hafta 3450 lira olan kullanılmamış 32 GB Iphone7, şu an internette en ucuz 3850 liradan satılıyor. E gelirin o kadar artıyor mu? İstediğin kadar zam iste patrondan, o kadar arttıramaz.

Etkilenmenin seviyeleri herkes için farklı olmaktadır tabii. En çok dolar borcu olanlar etkileniyor. Eğer sadece TL kazanıp, kenarda da sadece TL tutuyorlarsa, dolar (ya da yabancı para cinsinden borç diyelim) borçlarını ödeyebilmeleri için, her geçen gün daha çok TL harcamaları gerekmekte. Mikro bir örnek: Evdeki yabancı bakıcıyla dolar üzerinden anlaşan arkadaşlarımın kimisi kur fikslemiş. Kimisinin bakıcısı geri adım atmış, kabul etmemiş, adamın eşi istifa etmiş evde çocuk bakıyor. Çünkü geçen ay 500 dolar ödediğiniz bakıcının maaşı 2.250 lira iken şu an 3.000 lira. Bir ara hatta 3.500 lira oldu. 

Dolar borcunuz olmasın. Telefonunuzu, arabanızı değiştirmek durumunda olmayın. Satmanız gereken bir eviniz de olmasın. Yani eviniz olabilir, ama satmayı düşünmüyorsanız da tamam. Çünkü sektör durgunlaşıyor, insanlarda para olmadığı için, yüksek faizden dolayı kredi kullanmak istemediği için, parası olan da yüksek faizde değerlendirmek istediği için ev al-sat’larında durgunluk oluşuyor. Avrupa yerine Kaş ya da Alaçatı’ya tatile gitmek, oradan plaj fotoğrafı paylaşmak sizi tatmin ediyorsa, o da güzel. Siz az etkilenen gruptasınız demektir. Ha “Ben bir telefonu 5 yıl, arabayı da 15 yıl kullanırım, tatilde de evimde oyun oynar, arkadaşlarla buluşur, kafamı dinlerim.” diyen ve bu ortamdan en az etkilenen gruptaysanız zaten alın elinize kumandayı, krizin tadını çıkarın, ne diyeyim.

Evde kombiyi köklemeyin bu arada. Rus gazeteleri, dolar üzerinden aldığımız Rus doğalgazına sonbaharda %30 zam yapılacağını yazmaya başladı. Ama olsun, bizden domates almaya başladılar sonuçta.

Makro bakalım basitçe: ‘Dış borç stoğu/milli gelir’ ve ‘cari açık/milli gelir’ oranlarına göre kırılgan bir ekonomi olan Türkiye, Morgan Stanley’nin 2013’te kırılgan diye nitelendirdiği 5 ülke arasında, 2017’deki listede de yerini koruyan tek ülke. Yerel paranın değer kaybıyla (üretmeyen bir ekonomi olarak), artan enflasyon ve yakın geleceğe dair kötüleşen enflasyon beklentisiyle ülkedeki faiz seviyesi artar. Faizler artınca yatırım yapmak zorlaşır, hem bireyler, hem şirketler için kredi kullanmak zorlaşır. Tüketim ve yatırım mallarına olan talep azalır. Yatırım kararları ertelenir. Bu ortamda bir de döviz borcu olan bir şirketsen, her geçen gün ödemen gereken borcun yükü artmaktadır, o yüzden çalışan çıkarman icap eder. İşsizlik artar, işletmeler kapanır.

Kur artışından en çok etkilenen sektörlerin başında da inşaat ve enerji gelir. Kur artışı bu sektöre dair maliyetleri pek yaman arttırır.

Biz bir kere her sene 170-180 milyar dolara ihtiyaç duyuyoruz ki borçlarımızı ödeyelim. Her yıl da kabaca 60 milyar dolar ek kaynak ihtiyacı oluyor. Çünkü cari açık veren bir ülkeyiz, yani dışardan aldığımız büyüktür dışarı satabildiğimizden. Dövize muhtaç, ihracatının ithalatını karşılama oranı düşük ve ithal girdilere mecbur bir ülkeyiz. Şu an her ay ortalama 20 milyar dolar bulmamız lazım. Katar’dan gelecek 15 milyar dolar belimizi doğrultur mu? Ne kadar doğrultur, kaç gün?

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak nasıl tehlikeliyse, üretim yapmadan tüketenin de sonu pek hayırlı olmaz. Şu ilk yazıda bahsettiğim, sıcak para akışının olduğu yıllarda, bu parayı teknoloji, eğitim, tarım, AR-GE düzenlemeleriyle üretimin yönlendirilmesi, cari açığın düşürülmesi gibi alanlar yerine inşaat ve yola aktardığımız için, makyajla güzelleşmiş bir ülke haline geldik, eyvallah, ama iç organlarda sıkıntı var. Zamanla makyajımız aktı, sağlıksız organlar ortaya çıktı. Y kuşağının algıları 2001 krizinde ekonomik ve siyasi gelişmelere o kadar da açık olmadığından, şu anki dolar/tl hareketlerini, tahvil-bono faizlerindeki dramatik artışları pek anlamlandıramıyor. Yani “Bu kadar çıktı, artık çıkmaz, biraz dinlenmesi lazım!” mantığımız ağır basıyor, ama görünen o ki biz şu an adına ‘spekülatif atak’ deyin, ‘TL’nin değer kaybı’ deyin, (‘devalüasyon’ demeyin, o sabit kur rejiminde oluyor), bir çeşit kriz ortamındayız ve bu kriz öyle bir anda çıkmadı, birkaç yıldır, yavaş yavaş hissetmeye ve daha çok konuşmaya, hissetmeye başladık.

Öte yandan en güvenilir sektörlerden biri bankacılık. Sütten ağzımız yanmış zamanında, şimdi üflemelerin meyvesini yiyoruz. Bu sene 8 milyar TL’nin üstünde kar edecek banka ya da bankalar var. Net kar, cebe giren. Yani krizdeyiz demeyelim de, krizcikdeyiz diyelim. Şu aşamada ismi lazım değil bir büyük bankanın çalışan sayısı yılda %4 azalıyor mesela. O da çalışan çıkartmakla alakalı değil. Bu %4 her sene kendi isteğiyle ayrılanlar. Sadece banka onların yerini gerekirse içerden birileriyle dolduruyor. Yeni çalışan almadığı için bu azalış gerçekleşmekte. Bu bir örnek. Henüz yüklü çalışan çıkarma gibi bir durumla karşı karşıya değiliz. Bankacılık sektörünün en büyük korkusu dışardan borç bulamama noktasına gelmek. Eğer yabancılardan beklenen kredi alınamazsa işte o zaman gerçek bir krizden söz etmek mümkün olur. Henüz öyle bir panik ortamı yok.

Sonuç olarak, Türk lirası kazanıp, dolar borcu olmasa da, en küçük bir alışveriş yapan her vatandaş, doların artışından etkileniyor. Hepimiz aynı gemideyiz. Ha aramızda Türkiye’de yaşayıp, dolar maaş alan ve hiç dolar borcu olmayan insanlar varsa, onlar bu krizciği sağlam bir fırsata çevirmiş durumdalar. Güverteden kısık gözlerle ufka bakmaya devam ederken, “Türkiye, 5 sene sonraki listede hala o kırılganlar listesinde yer alacak mı?” sorusuna cevap aramaya devam edebilirler.

 

 
Toplam blog
: 53
: 1499
Kayıt tarihi
: 17.10.08
 
 

*Liberal muhafazakar, oldukça postmodernist ve meritokrat bir gezgin  *Kuleli - Galatasaray - Boğ..