Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '17

 
Kategori
Haber
 

Domates Kırmızısı

Domates Kırmızısı
 

Kuzguncuk Evleri


Binbaşı Naci'nin üç çocuğundan tek kızı ve küçük olanıydı. Babası, onun "hanımefendi" olabilmesi için önlemler almış, Batı'lı çevrelerin ölçütlerine uyumlu hale getirilmeye çalışmıştı.
 
Binbaşı, Batı'lı felsefe ve yaşam tarzını benimsemiş,. ateşe militer olmak, "Modern Türk Ailesi " örneğini sergilemek, kızını da her yönüyle çağdaş bir görüntüyle büyütmek istiyordu. Mutlaka gazete alınıyor, ailece okunduğunu anlamak için gizli sorularla denetleniyordu. 'Adabımuaşeret ' öğretiliyor, uygulanması için tatlı sert bir otorite getiriliyordu.
 
Dört yaşında hâl hatır sormaya başlamış, yemekleri bıçakla yemeği davranış haline getirmiş, müzik, resim, grafik gibi soyut kavramları o yıllarda yorumlamaya başlamıştı. Harçlığıyla kitap alma huyu, zengin kütüphaneye sahip olma olanağı sağlamıştı .
 
Öğretmeni Nurten Hanım'ın da etkisiyle haksızlığa karşı çıkma, politik tavır koyma bilincine erişmişti.
 
Lise yıllarında sivil toplum kuruluşlarına üye olmuş, hakça bir düzen oluşturmak için üzerine düşen görevi yerine getirmeyi amaçlamıştı.
 
Ülke sosyo- ekonomik sorunlarla boğuşuyordu. Arkeoloji ve Antropoloji okuması, insanın evrimini bilmesi , sorunlara çözüm getirmesini kolaylaştırıyordu. O kendini sorunların çözümünde önemli bir kişi olarak değerlendiriyor, panellere katılıyor, öğrenci kurullarında yer alıyor, babasının değişiyle  "leydi kızım," özelliğini koruyordu.
 
Üniversitedeyken bir toplantıda polis baskınına uğramaları, göz altına alınmaları politik davranışlarında sapmalar oluşturdu.
 
Yaktığı kitaplarıyla ilgili gözyaşları aklındaydı. 'Çocukluğumun masalları,'diye düşündü. Keloğlan, Köroğlu, Robin Hood, William Tell ve isimlerini hatırlamakta güçlük çektiği nice kahramanlar...Hangi masalla tanıştıysa, o masalın kahramanının yerine koyardı kendini. Ne kadar kötü varsa alt etmek, iyileri kurtarmak, onları mutlu etmekle başladı ilk çocukluk hayalleri. Sonra Amerikan çizgi romanlarıyla tanıştı. Teksas, Tom Mix, Kaptan Swing, Zagor. Yine iyiler, yine kötüler...
 
Ergenlik dönemini aşınca , gerçek olan hayatla tanıştı, dünyayı anlama çalışmaları başladı. Victor Hugo, Jack London, Yaşar Kemal, Charles Darwin...
 
Lise yılları gençliğin, toplumun en önemli unsuru olduğuna inandığı dönemdi. İdeoloji , sınıf, artı değer, devrim, sosyalizm, diyalektik, burjuvazi, parti, emperyalizm, cephe, faşizm, oportünizm ve nicelerinden oluşan bir kavram kalabalığı.
 
Üniversite...kötüleri yenmenin örgütlü mücadeleden geçtiğine inandı, bir örgüte bağlandı. Örgütlü mücadelenin "yukarıdan" gelen emirleri uygulamaktan ibaret olduğunu fark edemedi, çünkü inandığı şeyi yapıyordu. Afişleme, yazı yazmak, derneğe gitmek, mitinglere katılmak, tartışmalara girmek, gecekondu yapanlara yardım etmek, grev çadırlarında nöbet tutmak, direniş yapmak.
 
