Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '17

     
    Kategori
    Eğitim
     

    Eğitim sistemimize genel bakış

    Eğitim sistemimize genel bakış
     

    Bir ülke için en önemli olan şüphesiz eğitim sistemidir. Çünkü eğitim sistemi direk geleceğe yatırım olup şimdiden başlayıp bütün gelecek nesli ileriye taşıyabilecek olan yegâne alandır. Peki, bu eğitim sistemi neye göre tasarlanmalı? Herhangi bir ideolojiye göre mi? Herhangi bir kişiye göre mi? Veya amaç ne olmalı? Aslında bu konu her türlü soruya ve tartışmaya açık bir konudur. Öncelikle Türkiye’deki sistem hakkında ‘resmi’ bilgi verip ardından durum ve eksikler hakkında bilgiler verelim. Değerlendirmek başkalarının görevi olsun… En azından şimdilik…

    Türkiye’deki eğitim sistemi okul öncesi eğitim, ilköğretim birinci kademe(ilkokul), ilköğretim ikinci kademe(ortaokul), ortaöğretim(lise) ve yükseköğretim(üniversite) diye kademeli olup 12 yıl zorunlu eğitimdir. 12 yılı başarı ile tamamlayanlar ortaöğretim diploması alırlar.

    Okul öncesi eğitim çocukları eğitim öğretime alıştırmak üzere verilen eğitimdir. İlkokulda verilen eğitim ise 5 buçuk yaşında başlayıp 4 yıl sürmektedir. İlk yılın ilk 3 ayında öğrencilere okula hazırlık kapsamında verilen hafifletilmiş programın ardından asıl müfredata geçilir. 2. Sınıftan itibaren İngilizce ve 4. Sınıftan itibaren de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi verilir. Ardından ortaokula geçen çocuklara ‘kişisel beceri ve mesleki yeteneklerine göre’ seçmeli dersler sunulur. Bu seçmeli dersler Dini ve Ahlaki Değerler, Dil bilgisi, Yabancı Dil, Fen Bilimleri, Sanat, Spor ve Sosyal Bilimlerdir. Sekizinci sınıfın ardından liseye geçiş sınavı olan TEOG sınavı uygulanır. Ve ardından liseye geçiş olur. Türkiye’deki liseler Meslek Lisesi, Anadolu Lisesi, Fen lisesi, Sosyal bilimler lisesi olarak ayrılır. Lise üçe kadar ortak dersler okuyan Anadolu Lisesi öğrencileri lise üçüncü sınıfta TM(Türkçe-Matematik), TS(Türkçe-Sosyal), MF(Matematik-Fen) bölümlerinden birini seçerek bu bölümlerle alakalı eğitimlerine devam ederler. Meslek liselerinde de aynı durum geçerlidir. Ancak tek fark meslek lisesi öğrencileri 10. Sınıfa geçerken meslekleriyle alakalı olarak bir bölüm seçerler ve mesleki eğitim alırlar. Aynı zamanda 10. 11. Ve 12. Sınıfta zorunlu staj görürler. Ve lise bittikten sonra zorunlu eğitim sürelerini tamamlamış olurlar. Şimdi bu anlattığım sistemi en başından alarak değerlendirelim…

    Kreş eğitimi; çalışan aileler için bulunmaz bir nimet ve kolaylık. Çocuklarının güvenli ve faydalı bir kurumda olduğunun rahatlığıyla aileler işlerine kafaları rahat bir şekilde gidebilmekte. Aynı zamanda çocuklar yeni arkadaşlar, yeni ortam ve yeni başlayan eğitim serüvenlerinin heyecanıyla kreşlere zorluk çekmeden gitmekte. Fakat maalesef ülkemizde kreşleri veya okul öncesi öğretmenliği maddi olarak görüp işini tam anlamıyla yapmayan görevliler hem ailelerin hem küçücük çocukların kâbusu olabiliyor. Kaldı ki ülkemizde, belki de dünyada, maddiyatın ön planda olduğunu düşünürsek gerek yetkililerin gerekse de ailelerin kontrol etmesi önemli olan kurumdur kreşler. Zira bu kurumlarda çocukları etkileyecek olumsuz bir olay hem çocukların kişiliklerini hem de eğitim hayatlarını olumsuz etkileyebilir. Bu anlamda en çok kontrol gerektiren kurumlar olduğu açıktır.

