Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '14

 
Kategori
İnançlar
 

Et yemiyor musunuz, kuzum?

Et yemiyor musunuz, kuzum?
 

Kurban Bayramına yaklaştığımız şu günlerde, kuzucuklara acıyanlara klasik sorumu tekrarlamak istiyorum:

Diğer günlerde et yemiyor musunuz?

Eğer cevabınız evet ise, başka zamanda afiyetle et yerken, kurban hayvanlarına acıyor olmanızın biraz ikiyüzlü kaçtığını belirtmeliyim.

Nedenlerini ise önceki yazılarımdan alıntılarla cevaplamak istiyorum:

Neticede yediğimizin tümü aynı “masum” bakışlı hayvanların etidir, bu sadece Kurban Bayramı ve kurbanlıklara has bir durum değildir. Aradaki tek fark, bunun sözünü ettiğimiz zaman diliminde gözümüzün içine sokulmuş olmasıdır. Sofralarımıza gelen mis kokulu yiyeceğin hangi canlı türünden nasıl elde edilmiş olduğunun kaçınılmaz olarak bize hatırlatılmasıdır.

Galiba öncellikle bundan rahatsız oluyoruz.

Bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.

Ancak bu hayvanların kesilme şekillerine, özellikle de acemi kasapların elinde ve her türlü hijyenden uzak ortamlarda gerçekleşenlere, tabii ki benim de her bilinçli dindar gibi büyük itirazım var. Hayvanlara eziyet çektirmenin vebalini hiçbir dini gerekçe ortadan kaldıramaz ve bunun günahını da hepimiz yükleniyoruz. Bunun önüne geçmek tüm toplumun sorumluluğundadır. Bu açıdan belediyeler ve büyük marketler de aslında son derece profesyonel hizmetler sunuyorlar, ancak insanlarımızın önemli bir kısmı hala kendine en yakın bölgede rastgele kurban kesmeyi tercih ediyor.

Sonuçta her konuda olduğu gibi farklı eğitim ve bilinç seviyelerine göre ne yazık ki çok farklı ve insanı adeta insanlığından utandıran kurban kesimi manzaraları sergileniyor. Ancak unutulmamalıdır ki, dünya genelinde de kesimhanelerde çok vahşi kesim yöntemleri uygulanıyor ve bu açıdan da Kurban Bayramında sergilenen (göreceli olarak çok daha az sayıdaki) olumsuz örnekler, dünyanın her yerinde her gün işlenen sayısız benzerlerinden farklı değildir ne yazık ki.Bu konudaki videoları izleyen etoburlar bile, bir süreliğine et yemekten kesildiklerini belirtiyorlar.

Diğer taraftan kurban hayvanlarının dinen doğru kesilme prensipleri, aslında en “yumuşak” kesim şeklidir. Yani hayvanları onlara uygun temiz yeşil ortamlarda, son ana kadar en iyi şekilde tutmak ve duayla teskin ederek profesyonelce kesmek. Ne yazık ki gittikçe kalabalıklaşan dünya nüfusunun gereksinmelerini karşılayabilmek için, endüstriyel üretim gittikçe daha da suni ve acımasız bir hal almaktadır.  Buna paralel olarak çöpe giden et miktarı da aynı şekilde artmaktadır. Bu açıdan da Kurban Bayramı çok önemli bir istisnadır, kesilen hayvanların zerresi ziyan edilmemektedir ve et gerçekten de ihtiyaç sahibi olanlara ulaşmaktadır. Özellikle de ülkemizde bu böyledir ve varlıklı olanlar tarafından kurban etinin tümünün ya da büyük bölümünün fakirlere bağışlanması çok yerinde bir gelenektir.

Bayramın kendisine gelince, aslında en “doğru” kutlama şekli kendinizin başında durarak kurbanı ehil kimselere kestirip, yine kendi elinizle ihtiyaç sahiplerine dağıtmanızdır. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu konuda belediyeler ve büyük marketler çok güzel hizmetler sunmaktadır. Ayrıca muhtara bile gittiğinizde, hiçte uzağınızda olmayan gerçekten muhtaç sahibi hanelere kolaylıkla ulaşabilmeniz mümkündür. Bizim gibi gelirde uçurum farkı olan toplumlarda bu ne yazık ki zor değildir. Manevi hazzı ise o denli büyük ve de hüzünlüdür.

