Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '19

 
Kategori
Anılar
 

Ekşi Elmalar

(Çocukluğumdan Hatıralar)

Siz hiç, saman içinde olgunlaştırılmış ekşi elma, yaban armudu (banda) yediniz mi, veya bir sonbahar günü, İznos Vadisi’ndeki ekşi elmaların, bandaların yakınından geçtiniz mi? Ağaç altına dökülmüş ekşi elmaların, o sihirli kokusu sizi de sarhoş edip kendinizden geçirdi mi?.

Küçük Yayla sırtlarından bakmaya doyamadığım İznos vadisinin, Boğazdere’nin, Eşek Meydanı’nın sihirli, fantastik bir dünya olduğunu düşünürdüm.. Erdavut ve Uzun Güney Kafdağı, İznos Vadisi Kafdağı’nın ötesiydi benim gözümde, Pamuk Prenses’in, Külkedisi’nin, Peter Pan’ın, devlerin, cücelerin, Zümrüdü Anka’ların ülkesiydi.. 

Arada bir vadiye indiğimde, bir ekşi elma ağacının beni kendisine doğu çektiğini hisseder ve daha ne olduğunu anlamadan kendimi o ağacın altında bulurdum.. Kim bilir, belki de ekşi elma kokularıydı, İznos Vadisi’ni benim gözümde düşler diyarına çeviren.. Evet, çilekler, böğürtlenler, meşe gagaları, keçi südükleri ve daha onlarca orman meyvesi de, insanın aklını başından alacak ölçüde güzel kokardı, lakin hiç birisi, ekşi elmaların o kesif çürük kokuları kadar insanı kendinden geçirip, derinden sarsmazdı, etikilemezdi..

Temmuz sonlarından itibaren dallarından dökülmeye başlayan ekşi elmalar, eylül ayına gelindiğinde, kalınca bir örtü halinde fermantasyon sürecini tamamlamış olurdu.. Fransız parfüm sanayinin asla taklit edemeyeceği o sihirli kokular tam da bu ayda ortaya çıkardı..

Sanki ilahi bir sır vardı o kokularda.. Kendilerine bade içirilip maşuklarının gösterildiğini, aşıklık verildiğini, aşık olduklarını söyleyenlerin, bir sonbahar günü bir ekşi elma ağacının altında uyuya kalıp, o sihirli kokuları bade niyetine içtiklerini ve kendilerinden geçip, iflah olmaz bir aşka düştüklerini düşünürüm.. Ki mesela bu fakirin maşuku, marifet ve sanat olsa gerek..

Selahattin Abi ve Ayhan’ın Rahmetli babaları Mirza Dayı mesela; onun o derviş halleri, başka bir alemdeymiş hissi veren gülümsemeleri, derin bakışları, barışseverliği, sakinliği, kerametleri; kendisine hem mürşid hem maşuk olan doğanın o sihirli güzelliğinden ya da dağ meyvelerinin o efsunlu kokularından geliyor olabilir mi? Mirza Dayı’nın gülen yüzünün dünyaya dönük olduğunu ve fakat gizli dünyasında, ilahi alemin sırlarıyla hemhal bir dervişin yaşadığını düşünürdüm.. Bade denilen şey, ekşi elma kokusudur belki de, güzellikleri kana-kana içmektir.... Vakıa şu ki, rahmetli Mirza Dayı’mız mürşidini bulmuş, badeyi içmiş ve aşk denilen o çetin kapıdan geçmiştir!..

…..

Soğmun’un kuzey doğusunda Tecirek köyü, köyde değirmenler var.. Sonbahar gelince, hasat ettiğimiz buğdayı, arpayı, mısırı çuvallara doldurup, öğütmek için öküz arabası (kağnı) ile Tecirek’e götürürdük.. Babam değirmende bekler, biz ablamla birlikte bir kaç sefer gidip-gelirdik..

Önce Kamışlıgöl sonra Yanıklar mevkiinden geçip, meşe palamutları arasından, taşlı yamaç yolu indiğimizde, adeta masallardan fırlamış derin bir vadi çıkardı karşımıza, adı Çamurlu, yemyeşil çayırları ve sırtına yaslandığı dağların o eşsiz bitki örtüsü ile cennetten bir köşe gibiydi..

