Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '16

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Döviz kuru-Faiz mekanizması

Döviz kuru-Faiz mekanizması
 

“İKTİSATTAN HİÇ ANLAMAM” DİYENLER İÇİN BASİTLEŞTİRİLMİŞTİR.

MİLLİ PARAMIZ İKİ AY İÇİNDE YABANCI PARALARA KARŞI % 20 DEĞER KAYBETTİ. YÖNETİCİLERİMİZ YÜKSEK FAİZDEN DE YAKINIYOR. PEKİ BU İŞİN SONU NEREYE VARIR?

Paramız yabancı para karşısında neden değer kaybediyor? Bu işin sonu neye varır?...

Herkes bu (ve türevleri) sorulara cevap arıyor. Çünkü işin “ucu”nun eninde sonunda kendisine de dokunacağını  biliyor.

“Ekonomiden anlamam” diyenler için konuyu teorik terimlere boğmadan, herkesin anlayabileceği basitliğe indirgeyerek izah edelim.

3 Ekim 2016 tarihine kadar 3 TL’nin altında olan USD (ABD doları) dün ( 2 Aralık 2016) 3,58 TL’yi gördü. Yani 2 aylık süre içinde paramız Amerikan Doları karşısında yüzde 20 değer kaybetti.

Ülke ekonomisini aile ekonomisi basitliğine indirgeyerek açıklamaya çalışalım.

Paramızın değer kaybetmesi şöyle demek oluyor.

Bir Amerikalı 1 dolarını bize satmak için eskiden 3 lira vermemize razı oluyordu, ama artık 58 kuruş daha fazlasını istiyor.

Yani şu oldu.

Eskiden 1 dolar satın alabilmemiz için 3 lira yeterliyken bundan böyle 1 dolar satın alabilmemiz için fazladan 58 kuruş daha vermemiz gerekiyor.

Yani artık benzin, cep telefonu, otomobil, bilgisayar… aklınıza ne geliyorsa, her şey ama her şey için bu oranda daha fazla TL vermemiz gerekecek.

Bir anda bu kadar fakirleştik mi?

Sebep?

Ders 1[1]:

Paramızın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesinin tek bir sebebi vardır.

Açıklar…”[2]

Yatırımlarınız tasarruflarınızdan büyükse açığınızı kapatmak için başkalarının tasarruflarından yararlanmışsınızdır. (Tasarruf Açığı)

(Bütçe) giderleriniz gelirlerinizden büyükse yine açığınızı kapatmak için başkalarının tasarruflarından yararlanmış olursunuz. (Bütçe Açığı)

Bu iki açığa birden “iç açık” denir.

Bu açıkların kapatılmasında tasarruflarından yararlanılan o başkaları “dış”tır.

Yani, zorunlu olarak artık dışalımınız dışsatımınızdan büyüktür, çünkü ilk iki açığınızı kapatmanın bir başka yolu yoktur.

Bu da 3. açıktır. Bu açığın adı “dış açık”tır. (Kapsamına göre “cari açık, ödemeler dengesi açığı… vs. terminolojik adlar alır)

İşte olup biten her şeyin temeli bu üç açıktır.

İlk iki açığın toplamı, yani iç açık, bu üçüncü açığa yani dış açığa eşittir.

İktisatçıların “ikiz açık” dedikleri budur. (Duyarsanız şaşırmayın. Hatta konu her açıldığında bu terimleri kendiniz de kullanın, “iktisatçı” geçinenlerin yutkunmaya başladıklarını göreceksiniz…)

Konuyu somutlaştırıp daha anlaşılır hale getirelim.

Dış açıktan başlayalım.

2015 yılı (mal ve hizmet) dış satım gelirlerimiz dışalım gelirlerimizden 32 milyar dolar daha fazladır[3].

Demek oluyor ki, 2015 yılında yurt dışından satın aldığımız akaryakıt, doğal gaz, otomobil, cep telefonu… gibi mallar için, yurt dışına sattığımız her türlü mal ve hizmetten elde ettiğimiz dövize ilave olarak 32 milyar dolar daha bir yerlerden bulmak zorunda kalmışız.

İşte bu 32 milyar dolar farka “cari açık” deniyor.