    5 buçuk yaşında asıl eğitim serüvenine başlayan öğrenciler kreşteki rahatlığı bulamayışının ve boyları kadar çantaların altında kalmanın şokuyla başlarlar asıl eğitim serüvenine.  Bahsedilen ilk üç ay alıştırma müfredatında çantalarına, okul kurallarına ve koca kitapların içindeki ne anlama geldiğini anlayamadıkları kelimelerin içinde boğuşmaya alıştıktan sonra eğitim süreçleri tamamen başlar artık. Okuma yazmayı öğrendikten sonra takılan kırmızı kurdeleleri bir an önce takmanın hırsıyla bir yılı tamamlarlar. Tabii yarışa çoktan başlamışlardır artık. Neyi neden öğrendiklerini bilmeden sadece öğrenmek -daha doğrusu ezberlemek- için birbirleriyle yarışmaya başlamışlardır. Okuma yazmanın hemen ardından daha Türkçesini anlayamadıklarını kelimelerin İngilizce anlamlarını öğrenmeye başlayarak ikinci sınıfa geçerler. Gözleri korksa da zorunlu oldukları bu serüvenden çıkamayacaklarını anladıkları anda bu deveyi gütmeye karar verirler… Aynı zamanda öğrencilerin kişiliği burada şekillenmeye başlar. Olumlu olumsuz birçok şey gören çocuklar normal olarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu test ederek öğrenmek durumunda kalır. Her okulda bulunan rehberlik servisi gördüğüm kadarıyla bu anlamda eksik kalmaktadır. Bunun sebebi de büyük çoğunlukla öğrencilerle yakından ilgilenilmemesidir. Rehberlik servisleri sadece genel olarak bilgilendirmekle yetinse de bu yeterli olmamaktadır. Tabii bu konuda yetersiz kalan rehberlik servislerimiz herhangi bir suç teşkil eden davranışta bire bir ilgilenmektedir. Yani rehberlik servisinin görevi daha çok suçlu öğrenci ile ilgilenmek olarak görülmektedir. Doğruyu yanlışı göre göre, düşe kalka, gülerek, ağlayarak ilkokul serüvenini tamamlayıp yeni bir başlangıcın heyecanıyla ortaokula geçer öğrenciler.

    Ortaokulda artık büyüdüklerini hissedebilecekleri, kendi kararlarına, isteklerine ve yeteneklerine göre seçim yapabilecekleri dersler sunulur önlerine. Önlerine dediğim acaba sadece onların önüne mi? Maalesef hayır. Bu seçim adeta ailelerinin seçmesi için çocukların önüne sunuluyor. Hemen hemen her aile kendi bildiği doğrultuda çocukları yerine sözde faydalı olan dersleri seçip çocuklarını o derse mecbur bırakır. Bu durumda öğrencilerin derslerden ve okuldan daha çok soğumasına sebep olur. Tabii bu sorun beraberinde okulda hırçınlaşmalarına, öğretmenler ve derslerle sıkıntı yaşamalarına sebebiyet verir. Çoğu zaman da öğrenciler dersleri sınavdan önce çalışmakta bulur çözümü. Peki, bu seçimi velilerin çocuklara bıraktıklarını varsayalım… Sanıyorum ki beden eğitimi hocalarına talep artardı. Çevremde gördüğüm çocuklara göre genelleme yapacak olursam çocukların hemen hepsi bu dersi seçer.  Peki, ama niye? İşte bu sorunun ortak cevabı şu: ‘’Hoca bizi serbest bırakıyor, boş ders oluyor.’’ İşte burada vahim olan iki durum var. Birincisi bu çocuklar daha eğitim serüvenlerini yarılamamalarına rağmen nasıl oluyor da derslerden bu kadar çabuk sıkılıp boş ders peşinde koşuyorlar? İkincisi ise çocukların sağlıklı yaşamayı öğrenmesinden tutun belki de ülkemizi uluslar arası alanda temsil etmesini sağlayabilecek böylesine önemli olan bir ders nasıl boş olarak görülebiliyor? Sanıyorum ki bu alanda yapılması gereken önemli şeyler var… Bunlara en son değinmek daha faydalı olur. Ailelerin seçtiği veya kendi seçtikleri ‘boş ders’lerle geçen ortaokul eğitiminden sonra TEOG heyecanını yaşar öğrenciler. Aslında TEOG heyecanı daha ortaokula geçer geçmez başlar ailelerde. Bu da öğrencilere çok fazla stres yüklemektedir. Adeta TEOG’u hayat memat meselesine çevirirler. Bu da öğrencilerin çocukluk evrelerinin ağır bir stres ve baskı altında geçmesine sebebiyet vermektedir.  Öğrencilerin bütün öğrendiklerinin sorgulandığı TEOG sınavları sonunda aldıkları puana göre tercih ettikleri okullardan puanlarının yettiği okula yerleşirler.