Çamurlu’da bizi her seferinde, üç ekşi elma ağacı karşılardı.. Yanlarından ayrılmak istemezdim.. Kuşların söylediği şarkılar arasında, içimden  elma kokulu türküler akardı.. Ve ille de ekşi elma kokuları.. Tanrım, nasıl bir şeydi öyle.. Daha hisseder hissetmetmez başka bir dünyanın kapılarını aralamş olurdunuz.. Cennet bahçelerinden bir bahçedir artık bulunduğunuz yer.. Ki aslında, o üç elma ağacı ve o ağaçların dibine dökülmüş elmaların çürük kokularıdır, hatırladıkça bugün bile kalbimi yerinden oynatıp, başımı döndüren şey..

Çamurlu’nun birkaç yüz metrelik çamurlu yolunu bata-çıka geçtikten sonra, öküzlerimizi çetin bir dağ yamacına vururduk.. Tepeye vardığımızda, adına Yarbaşı dedikleri, tam da ismi ile müsemma bir geçit, “dağ değil, göz dağıyım” diyen bir efelenme ile karşılardı bizi.. Bir yanı uçurum, yol iyice daralmış ve yüreğimiz ağzımızda, öküzleri dikkatlice yürüterek geçirmemiz gerekirdi.. Yarbaşı’nı geçince, karşı tepeye tıpkı bir çarşaf gibi yayılmış Tecirek köyünü görürdük, ancak oraya varmamız hiç de kolay olmazdı.. O dağın zorlu bir inişi vardı çünkü.. Yarıya kadar rahat ve fakat son üç yüz metrelik kısmı bir felaket.. Elli, altmış derecelik dik bir parkurda, canım öküzler, onları yavaşlatmaya zorlayan bizlerin hoyratlığı bir yana, yüklü arabanın baskısına direnmeleri hiç de kolay olmazdı,.. Dahası bizler, küçücük bir hata ile arabanın altında kalabilirdik..

…..

O dağların en güzel mevsimidir sonbahar.. Dünyanın bütün renkleri teklifsizce önünüze serilir, kırmızı, sarı, turuncu, erguvan yapraklar, sarollar, ilikler, kızamıklar, her biri masallardan fırlamışçasına renk-renk kabaklar ve onlarca başka ürün, midemizi de, gözümüzü de, günlümüzü de doyururdu..

Oysa ilkbaharı, yazı fark edemezdik bile.. Biz çocuklar için baharla birlikte başlayan kuzu çobanlığı, bostanların, buğdayın, arpanın ekimi, gübrelenmesi, sulanması, çayırların biçimi, ekinlerin hasadı, taşınması, harman ve hele de gem sürmek, bıktırır, usandırırdı.. O ağır köylülük şartları güz mevsiminde bir nebze olsun hafifler ve bizlere nefeslenecek, çevremize şöyle bir bakacak vakit kalırdı..

…..

Yıllar var ki, bir sonbahar günü, bir ekşi elma ağacının altında oturamadım, lakin o kokuların özlemini iliklerime kadar hissettim.. Uyumakta zorluk çektiğim bir çok gece, imdadıma o eşsiz doğa ve o büyülü kokular yetişti..

…….

Şimdi artık, o ahşap ve dik çatılı evlerin güzelleştirdiği masallar diyarını çirkin beton ve hayasız sac istila etmiş, insanlar bir-bir gurbetin yolunu tutmuşlardır. Id Soğmun eski Soğmun, ne de İznos eski İznos’dur.

Her şey, çocukluğumda yaşadığım gerçek üstü hayallerden ibaretti belki de..

Boş bir hayalin peşindeyimdir, kim bilir..

İyi adamlar iyi atlara binip gitmiştir..

O elmaların tadı, kokusu orada kalmış, kuşlar öteceği kadar ötmüş, doğa bize göstereceği ne varsa göstermiştir.. Hülasa şu ki, inek ölmüş, hab kapanmıştır..

Anka’yı vurmuşlardır, Kafdağı’nın sihri bozulmuş ve güzel olan her şey sona ermiştir..

Ve ne aşk kalmıştır, ne aşık, ne de maşuk!..

 

 

Not: Bahse konu yerler, bir yeryüzü cenneti olan Şenkaya ilçesindedir..

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..