1992 yılından bu yana her yıl böyle cari açık vermişiz.

2014 yılında 44 milyar dolar, 2013 yılında 67 milyar dolar… Hep böyle.

Bu açığın bir kısmı turizm gelirlerinden vs. kapansa da hiçbir zaman tamamı kapanmıyor. Hep bir yerlerden para bulmak zorunda kalıyoruz.

Dış açık böyle.

İç açığa gelirsek; (Bütçe açığı ve tasarruf açığı)

2015 yılı bütçe açığı 22.6 milyar TL’[4] oldu.

Yani şöyle oldu.

2015 yılında devletimiz gelirlerinin tamamını harcadı,  tüketti, ama buna karşın ayrıca, fazladan, 22,6 milyar TL daha harcama yaptı.

2016 bütçe açığının 29,7 milyar TL olacağı[5] öngörülüyor.

Bütçe açıklarımız da dış açığımız gibi ekonomimizin kronik hastalığı. Önceki yıllarda da sürekli olarak bütçe açıkları verilmiş.

İşte bu açığı kapamak için de hep bir yerlerden para bulmak zorunda kalıyoruz.

Bitmedi.

Geliyoruz, (iç açığın 2. Kalemi olan) tasarruf açığına…

Bunu hesaplamak kolay.

Dış açığımızı ve bütçe açığımızı kapamak için kendi tasarruflarımız yetmiyordu ya, işte ihtiyaç olan kaynağın kendi tasarruflarımızla karşılayamadığımız kısmının toplamı da “tasarruf açığı” oluyor.

İç-dış açıkların bugüne kadarki toplamı da aşağı yukarı (Devletin şu anki iç borç tutarıyla Ülkenin dış borç toplamını oluşturan) “tasarruf açığı” kadar oluyor.

Demek ki, imkanlarımızın el verdiğinden daha fazla harcama yapabilmemiz için “borç” bulmamız gerekiyor.

Burada “bankacılık sistemi” devreye giriyor. Sistem faiz karşılığında birikimleri topluyor, personel, kira, reklam, kırtasiye, zorunlu karşılıklar, bankacılık karı vb.ni de ilave ederek belirlediği faiz karşılığında ihtiyaç duyanlara “borç” veriyor.

Türkiye’de bankaların en büyük kredi müşterisi devlettir. (Sektör nakit kredilerinin yaklaşık üçte biri) Kredi piyasasında faizleri yükselten en önemli faktör bu realitedir. Bu nedenle, şu günlerde Devleti yönetenlerin bankalara dönük “faizi indirin” telkinlerinin geçerliliği yoktur.

Dış borçlar da yine ağırlıklı olarak yabancı-yerli bankacılık sektöründen, uluslar arası finans kurumlarından, fonlarından, belli oranda devletlerden ve muhtelif irili ufaklı yatırımcılardan temin edilir. Kısa vadeli dış yükümlülüklerin karşılanmasında yüksek faiz-düşük kur politikasıyla çekilen (ani giriş çıkışlarıyla yakıcı etkisi olduğu için “sıcak para” olarak adlandırılan) yüksek montanlı ve mobil fonlar da bu nevidendir.

Cari açığın kapatılması-azaltılması için devalüasyon yapılmasının sıcak parayı ürkütüp kaçırma ihtimali, sıcak paranın muhafazası için düşük kur mecburiyetinin ise cari açığı büyütme riski bir paradokstur. Hangi tercihin baskın geleceği, etki eden - etkilenen güçler dengesine bağlıdır. Bu duruma (ilk kez tarafımızdan ifade edildiği için soyadımızdan hareketle) ışık paradoksu diyoruz.

Cari açığı kapatmanın veya azaltmanın yolu mal-hizmet ihracatını artırmak, ithalatını düşürmektir. Bunun bir yolu ise dış piyasalarda ihraç malınızın fiyatını düşürmek, ithal malların fiyatını ise yükseltmektir. Bu ayarlamanın basit, etkili ve geçerli tek yolu, paranızın yabancı paralar karşısında değerini düşürmek, yani devalüasyon yapmaktır. Devalüasyon tek hamlede ithal malları pahalılaştırma, ihraç mallarını da ucuzlatma işlemidir.