Hayvanı “kurban” etmek kavramına karşı olanlara ise vahşi fok avı ve de anlamsız boğa güreşlerini hatırlatmak isterim. Matador Alvora Munera’nın hikâyesini örneğin. Bu ünlü matador son büyük mücadelesinde gücünü yitirip yıkılır. Boğanın ona yaklaştığını görünce de korkulu sonun yaklaştığını hisseder. Lakin boğa ona hiç bir şey yapmaz. Karşılaşmadan sonra matador açıklamasında şöyle der: "Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi, fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim. Kendimi dünyanın en vahşi mahlûku gibi hissediyordum."

Ama bildiğim kadarıyla matadorun bu sarsıcı itirafı, boğaların her sene insanların ilkel zevklerine kurban edilmelerini önleyebilmiş değil. Fokların yaşadığı vahşet ise yer kabuğunu sarsacak cinsten, Hele verdiğim resimlerde o yavru fokun bakışı yok mu, beni kahrediyor. Kafalarından vurularak öldürülmelerinin tek nedeni de, kürklerinin zarar görmemesidir. Aynı şekilde ıstakozların canlı canlı kaynar suya atılmaları da affedilir cinsten değil.

O yüzden de hayvan kesme bayramı olmaz diyenlere, öncellikle bayramın anlamını ve prensibini doğru öğrenmelerini tavsiye eder, yerinde eleştirilerine hak verirken de, gözlerini diğer gerçek vahşetlere çevirmelerini dilerim.

Şunu da unutmayın ki, et en temel gıdalardan biridir ve tüm dünyada bundan mahrum kalanların, özellikle de çocukların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu açıdan hiç değilse bayramdan bayrama bu nimeti birkaç muhtaçla paylaşabilmek aslında mutlulukların ve de şükrün en büyüğüdür. Ayrıca steril konforlu yaşantımızda önümüze gelen gıdaların bir kısmının hangi kanlı aşamalardan geçtiğinin senede bir defa da olsa bize hatırlatılıyor olmasını da çok yararlı buluyorum. Hiç şüpheniz olmasın ki, gerçek anlamda aç kalsak ve iş başa düşse, rahat yaşam şartları içersinde “barbarca” olarak adlandırdığımız hayvan kesimini bizzat kendi ellerimizle gerçekleştirmekten geri durmazdık. Sadece bu eşiği aşma seviyemiz farklı olurdu.

Diğer yandan bayramların veya genel olarak kutlama ritüellerinin günümüz iletişim çağındaki olumlu/olumsuz mesaj potansiyeli de çok güçlendi. Eğer Kurban Bayramını kutlayanlar Hıristiyan âlemi ve Vatikan olsaydı, medya ve film endüstrisiyle kurbanın paylaşım ve kardeşlik kültürünü öylesine güzel işlerlerdi ki, dünyanın geri kalanı kendini egoist israfçı etobur kitlesi olarak görürdü. Aynı şekilde haccın her türlü maddi varlık simgelerinden arınmış ibadet ruhunun, günümüz maddi tüketim dünyasına nasıl panzehir olduğu konusunu da dantel gibi işlerlerdi. O yüzden de Vatikan ve bahçesi olduğu gibi eşsiz bir yeşilliğin içersinde muhafaza edilirken (ve turistik pazarlama objesi olarak korunurken), bizdeki eşsiz mütevazılık örneği olan Peygamber mirası adeta uzay üssüne çevriliyor. İleriki nesiller daha huzurlu bir maneviyata sahip diye seccadelerini kapıp Kâbe yerine Vatikan bahçesinde namaz kılmaya giderlerse, kimse şaşırmasın.

Şöyle özetleyebiliriz: Şehirlerde veya ülkelerde kaçak ve de çirkin ne kadar yapılaşma varsa, usule aykırı ve gözü rahatsız eden de o kadar kesim oluyor. İnsanlar neyse, inşa ettikleri çevre ve yaşadıkları değer de o oluyor. Onun için doğru eleştiri getirmek kadar, eleştirilerden doğru dersi de çıkarmak gerekiyor. Yanlışı yanlışla düzeltemezsiniz.

Bu yüzden tekrar soruyorum: Et yemiyor musunuz, kuzum?

Birbirimizi gerçek anlamda anlayıp kucaklayabildiğimiz nice sevgi, barış ve paylaşım dolu bayramlar dilerim.

Kurban Bayramınız mübarek, ibadetleriniz makbul, dualarınız kabul olsun...

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..