Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '14

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Ermenek Maden Kazası Gibi Kazalar Nasıl Engellenecek?

Ermenek Maden Kazası Gibi Kazalar Nasıl Engellenecek?
 

Ermenek maden kazası sonrası ülkemiz gündemine gelen konuları herkes kendine göre ele alıp değerlendirmelerde bulunarak yargıya varıyor. Bu yargı ile dinleyenleri veya çevresindekileri etkilemeye, yönlendirmeye çalışarak taraftar toplamaya, kendince amacına ulaşmaya çalışıyor.

Ermenek maden kazası iş yaşamında yaşanan sorunları bir kez daha gündeme getirdi. İş hayatında çalışanlar ve çalıştıranlar olarak iki grup bulunmaktadır. Ermenek maden kazasından önce Soma’daki maden kazası yaşanmış benzer tartışmalar yine yapılmıştı.

Ermenek maden kazasında hayatını kaybeden işçilerin arkasında kalan kişilerin ekonomik durumları, yaşam şekilleri, ailelerin sosyal yaşam biçimleri üzerinden de sosyolojik, psikolojik, ekonomik, siyasal tartışmalar yapıldı.

İş yaşamında yaşanan sorunların sorumlularını ortaya çıkarabilmek tek kalemde yapılacak değerlendirmelerle mümkün değildir. Yetersiz yasal düzenlemeler, devletin kontrol yetkisi, bilinçsiz çalışanlar, kâr hırsına kapılmış işverenler, yetersiz iş sahaları, düşük asgari ücret, örgütlü toplum, kamu-özel sektör ayrımı, özelleştirme gibi birçok konular bir anda akla gelivermektedir.  

İş hayatı emek, sermaye ilişkisi olarak da ele alınmaktadır. Çalışanlar emeği temsil ederken çalıştıranlar sermayeyi temsil etmektedir. İş hayatı ekonomik bir faaliyet olması yönüyle toplumu ve devleti de ilgilendirmektedir. Ekonomik faaliyetlerde arz-talep ilişkisi söz konusudur. Bu ilişkide devlet toplumsal hizmet alanının yönetimi boyutunda yer almaktadır. Çalışan ve çalıştıran ilişkisinde özel ve kamu sektörü bağlantısı sorunun bir başka yönüne işaret etmektedir.

Özel sektör-kamu sektörü ayrımında verimlilik kavramı yanında sosyal devlet olma ilkesi de sorunun ele alınışında dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

Emek-sermaye tartışmalarında dünyanın geldiği nokta kadar ülkenin geldiği noktanın da kıyaslanması gerekiyor. Her ülkenin kendine özgü toplumsal gelişim süreci farklı sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel unsurlara ve bu unsurların özelliklerine bağlıdır. Bu durumda dünyadaki gelişmelere bakarken ülkemizdeki mevcut durumun arka planını gözden uzak tutmamak gerekiyor.  

Çalıştıran-çalışan ilişkisinde güç bakımından da değerlendirme yapılması gerekmektedir. Çalıştıranlar yani sermaye bir yönüyle çalışanlara yani emeğe göre daha güçlü bir konumdadır. Güçlü ile güçsüz arasındaki mücadelede denge her zaman güçlüden yana olmaktadır.

Bir kaza hadisesinden hareketle toplumun gündemine gelen bu tartışmaların çözümünün bulunması birkaç başlıkta dile getirilen bu alanların ayrıntılı bir şekilde tartışılmasını gerektirirken bir yazı ile veya tek bir tartışma ile sonuca ulaşılmasını beklemek toplumsal sorunların derinlere inen köklerini dikkate almamak anlamına gelir.

Devletin ekonomik hayatı yönetebilme becerisi boyutunda iş kazalarına bakıldığında önemli eksikliklerin bulunduğu görülüyor. Çıkarılan yasal düzenlemelerin yetersizliği konusunda yapılan tartışmalara bakıldığında değiştirilmesi gereken alanların varlığına rağmen henüz yapılmış bir düzenlemenin bile aradan geçen kısa zamana rağmen hemen değiştirilmesinin gerekliliğine yönelik değerlendirmeler sorunun  sadece yasal düzenlemeyle çözülemeyeceğine dair kanaatleri güçlendirmektedir. Hangi yasal düzenlemeyi yaparsanız yapın hayata geçmeyen, kağıt üzerinde kalan düzenlemeler gerçek hayatı değiştirememektedir. Yapılan düzenlemenin hayata geçmesini sağlayacak olan güç yasal düzenlemeyi çıkaran devlettir diye bakılacak olursa bunun da çok mümkün olmadığı görülmektedir. Ülkemizde çıkan yasal düzenlemelerin çoğunun hayata geçmediği, yasal düzenlemeleri çıkaranlar kadar bu düzenlemelerin gereğini yapması gereken mevki ve makam sahiplerinin dahi çıkan yasal düzenlemelere uymadığı çok rahat bir şekilde hemen her yerde görülür. Mevki makam sahiplerinin kendilerinin çıkan yasal düzenlemelerin tersine uygulamaları yaparken ben de mi bu kurala, düzenlemeye uyacağım havasında hareket ettiklerini herkes görecektir. Ekonomik hayata yönelik çıkan fakat hayata geçmeyen, tersine kısa sürede işlevsiz hale gelen o kadar çok kural, düzenleme var ki saymak mümkün değildir. Yasal düzenlemeler toplumda her birey tarafından uygulanması gereken kurallar olarak görülmedikçe hayata geçmeyecek/geçemeyecek, kadük kalacaktır. Özelde madenlerle ilgili düzenlemeler olmak üzere genelde hemen her konudaki düzenlemeler bunun en güzel örneğidir.

Devlet, yasal düzenlemeyi yaptıktan sonra elindeki yetki ile yasal düzenlemelerin gereğinin yerine getirilip getirilmediğini kontrol edebilir. Ancak kontrol yetkisi devlet kurumları aracılığıyla yerine getirilmektedir. Devlet kurumlarının işleyiş biçimi, süreci bu süreçte var olan geleneksel uygulamalar, anlayışlar yasal düzenlemelerin uygulanma düzeyine doğrudan etki etmektedir. Yasal düzenleme yapma sistemi ile işleyişi takip etme süreci birbirinden ayrı sistemlerdir. Bu yönüyle farklı sistemlerin birbiri ile uyumlu bir şekilde işleyebilmesi sorunu ortaya çıkmaktadır. Uyumlu sistemler ise sadece kağıt üzerindeki düzenlemelerle ortaya çıkacak bir olgu değildir. Devlet organı içinde birçok farklı hizmet alanından sorumlu birçok farklı kurumsal yapı, bu kurumsal yapıların işleyişinde görev alan kişiler, görevler, sorumluluklar, işleyiş süreçleri söz konusudur. Devlet organı içindeki bu karmaşık yapıda düzenin ortaya çıkması siyasal süreçlerin işleyişinin kalitesine bağlıdır. Siyasal süreçlerin işleyiş kalitesi toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin siyasal kültür düzeyine, siyasal katılım geleneğine, tarihi, sosyal, ekonomik, eğitsel gelişmişliğe doğrudan doğruya bağlıdır. Bu da günümüzde demokrasi kavramı içinde tartışılmaktadır.

Siyasal istikrarın olmadığı yerlerde siyasal bir düzen olmayacaktır ki Türkiye uzun tarihi geçmişi içinde son on iki yıllık dönem dışında böyle bir istikrara sahip olamamıştır. Siyasal istikrarın görüntüde olması da sorunu çözememektedir. Siyasal istikrar siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel gelişmişlik düzeyiyle doğrudan ilgilidir. Siyasal istikrarın genel yönetim anlamında var gibi görünmesi devlet aygıtının istikrarlı ve istendik sonuçları verecek şekilde çalışabileceği anlamına gelmemektedir. Devletlerin hayatlarında on yıllık dönemler çok da önemli zaman süreleri değildir. Kaldı ki ülkemizde her ne kadar on iki yılı aşan bir iktidar var gibi görünse de iktidar olmakla muktedir olmak kavramlarına yönelik siyasal yönetim üzerindeki farklı vesayet yapılarının varlığına ilişkin tartışmalar ve dikkate alındığında iktidara gelmenin her şeyi yapma gücü vermediğinin de bir başka yönünü göstermektedir. Devlet aygıtı siyasal, sosyal, psikolojik, kültürel, bürokratik, bilimsel ilkelere bağlı olarak işleyen karmaşık bir makine görünümündedir. Bu aygıtın içinde yer alan kişiler, gruplar, yapılar insani boyut kadar maddi ve manevi boyutlara sahip çok farklı işleyiş sistemlerine, süreçlerine sahiptir. İnsan unsuru tek başına ele alınsa içinden çıkılmaz karmaşık sistemlerle karşı karşıya kalınır. Devlet aygıtında değişimi ortaya çıkarmak büyük emek, zaman ve planlamalara ihtiyaç duyarken toplumların hayatlarında bunu sağlayabilmek çok daha güçtür. Ülkemizde merkezi yönetim anlayışı toplumu oluşturan bireylerde her şeyi devletten bekleme alışkanlığını, algısını güçlendirmiştir. Bu algı ve alışkanlık bireyleri sorumsuzluğa, duyarsızlığa, güçsüzlüğe, çaresizliğe sevk etmektedir.

Geçmişten gelen uygulamalar toplumu pasif bir yapıya hapsetmiştir. Toplumsal yönden bu pasif yapı bireylerin de pasifleşmesini destekler bir şekilde işlemektedir. Pasifleşmiş bireylerin toplumsal, siyasal, sosyal yapıların içinde aktif bir konuma gelmeleri mümkün görünmemektedir.

İş hayatında emeğin örgütlenmesi olarak görülen sendikalaşma hareketinin içinde bulunduğu sorunlar bir başka boyutta eksikliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Örgütlü toplum aynı zamanda sorumluluk getiren bir olgudur. Toplum içinde sorumluluk almadaki isteksizlik örgütlü toplum oluşturmada önemli bir sorundur. İnsanlar sorumluluk almaksızın haklarına ulaşabileceklerini beklemektedir. Bu durum sorunların kökleşmesinin en önemli nedenlerinden birisi olarak karşımızda bulunmaktadır.

İş hayatında verimlilik uygulamaları çerçevesinde yapılan değerlendirmelere bakıldığında sürekli sübvanse edilen bir sistemin uzun süre yaşatılabilmesinin mümkün olmadığını göstermektedir. Verimlilik kavramı günümüzde büyük önem kazanmış durumdadır. Verimsiz işletmelerin ayakta tutulmaya devam edilmesi uzun vadede toplum kaynaklarının israfı anlamına gelmektedir. Toplumun maddi kaynaklarının sürekli israf edilmesi gelecek kuşakların haklarının yenmesi anlamına gelmektedir. Sürekli yarının kaynaklarını bugünden kullanarak nereye kadar gidilebilir. Ülkemizdeki ekonomik yapıların bu yönüyle önemli sorunlarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Ekonomik sektörlerdeki gelişmişlik düzeyine ilişkin tartışmalar bu konuda önemli veriler sunmaktadır. Geçmişte gelir gider dengesini dikkate almayan ülkelerin düştükleri durum bu gün de farklı olmayacaktır.

Toplumu oluşturan bireylerin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal alışkanlıkları uzun dönemde toplumun alışkanlığı olarak ortaya çıkmaktadır. Bireylerin alışkanlıkları bireysel gelir gider dengesine pozitif katkı sağlıyorsa toplumun uzun dönemli gelir gider dengesi de pozitife dönüşmektedir. Aksi durumda toplum içinde güçlü olan bireyler kendi ayakları üzerinde durabilirken güçsüzler yok olmakla karşı karşıya gelmektedirler. Ülkemizdeki bireysel alışkanlıklara bakıldığında önemli sorunların bulunduğu görülmektedir. Toplumu oluşturan bireyler sosyal olarak sorumluluktan kaçan, pasif, duyarsız, bencil, kuralsız, düzensiz bir yaşayışı benimsemiş görünmektedir. Ekonomik olarak ise sürekli tüketen, az çalışıp çok kazanma peşine düşen, geliri ile gideri arasında dengeyi dikkate almayan, taksitli yaşayan, üretmeden tüketmeye alışmış bir yaşayışı benimsemiş görünmektedir. Bireysel boyutta bu ve benzer alışkanlıklar toplumsal hayatımıza da alışkanlık olarak karşımıza çıkmış durumdadır.   

Türkiye’deki iş kazalarından hareketle ortaya çıkan bu değerlendirmelerin tümünü bir yazıya sığdırabilmek mümkün görünmüyor. Bu nedenle birey, toplum ve devlet olarak geçilmesi gereken birçok aşamalar varken bir anda iş kazalarından kurtulmayı beklemek hayalden öte bir anlam taşımamaktadır. Bu nedenle bireyler olarak daha çok katkı sağlayacak olumlu alışkanlıklara sahip olabilmek için çaba gösterirken bunu toplumsal boyuta taşımanın yollarını bulmak ve etkin bir devlet yönetimi kurmak vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bunu kim ve nasıl yapacak sorusu ise yeni bir tartışmayı gerektirmektedir.

Ahmet Hikmet

eagensea@gmail.com

 
Toplam blog
: 26
: 934
Kayıt tarihi
: 03.05.10
 
 

Eğitim insandaki cehaleti alır. Ancak eğitimin gideremeyeceği bir çok özellikler vardır. Bu neden..