    Lise hayatında artık büyüdüğünü hissedip kendi fikirlerinin oluştuğunu fark eden öğrenciler aile baskısını biraz daha üzerlerinden atarak daha bir rahatlığa kavuşurlar. Tabii bu rahatlığa TEOG sınavlarını atlatmalarının rahatlığı da eklenince okullar bir süreliğine ders ortamı olarak görülmekten çıkar. Kimi öğrenciler kendilerini çabuk toparlasa da öğrencilerimizin genel görüşü ‘’Üniversite sınavına daha dört yıl var. Bir şekilde hallederiz.’’ olur… İşte bir can alıcı nokta da burasıdır. Okullardan verilen dersler sadece sınav için gerekli olan dersler olarak görülmeye başlar. ( Tabi bunlarının tamamının gerekli ve önemli şeyler olduğu da söylenemez. )Ve bu da beraberinde birçok sorunu beraberinde getirir. Aklıma gelenleri sayayım: Birinci olarak öğrenciler dersleri sadece sınav için gerekli olarak görüp sadece sınavlar için ezberler ve kısa sürede unutup giderler. Tabii o dersi neden gördüklerini, sebebini merak etmeden ezberledikleri derslerin neler katabileceğini düşünmezler. Bu konu ise eğitimim sistemimizdeki en büyük iki sorundan biridir. Öğrencilerimizin düşünmesi için, sorgulaması için herhangi bir çalışma yok. Biz öğrencilerimizin düşünmesinden korkuyor gibi davranıyoruz. Öğrencilerimiz de düşünmek ve sorgulamaktan korkar durumdalar. Bunun en önemli sebepleri ise öğrencileri sadece sınav odaklı hazırlamamız ve öğrencilerin rahat düşünüp sorgulayabilecekleri bir ortamın olmamasıdır. Hâlbuki bir eğitim sistemindeki en önemli iki amaç düşündürmek ve sorgulatmak olmalıdır. Düşündürme ve sorgulatma olmayan bir sisteme eğitim sistemi diyemeyiz. Zira bunların olmadığı bir sistem sadece ezberletme sistemidir.   İkincisi; öğrenciler bu görüşlerinden dolayı okulda işlenen dersleri önemsemez ve bu da öğrencilerin öğretmenlerle arasında büyük problemlere yol açar. Burada ayrıca bahsetmek istediğim konu ise meslek liseleridir. Şu andaki meslek liselerinin durumu(her anlamda) hiç iç açıcı değildir. Bunların ilki ve en önemlisi insanlarımızın meslek lisesine bakış açısı. Hepimiz açıkça görüyoruz ki çevremizdeki aileler, öğretmenler, öğrenciler meslek lisesine boş okul, öğrencilere ise boş öğrenci gözüyle bakılmaktadır. ( İstisnai durumlarda yok değil tabi.) Bana kalırsa meslek liseleri ülkemizdeki en önemli okullardan biridir. Çünkü direk olarak mesleki eğitim verilip öğrencilerin kendi mesleklerinin öğretildiği ve kendilerini geliştirebildikleri bir yerdir bu liseler. Bunun alanında uzman öğretmenler kontrolünde yapılması da önemli bir faktördür fark edebilene. Ama gelin görün ki bu önemli konunun çoğu meslek lisesi öğretmeni bile farkında değildir. Veya görmezden geliyorlar. Bu ve daha aklıma gelmeyen bir sürü sorunlar eşliğinde lise öğrencilerinin hayat görüşleri artık tam anlamıyla oluşmaya başlar. Bu konuyla alakalı önemli olan konu ise öğretmenlerin öğrencilerin üstünde olumsuz baskılar kurmasını önleyerek öğrencilerin daha rahat bir ortamda görüşlerini oturtmasıdır. Zira ülkemizde fazlasıyla sorunlara sebep olan görüş ayrılıklarından çıkan problemler burada öğrencileri olumsuz anlamda etkileyebilmektedir. Dört yılın ardından üniversite sınavlarına(şimdiki sistemdeki adı YGS-LYS) giren öğrenciler ortaöğretim diplomalarını alıp zorunlu olan eğitim sürelerini tamamlarlar. Tabi bu YGS-LYS maalesef her şeyden önemli bir sınav sayılarak gençlerin kendilerini hayattan ve düşünmekten soyutlayıp tamamen sonuç odaklı çalışmasına neden olup gençlerimizin eğitim açısından çok daha kötü duruma düşmesine sebep olmaktadır. Son yıllarda dershanelerin kapanmasıyla özel okul olan kurumların ise not pazarlamasıyla beraber bu maratonun en acımasız yeri olmuştur. Devlet liselerine devam eden öğrenciler bir yandan YGS-LYS çalışıp bir yandan okul sınavlarına çalışması ve aynı zamanda da performans ödevleriyle uğraşmasına karşın özel liseye gidebilen öğrenciler bunların hiç biriyle uğraşmayıp direk olarak YGS-LYS ağırlıklı olarak çalışabiliyor. Özel liselerin vermiş olduğu abartılı notlarda öğrenciler için en çok merkezi yerleştirme puanına etki eden diploma notunun yüksek olması açısından önemli oluyor. Son ve en önemli sorunu da söyleyip sorunları saymayı bitiriyorum: Okumuş olduğunuz yazıda öğrencileri kitap okumaya teşvik edildiğini anlatan veya bunun eksikliğinden bahsedilen bir yazı gördünüz mü? Ve böyle bir kısmın olmaması sizin dikkatinizi ne kadar çekti? Resmi işleyişini anlattığım ve bazı sorunlarına değindim eğitim sistemimizdeki en büyük yara burasıdır işte. Kitap okumayı her zaman bizim liseye geçmemizi sağlayan veya üniversiteye geçmemizi sağlayan sınavlardan değersiz, görmeleri. Maalesef ki bu konuyla alakalı olarak da büyük ve faydalı çalışmalar bulunmamaktadır.