Sonra... uyanış, gelinen noktanın çocukluk masallarından çok uzakta olduğunu fark edişi.O kahramanların yerine neyi neden yaptığını bilmeden sadece yoğun bir hareket içinde sisli, puslu bir kalabalık gelmişti. Hayal kırıklıkları özünü, romantik yanını eksiltmemişti. Zenginden alıp yoksula vermenin bildiği ve inandığı bir yolu kalmasa güçsüzün ve yoksulun karşısında olmayacağı kesindi.
 
Ona , sevgili olma önerisi getirebilecek erkek çok azdı ."Ben çirkin miyim acaba?", diye kendini sorguluyordu. Aslında  güzeldi.
 
Son sınıfta ufak tefek işlerde çalışarak para bile kazanmaya başlamıştı. Eşini Amerikan lokantalardan birine tanımıştı. Aynı üniversitede Turizm işletmeciliği'nde İşletme Yönetimi Hocası'ydı.
 
-Merhaba ben Ayhan,
-Memnun oldum.
-Ne kadar güzelsiniz,
-Teşekkür ederim.
 
Ayhan'ın ses tonu, yemekteki zarif davranışları olumlu etki bırakmıştı.Yaşamak isteyip de yaşayamadığı duyguları, aşkı onda bulacaktı. Duygusal ve bedensel açlığını hissediyordu. Bu yaşanan bir erkeğin ona arkadaşça değil, farklı duygularla yaklaştığı ender anlardandı.Giyimi, Avrupa anıları, hitabı, dünya görüşü onu etkiledi, duyguları gittikçe güçlendi...
 
Ayhan, varsıl bir ailenin tek erkek çocuğuydu.Tamamen sorumsuz yetiştirilmişti. Öğrenci olayları ciddi boyutlara varınca ailesi tarafından yurt dışına gönderilmiş, eğitimini orada tamamlamıştı. Geniş omuzları ve siyah gözleriyle her zaman genç kızların ilgi odağıydı. Ancak bir tek şu anda karşısında oturan kız onu etkilemişti.
Bir gün ona mektup yazdı:
 
"Sevgilim;
Yaklaşık iki aydır görüşüyoruz. İlk günlerde senden çekindim, ama anlayışlı tavırların, dertlerimle ilgili olman, sıkılmadan benimle kalman, diğer insanlara anlayışla yaklaşman, sıcaklığın, dostluğun, bazen beni kahkahalarla güldürmen, görünüşün, her şey beni git gide sana daha çok bağladı, kesinlikle vazgeçilmez bir hal aldın.
 
Tek bir sorunum paylaştıklarını öğrendikçe seni çok kıskanıyorum. Herkese eşit davranıyorsun ama seni kıskanıyorum. Ne olur, beni anlamaya çalış. Senin bana aşık olmanı beklemiyorum, Yalnız günden güne içimde büyüyen duygularımı bilmeni istedim ve o sınırsız anlayışına sığınarak sana yazdım." AYHAN
 
Mektubu okuduktan sonra düşüncelere daldı. Kendine :"Bu kadar iyi anlaşan, kendi gibi düşünen, aynı şekilde hareket eden iki arkadaşın, neden sevgili olamayacaklarını?" sordu.
 
Zamanla başka şeylerden konuşmaya başladılarsa da , kısa sürede beraber olmaya karar verirlerse, neler yapacaklarından bahseder buldular kendilerini, "biz" demeye başladılar. Başlangıçta Ayhan’a karşı hissettiği beğeninin aşka dönüştüğünü sanıp -babasının karşı çıkmasına karşın - evlenme kararını verdiler.
 
Nişan, nikâh, düğün...
 
İlk ayları çok hareketli geçmekteydi. Şirin bir ev kiralamışlardı, şöminesi bile vardı.
 
Zaman ilertledikçe eşiyle farklılıklarını derinden hissetmeye başlamıştı. Eşinin aksine çok sosyaldi. Ayhan , arkadaşlık kurmakta ne kadar beceriksizse, o aksine o kadar iyiydi. Çevresi kalabalıktı.
 