İşte açıklamaya çalıştığımız tüm bu sorunlar (açıklar) başka bazı temel sorunlara da kaynaklık etmektedir.

Örneğin yüksek döviz kuru ihraç ürünlerimizin fiyatını düşürerek emekçilerimizin sömürülmesine yol açmakta, öte yandan ithal mallarını pahalılaştırarak yine halkımızın  topyekün yoksullaşmasına yol açmaktadır.

Düşük kur-yüksek faiz politikası birikimlerimizin dış finans çevrelerine aktarılmasına yol açarak bir başka şekilde yoksullaşmamızı beraberinde getirmektedir.

Bütçe açığının finansmanı için gelir dağılımında eşitliği sağlayabilme fonksiyonu da olan (gelir vergisi, kurumlar vergisi vb.) dolaysız vergilere değil, ÖTV, ATV, KDV gibi gelir dağılımını daha da eşitsizleştirici dolaylı vergilere ağırlık verilmesi ayrıca geniş kitleleri yoksullaştırmaktadır.

Bütçe açığının kapatılması için para basılması enflasyona yol açarak yine ücret gelirleri sabit olan kesimleri daha da yoksullaştırabilmektedir.

Ya da yine bütçe açığının kapatılması için yüksek miktarlarda iç borçlanma cihetine gitmek, kaynakların finans devlerine transferine yol açabilmektedir.

Halkımız ve devletimiz yoksullaşırken bunun karşılığında zengin olan kesimler ise bu sonuçlardan nemalanan iç ve dış egemen kesimlerdir. Yani oligarşidir.

Kör gidişin biriktirdiği toplumsal duyarlılığın sosyal patlamaya dönüşmesini önlemenin yolu  demokrasinin budanmasından ve toplumun cahilleştirilmesinden geçer. Basının etkisizleştirilmesi, örgütlenmenin, sendikalaşmanın engellenmesi, eğitimin dinselleştirilmesi … bu ihtiyaçların sonucudur.

Döviz kurunun veya faiz oranlarının nerelere varacağını artık siz de hesap edebilirsiniz. Emin olun, iktidarıyla muhalefetiyle devlet yönetiminde söz sahibi olanların şunlardan daha fazlasını bilmeleri söz konusu bile değildir.

Kenan IŞIK 
 


[1] Soruyu bir iktisatçının yanıtlamasını isterseniz söze konunun teorik temellerinden girer, önce bir denge formülü koyar önünüze, “(S-I) + (T-G) = (X-M) eşitliği…” diye başlar, tasarruf, yatırım, bütçe dengesi, dışsatım, dışalım… sözcüklerinin Türkçe, Frenkçe… bin bir çeşidini de kullanarak konuyu bir güzel anlatır, siz de mecburen “bunlar derin konular… beni aşar” demek zorunda kalarak ve açıklamayı yapanın derin bilgisi karşısında kendisine olan saygınız daha da artmış olarak başkalarının  daha anlaşılabilir açıklamalarını aramaya gidersiniz…

[2]Konunun uzmanlarının bildiği tek formülün işaret ettiği açıklar.

Formül, (S-I) + (T-G) = (X-M)’dür.

Eşitliğin sol tarafı özel kesim tasarruflarının yatırımlarla mukayesesini konu alır. Tasarrufların (S) yatırımlardan (I) büyük, eşit ya da küçük olup olmadığına bakar. Yatırımlar tasarruflardan küçükse (ki, Türkiye’de her daim böyledir) “açık” vardır.

Sonra devlet bütçesi dengesine bakılır. Devletin (bütçe) gelirinin (T) bütçe giderinden (G) büyük, eşit ya da küçük olup olmamasına bakar. Küçükse (ki Türkiye’de her daim böyledir) artık önümüzde bir “açık” daha vardır…

Ve eşitliğin diğer tarafına geçilir. Dışsatımınızın (X) dışalımınızdan büyük, eşit, ya da küçük olmasına bakar. Küçükse (ki, Türkiye’de her daim böyledir) oldu mu size 3. “açık”?

 
Toplam blog
: 432
: 2964
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Mülkiye mezunuyum. Emekli müfettişim. Ankara'da yaşıyorum. S'oligarşi isimli kitabı yazdım. Kitap..