    Peki, neler yapabiliriz? Biraz da onlara değineyim en başından alarak.

    Bir sistemde bir hata varsa ve biz bunu düzeltmek için işe en başından başlamalıyız. Evet, bu cümleden sonra hepimizin aklına şu cümle gelmeli: ‘’ Eğitim ailede başlar.’’Evet en önemli kısım bu cümlede açıkça belirtilmiş aslında. Bunun için yapılabilecek en önemli şey ise sadece okul ve resmi kurumlarda bulunan Rehberlik servislerinin yaygınlaşmasını sağlamak. Ama sadece rehberlik servisleri değil sosyal hizmet birimlerinin de geliştirilmesi ve iki birimin birbiriyle bağlantılı olarak ailelere her konuda yardımcı olabilmesini ve ailelerle yakından ilgilenebilmesini sağlamak gerekiyor. Şu an sağlık ocakları kadar bu iki birim de gerekli… Gerekli yönlendirmeler yapılarak ailelerin çocukları en doğru şekilde büyütmesi ve eğitmesi en önemlisi.

    Kreşlerde ise kontrollerin çok daha detaylı ve daha sık yapılması gerekiyor. Gerek devlet gerekse de özel kreşlerin aileler tarafından her an izlenebileceği kamera sistemleri kurulması birinci elden kontrol edilebileceği için en iyi çözüm olacaktır. Aynı zamanda okul öncesi öğretmenlerinin ise daha detaylı ve hassa bir eğitim alması geriyor. ( Özellikle psikoloji alanında. ) Aynı zamanda çocukların daha küçük yaşta rahat düşünebilecekleri ve kafalarındaki soruları rahatlıkla sorgulayabilecekleri ortam daha kreşteyken oluşturulmalıdır.

    İlkokul düzeyine geldiğimiz zaman öncelikle dikkatimizi çeken konu ise şüphesiz çocukların okula başlama yaşıdır. Bu durumun etkilerinin psikologlar tarafından değerlendirilip ona göre değişim yapılması veya yapılmamasına karar verilmesi en doğru çözüm olacaktır. Ama yine de eğitime başlama yaşının beş buçuk olması büyük bir problem teşkil etmektedir. Bu durum öğretmenlerimizin işini zorlaştırdığı ve elini ayağına doladığı gibi çocuklarımızın da o yaşta büyük bir travmaya yol açabileceği aşikârdır. Bu sebeple eğitim yaşının eskisi gibi yedi yaşına çekilmesi daha doğru olacaktır. Ama eğitime başlama yaşı ne olursa olsun bir çocuğunun davranışlarının ve eğitime bakış açısının şekilleneceği kurum mutlak ilkokullardır. Bu sebeple hayallerini kurduğumuz faydalı ve doğru bir eğitimin(ortak payda da) başlangıç yeri buralardır. Okuma-yazmayı öğrenen öğrencilere hemen öğrendiklerinin İngilizce karşıtlarını, matematik problemleri öğretmek yerine bunları neden öğrendiklerini sorgulamalarını ve cevaba ulaşmalarını sağlayacak ortam oluşturmalı. Unutmamalıyız ki çocuklarımız ne kadar sorgular ve düşünürlerse amaca o kadar yaklaşmış oluruz. Ve şüphesiz sorguladıklarının peşinden koşup cevaba kendileri ulaşabilen öğrenciler önlerine konulan matematik problemlerini çözmekten daha fazlasını yapabilirler. Ve düşünmeye ek olarak çocuklarımıza hayal etmeyi öğretmeliyiz. Ve bu konuda öğretmen ve öğrencilerimize en çok yardımcı olacak olan derslerden biri ise resim dersidir. Resim derslerinin müfredatları öğrencileri ne kadar hayal etmeye zorlarsa ve öğretmenlerimiz de bu derse ne kadar faydalı bilinciyle davranırsa o kadar hayal etmesini sağlarız öğrencilerimizin.  Aynı zamanda öğrencilerin kitap okuma alışkanlığını ilkokulda çok daha rahat kazanabilirler. ( Aile ortamından sonra bu alışkanlığı kazanabilecekleri ilk yerdir ilkokullar ) Fakat burada şöyle bir sıkıntı var. -Genelleme yapacak olursak- Aileler okulda sorulan problemleri, okulda verilen dersleri önemli buldukları kadar kitap okumayı da bir o kadar gereksiz görmekteler. Bu da çocukların kafalarına daha o yaşta kitap okumanın pek de önemli olmadığını yerleştirmektedir. Kaldı ki bazı durumlarda öğretmenler bile kitap okumayı önemsizleştirmektedir. İşin özü şu sonuç olarak: Eğitim sistemi daha faydalı hale getirmek için öncelikli olarak öğrencilerimize hayal etmeyi, sorgulamayı ve düşünmeyi öğretmeliyiz. Bunu sağlamanın yolu ise kitap okutma ve çocuklarımızın hayal dünyalarını genişletebilecek olan derslerin müfredatının daha bir hassasiyetle hazırlanmasından geçmektedir.

    Gelelim ortaokula… Öğrencilerimizin ilk defa kendi başlarına seçim yapabilecekleri aşamaya… Daha ilk baştan bir sorunla karşılaşıyoruz tekrar. Öğrenciler ders seçmek için serbest bırakılmış durumda. Gelin görün ki bu serbestlik sadece resmiyettedir. Öğrencilerin ders seçimlerini yeterli talep yok bahanesine sığınarak kendilerince yapan idarecilerimizden tutun da ‘’Bizim çocuk bu yıl ders seçimi yapacak ama hangi dersleri seçelim abisi/ablası?’’ diyerek bir bilene danışan ailelere kadar bu serbestliği ve karar verme özgürlüğünü ellerinden alıyorlar. Peki, ama bu dersleri okuyacak olan öğrenciler bu aşamanın neresindeler? Bu sorunun cevabında da sanıyorum ki ‘’O daha çocuk nereden bilsin.’’ cümlesine sığınıyoruz. Bakın biz geleceğimizi çocuklarımıza emanet etmek zorundaysak eğer; bu şekilde basit görünen ama önemli olan konuları da çocuklarımıza güvenerek onlara bırakmalıyız. Emin olun ki verilen en yanlış karar öğrenci yerine başkalarının verdiği karardan çok daha doğru ve önemli olacaktır.