Ayhan’a göre:' herkes onunla arkadaş olabilmek için can atıyordu.' Oysa Ayhan, 'gevezelikten hoşlanmaz, başkalarının aptalca sorunlarına' yardımcı olmayı sevmezdi. O ise fizyolojik ve psikolojik durumu ne olursa olsun, herkese sevecen tavırlarla yaklaşır, derdini dinler,bir şeyler yapmaya çalışırdı.
 
Ayhan’ın ’Avrupa görmüş bir insandan beklenmeyecek boyuttaki’' kıskançlık tabloları rahatsız ediciydi. Aslında, kıskanılmaktan hoşlanmasına rağmen kendisine güven duyulmadığını düşünüyor, gururu inciniyordu. İnsanlarla konuşurken en samimi sözcüklerle hitap etmeye alışmıştı. Bunun başkaları tarafından yanlış algılanabileceği konusunun Ayhan tarafından dile getirilmesinden rahatsız oluyordu.
 
Avrupa’ya gittiler. İngiltere, İsviçre, Almanya, Fransa, Avusturya’da önemli turizm yatırımcılarının çalışma ortamları konusunda gözlemlerde bulundular.Türk girişimcisi olarak dünyada hak ettikleri yerde bulunmak ve bundan gerekli ekonomik yararı elde etmek amacındaydılar. Kendi ideallerini değil eşinin isteklerini gerçekleştirdiğini fark etti, ürktü . Bunun için mi yetiştirmişti kendisini.Sosyal Antropolog olmasının nedeni daha rahat bir hayat sürmek ihtiyacından mıydı?
 
" Hayır! " dedi kendine . 'Öğretimimi sürdürmeli, akedemik kariyer yapmalı, fikrimi dünyaya aşılamalıyım. Vakit, şimdiki vakitti...karar verdi, 'yarın ilgili fakülteye başvuracaktı.' Evraklarını hazırladı.
 
Ayhan daha uyuyordu . Sabah serinliğiyle serçe cıvıldamaları evi sarmış , içine ferahlık katıyordu.
 
Banyo, makyaj falan ... sonra kahvaltı için mutfağa yöneldi. İyi bir kahvaltı gününün canlı geçirmesine neden olacaktı. Taze domatese bayılırdı; hani şu kırmızı ufacık olanlarından.Taze biber, rafadan yumurta ve peynir...
 
Buzdolabını kurcaladı, pörsümüş maydanozu, kabuğu kalınlaşmış bir iki limonu dolaptan söküp attı, domates kalmamış, ekmek de yetersizdi. "Bir koşu alıp geleyim," dedi... heyecanla dışarı fırladı.
 
Yaşlıca bakkal, dükkanı yeni açmış olmalı, esneyip duruyor...Tatlı bir pastırma ve elma kokusu dükkanı kuşatmış...
 
Taze bir francalayı yokladı , kenarından bir lokmayı ağzına atıverdi, sonra yarım kilo kadar domates ...özenle seçip kese kâğıdına doldurdu. Ayhan'a da sigara ve gazete satın aldı.
 
Dudağına yapışan esrarlı bir musikinin de mutluluğuyla evine yönelirken hışımla caddeye fırlayan kamyonun korkunç frenine rağmen bedeniyle birlikte savrulan domates kırmızısı ve umutsuz çığlık sonrasındaki mecâlsiz sessizlik, insan denilen zincirin minicik halkasını daha kopartmıştı...
 
Minnacık serçeler kapıştıkları domates parçacıklarıyla mavi konağın yanı başındaki ulu çınarın dallarına üşüşmüş keyifli şarkılarını sürdürüyordu.
 
Deneme ve Fotoğraf
M.Selçuk Gazioğlu
17.07.2017
.
 
Toplam blog
: 40
: 956
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Yüreğinize ulaşabilmek ,duygularımı ,deneme , anı , şiir  ve fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum ...