Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '11

 
Kategori
Felsefe
 

Ego "haklı" olmak ister

Ego "haklı" olmak ister
 

İnsan egoyu korumak için her zaman bahaneler bulabilir. Zihin, insana kendi olma sorumluluğunu almamaya devam etmesi, topluma, ekonomik yapıya, tarihe suç atabilmesi için çok çeşitli nedenler bulabilir. Ancak insanın bulduğu nedenler, yarattığı bahaneler sonuçları değiştirmez, onları daha da karmaşık hale getirir. 

İnsanın çözümü dışarıdan beklemesine gerek yok, insanın çözüm için sorumluluğu alması gerekli. Sorumlu olan her zaman için insanın kendisidir ve bir kez bu sorumluluğu almayı öğrendiğinde, yeryüzünün sorumluluğunu da alacaktır. Ancak o zaman her eyleminin sadece kendini değil, başkalarını, kardeşlerini, yeryüzünü de etkilediğini görecektir. O zaman bir hiç uğruna sınırlı kaynakları israf halinde tüketmeyecek, başkalarını yargılamayacak, önce içine dönecek ve kendini düşünecektir. 

İnsana daima bencil olmasının büyük bir hata olduğu söylenmiştir, ancak sen önce kendi içine dönmezsen, kendinle yüzleşmezsen, kendini düşünmezsen, nasıl kendini sevebilir, kendini soluyabilir, nasıl yeryüzüyle içindeki sevgiyi, yaratıcılığı, çalışkanlığı paylaşabilirsin? 

Temelde yanlış olan şey kendini sevmemendir. Herkes bir şeyler yapmanı ister ve sen ne kendini ne de başkalarını olduğu gibi, bütünüyle, sağlıklı görebilirsin. Kendini bütünyle, yargılamadan, sağlılık bir şekilde görmeden, kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul edip sevemezsin. 

Sevgi derin bir anlayıştır ama insana çocukluğundan itibaren hep kıyaslama, rekabet, kaygı verilir, ona hep daha üstün basamaktakiler, daha hırslılar, daha zenginler, zirvedekiler gösterilir. Kimse çocuğun kim olduğuyla içten ilgilenmez, sonuçlara bakarlar, sonuçları görmek isterler. 

Büyükler için sonuç iyi bir banka hesabı, iyi bir kariyer, pahalı bir ev-araba, gelecek için yatırımlardır. Bir çocuk o evin bahçesinde hangi ağaçlar olduğuyla, hangi oyunları oynadığınla, arkadaşlarınla, seni olduğun gibi kabul etmekle ilgilidir. 

Oysa hayat son derece karmaşıktır, çoğu insan her zaman kendini haklı ve başkalarını hatalı görür, bilgisi olmadığı şeyler hakkında hüküm verir ve karşısındakileri düşüncesiz davranışlarıyla yargılar. Karşısındakine kurallar koymaya çalışır, ona bildiği yolun doğru olduğuna inandığını söyler, ona bunun için yemin eder. Yeter ki onun gibi davran, biraz daha ona benze, yeter ki onun aptallığı, yalanı bir süre daha ortaya çıkmasın. 

Neyin doğru ve neyin yanlış olduğu konusunda karar vermende seni bu denli haklı kılan, kesin kılan ne? Senin gibi olmayandan rahatsız olmaya, kurallar dayatmaya başlıyorsun, tüm hırsın seni ele geçiriyor ve bilgi sahibi olmadan, sevmeden onu yargılıyorsun. Sana bu hakkı kim veriyor? O zaman hiçbir öğretmene, hiçbir bilime, hiçbir düşünceye ihtiyacın yok, nasılsa sen daima haklısın, doğrusun. 

Gerçekte yalnızca düşüncesiz olanlar, önyargıyla, koşullanmayla, bastırılmışlıkla yaşayanlar kendilerini sürekli haklı bulurlar. Hayat sana o denli karmaşık gelirken kimin hangi konuda haklı ya da haksız olduğuna, doğru ya da yanlış yaptığına hızla karar verirsin. Eğer birazcık anlayış sahibiysen, yargılamadan önce, nefret etmeden önce, korkmadan önce iki kere düşünmen gerekecek. 

Sen kendini tanımadan, başkasının derinliklerine, nedenlerine, benliğine ulaşamazsın. Sen körken, görmezken, uykudayken bir başkasını uyanmaya, görmeye, ona doğrular öğretmeye kalkamazsın. Ancak toplumun, çoğu insanın yaptığı şey budur ve herkes birbirine öğüt vermekte, uyarmakta, aslında benzer bir kopyasını yaratmak istemekte kendini sınırsız özgür sanır. 

Akıl şefkati hissetmediğinde, kavrayışı anlamadığında, kendi toy yollarından, kendi yargılarından, koşullanmalarından devam eder. Bazen bir an için biri haklı olur, bir an gelir aynı durum için o kişi haksızdır. Derinlerde yanlış yaptığını anlaman, hissetmen için sana bir fırsat sunulur ancak sen reddetmeye, inkar etmeye, yüzleşmekten kaçmaya hazırsındır. 

Gerçekte sen kendini tanımıyorsun, tanıdığını sanıyorsun, sana ailenin, toplumun, öğretmenin, çıkar gruplarının, otoritelerin biçtiği rolleri edinip oynuyorsun ve bunu kendi isteklerin, yeteneklerin, düşüncelerin sanıyorsun. Bu sana kendini doğru, haklı ve diğerini haksız, yanlış görmek için büyük bir cüret veriyor. 

Hiç kimse kendini haklı ve iyi görenler kadar değişime kapalı, inatçı değildir. 

Sevgi derin bir anlayıştır. Sevgi yeşerdiğinde, yargılama sende barınamaz, anlayış gelir, anlayışın seni hassas, duyarlı kılar. Gerçek neden senin kendini için için haksız görmendir, onaylanma isteğindir, sende sevgi yerine derin korkular olmasıdır. 

Suçluluk hisseden insanlar kolayca dönüşüme uğrayabilirler çünkü kendi içlerinde bir şeylerin yanlış gittiğini anlamaya, kabul etmeye, kendileriyle yüzleşmeye başlarlar, buna hazırdırlar. Toplum, din ve devlet senin yüzleşmen yerine pişmanlık duymanı ister ve sana “vicdan” adında, senin kurallara, emirlere boyun eğmen için bir pişmanlık duygusu dayatır. 

Sen devletten, dinden, otoritelerden, karşındakinden bağımsız olarak kendini haksız gördüğünde, suçluluk hissettiğinde, dönüşüme uğramaya başlarsın. Yanlışın, seni doğru kılmak için bir fırsattır, bunu görmeye, duyumsamaya, tecrübe etmeye başlarsan sonunda öyle bir noktaya gelirsin ki, ortada yanlış ya da doğru, haklı ya da haksız kalmaz, sadece anlayış vardır, sadece sevgi… 

Sen şu an için yeterince kendini tanımıyorsun, karşındakini tanımıyorsun, sevgiyle dolup taşmıyorsun ve başkaları hakkında düşünmeye, onları yargılamaya, onları önyargılarınla etiketlemeye çalışıyorsun. 

Sen kınarsın, sen haklısın ve karşısındakini de haklı olmaya çağrırsın, çünkü bu egon için iyidir. Bu sana kendini haklı, doğru ve büyük hissettirir. Egonun oyunları türlü türlüdür ve başkalarını uyarmak, onlara bol keseden öğüt vermek hoşuna gider çünkü egon güçlenmeye devam eder. 

İnsanlar başkalarının günahları, yanlışları hakkında konuşmayı severler, böylece kendi yanlışlıklarını, sevgisizliklerini, önyargılarını unutabilirler, böylece nefret etmeye devam edebilirler. Her zaman başkaları suçlu olmaya devam eder ve sen hep iyi, doğru, dindar kalmaya devam edersin. Aslında sen sadece bir tohum olarak kalmaya, uyumaya devam edersin. 

Sözde dindarlar hiçbir şeyi bilmeden her şey hakkında fikir yürütebilirler, kurallar ve yasalar koyarlar, onların bencillikleri kendilerini düşünmeleri değildir, onların bencillikleri egolarıdır, haklı gelme, üstün gelme, kendilerini özel hissetme, cenneten arsa kapma isteğidir. 

Sevgi geldiğinde haklılık ya da haksızlık kalmaz. Ne zaman sevgiyle hareket etsen, sevgi içinden taşsa yargılamak yerine derin bir anlayış oluşur, istesen de haklı olduğunu düşünmez ve karşındakinin haksız, yanlış davrandığını hissetmezsin. 

Ne zaman kendini haklı olarak görsen diğerini kötü, haksız, yanlış olarak görürsün. Çünkü ikisi birlikte varolur. 

Güzel bir Zen hikâyesi vardır: 

Bankei, bir kaç hafta süren meditasyon inzivası dönemine girerken, Japonya’nın dört bir yanından öğrenciler akın ederlerdi. Bu inzivalardan birinde bir öğrencinin orada hırsızlık yaptığı görüldü. Sorun Bankei’ye götürülüp, suçlunun kovulması istendi. Bankei ise duymamazlıktan geldi. 

Sonraları bu öğrencinin benzer bir hırsızlığı daha görüldü, ama Bankei konuyla gene ilgilenmedi. Öğrenciler ustaya içerleyip, hırsızın atılması için bir dilekçe düzenlediler; aksi durumda toptan çekileceklerini bildirdiler. 

Bankei dilekçeyi okuyunca öğrencileri toplayıp şunları söyler: “Sizler aydın, aklı başında kişilersiniz” dedi. “Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilirsiniz. İsterseniz uğraşınızı başka yerde sürdürebilirsiniz. Ama bu mutsuz kardeşimiz doğruyu yanlıştan ayıramıyor. Ben ben öğretmezsem, ona kim öğretecek? Hepiniz gitseniz de, o burada kalacaktır.” 

Hırsızlık yapan kardeşin yüzü gözyaşı seliyle arınırken, tüm çalma tutkusu da akar gider. 

Kendini yüceltmene ya da kendini haksız görmene gerek yok, ancak bu şekilde bütün, sağlıklı, anlayışla hareket edebilirsin. 

İnsanları kabul et, onlar böyleler ve sen de böylesin, onlar adına karar veremezsin, eğer yaptıkları doğruysa varoluş onları mükafatlandıracaktır, eğer yaptıkları yanlışsa açı çekeceklerdir. Fakat onları sen kınayamazsın, sen onlardan üstün değilsin. 

Diğerlerine yargılamadan baktığında, kendini erdemli, doğru hissetme tuzağına düşmediğinde, sevgi dolu olduğunda, şefkat ve anlayış seninle olacaktır. 

Sıradan olmanın sıra dışılığını yaşamaya devam edebilirsin ve senin hiç kimseliğinin içine tüm varoluş yerleşir. 

İşte ancak o zaman sen gerçek bir ev sahibi olursun. O zamana dek kendi benliğine, kendi hakikatine karşı sen bir kiracısın, kendi deyişinle “haksız”sın... 

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..