    Geldik başka hassas olan döneme: lise dönemi. Burada unutulmaması gereken mevzu öğrencilerin liseye başladığı dönemde yaşları itibariyle ergenlik duygularının en yoğun dönem olduğunu göz önünde bulundurmaktır. Kendilerince ağır bir sınav döneminden geçen öğrenciler sınavı atlatıp emeklerinin karşılığını almış olmanın verdiği rahatlığın yanında ergenlik duygularının da etkisiyle dersleri ikinci planda tutarlar. Daha önce de belirttiğim gibi bu dönemi bazı öğrenciler çabuk atlatıp dersleri ciddiye almış olsalar da birçok öğrenci bunun etkisinden yine daha önce belirttiğim üzere ‘’ Üniversite sınavına daha çok var.’’ tesellisiyle dersleri ikinci planda tutmaya devam ederler. Lise zorunlu eğitim süresinin en son aşaması ve öğrencilerin en hassas olduğu dönemdir. Peki, burada neler yapılmalıdır? Aslında burada yapılması gereken iki önemli nokta vardır. ( Meslek liseleri dışında) Bunlardan ilki sekiz yıl boyunca kitap okumalarını, hayal etmelerini, sorgulamalarını, düşünmelerini sağladığımız öğrencilerden bunların meyvelerini toplamaktır. Bunun için yapılması gereken ise öğretmenlerin öğrencilere; konuşmaları, kendilerini ifade etmeleri, eksik gördükleri herhangi bir konuda faydalı olup bu konuda ilerleyebilecekleri ortamı sağlamaktır. Peki, bu ortamı öğretmenlerimiz tek başlarına sağlayabilirler mi? Tabii ki hayır. Çünkü öğrencilerimize bu ortamı sağlamak istiyorsak öncelikle bütün öğrencilerin ortak derdi olan not kaygısından ve derslerin yoğunluğundan kurtarmaktır. Bunun için ise yapılması gereken müfredatı daha hafif ve esnek yapmaktır. Aynı zamanda müfredat öğrencilerin yine düşünmeleri ve kendi belirledikleri alanda geliştirmelerini sağlamak üzerine olmalıdır. ( Bir nevi meslek liseleri gibi) Diğer önemli nokta ise bütün lise öğrencilerinin daha liseye geçmeden kaygısını taşımaya başladıkları üniversite sınavlarıdır. Aslında bu az önce ilk olarak bahsettiğim konuyla bağlantılıdır. Az önce bahsettiğim koşullarda değişen müfredata uygun ve öğrencilerin kendilerini ortak paydada geliştirdikleri sınavlar yapılarak daha iyi seçici ve belirleyici sınavlar olabileceğini düşünüyorum. Örnek; lisede TM-MF-TS diye ayırdığımız öğrencileri daha farklı alanlar olarak ayırıp ilgilerini çekip kendilerini geliştirdikleri konuda sınav yapıp ona göre üniversitelerin konuyla alakalı bölümlerine geçişleri sağlanmalı. Üniversite sınavları farklı ve kapsamlı konu olduğu için bu şekilde özet geçip meslek liselerine geçmek istiyorum. Meslek liseleriyle alakalı görünen en önemli sorun meslek liselerine bakış açısıdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi meslek liselerine olan bakış açısı değiştirilmesi için adımlar atılmalıdır. Mesela son yıllarda üniversitelerin bazı bölümlerinde gelen barajlar gibi bu liselere de baraj getirilebilir. Meslek liseleri direk mesleki eğitim verme itibariyle en önemli liselerdir. Ve biz meslek lisesini ötekileştirmekten vazgeçtiğimiz zaman bu liselerin ne kadar önemli ve faydalı olduğunu anlayabilir ve belki de meslek liselerinde verilen mesleklerle alakalı alanlarda çok büyük adımlar atabiliriz. Burada aklıma gelen bir atasözü var:’’ Ağaç yaşken eğilir.’’ Ve biz bu atasözüne paralel olarak daha gençken alanında uzman kişiler yetiştirdiğimiz zaman bu alanda en iyisi olmamız işten bile değildir.

    Görüldüğü üzere eğitim sistemimiz resmiyette anlatıldığı kadar güzel ve güven verici değildir. Bunlar ve bunlara benzer daha birçok problem bizim en büyük güvencemiz olan gelecek nesli daha da büyük bir karanlığa sürüklemektedir. Ve maalesef bir an önce köklü bir değişime ihtiyaç duyan eğitim sistemimiz, şu anda göz önünde bulundurulmadığı gibi her geçen gün daha da kötü hale getirilmektedir. Peki, herkesin ağzında ‘’Eğitim sistemimiz çok kötü ya…’’ cümlesi dolanmasına rağmen neden adımlar atılmamaktadır… Veya bu kadar yanlışlar yapılmaktadır? Eğitim sistemimizle tam anlamıyla ilgilenilmesi için kim beklenmektedir, ne için beklenmektedir? Bu soruların cevabını en kısa sürede alabilmemiz ve bir şeylere başlamamız umuduyla…

     
    Toplam blog
    : 1
    : 98
    Kayıt tarihi
    : 05.11.16
     
     

    1996 Manisa/ Turgutlu doğumlu. Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Hizmet öğrencisi.   ..