Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '14

 
Kategori
Güncel
 

Gülen cemaatinin günahları ve Allah'ın tokadı!

Gülen cemaatinin günahları ve Allah'ın tokadı!
 

Kötülüklere karşı ilahi adaletin anında gerçekleşmemesi karşısında söylediğimiz bir deyim vardır:

Allah'ın sopası yok ki!

Ama biliriz ve de gönülden inanırız ki Allahu Teala adaletini sadece öbür dünyaya yani ahirete de bırakmaz...

Sopası yok diye, ki manevi bir varlığın maddi bir araca sahip olmasını düşünmek abestir, Allah'ın cezalandırmada, ilahi adaletini gerçekleştirmede etkisiz kalacağını zannetmek onun için bir acziyettir ve bu onun sahip olduğuna inandığımız mutlak kudretine aykırıdır.

Demem o ki Allah bu dünyada da hiç ummadığınız bir zamanda manevi sopasını öyle bir kafanıza indirir ki feleğinizi şaşırırsınız. Bu sopa sizin sadece zenginliğinizi, yaşam kalitenizi, sosyal düzeninizi, itibarınızı bozmakla kalmaz; gerçekten maddi sopa yemiş gibi fiziki görünümünüzü de değiştirir.

Müslümanlar arasında genel kabul görmüş bu durumu Fethullah Gülen de teyit etmektedir. Hemde bizatihi kendisi üzerinden örneklemeler vererek.

Beynelmilel bir cemaatin lideri olarak kendini inkâr anlamına gelen bu kabul, aslında Gülen için açık bir itiraftır.

Bakınız Herkul.org sitesinde 29.11.2013 tarihinde yayınlanan vaazında Gülen ne diyor:

"Birinin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yoksa, siz o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, 'Onların hakkı o kadar değildi' diye sizi tokatlayabilir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum. Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık. Kamet-i kıymetinin üstünde, o ölçüde liyakatı olmayan insanlara değer atfetme mevzuu, hakikati alt üst etme demektir. Kader, 'Öyle değil bu mesele; alın siz ağzınızın payını!' dedi ve bize tokat üstüne tokat indirdi."

Tokat üstüne tokat!

Her ne kadar karşı tarafın yani AK Parti iktidarının ya da Erdoğan'ın kötü olduğunu vurgulamak için böyle bir itiraf yapılmışsa da itiraf itiraftır.

Demek ki Fethullah Gülen hep yanılmakta, hata yapmakta ve bunun karşılığı olarak da sürekli olarak Allah'tan tokat yemektedir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi aslında bu itiraf Gülen'in, kendi cemaati içerisinde bu zamana kadar dikte ettirdiği imajına da aykırı bir durumdur.

Çünkü o hiç yanılmaz bir kişilikti. Onun rüyalarındaki anlattığı peygamber arkadaşlıkları ve yine ona izafeten cemaat mensuplarınca anlatılan rivayetler ve menkıbeler onun keramet sahibi olağan üstü bir insan olduğunu göstermekteydi. Cemaatte en ufak bir Gülen eleştirisinin bile yapılmasının imkânsız olması ve bunu yapanların anında dışlanmaları bunun ispatıydı.

Bırakın açıktan eleştiriyi, bu konudaki bir zan yani eleştiri ihtimali bile dışlanmak için yeterliydi.

Bu kapsamda dışlanmış olan Gülen'in en eski arkadaşlarından Latif Erdoğan'ın Gülen'le ilgili sözleri ise olayın boyutunu daha da ileri aşamaya götürmektedir. Erdoğan'ın açıklamalarına göre, Gülen Allah ile doğrudan görüştüğünü iddia etmektedir.

Buna göre Gülen peygamber seviyesine çıkmakta ve 'ismet' yanı günahsız sıfatını almaktadır.

Böyle bir kişiliğin de durmadan hata yapması imkânsız olmalıydı.

O halde tokat itirafını nasıl anlamalıydı? Bu bir sürçü lisan mıydı acaba?

Gülen'in daha sonra 27 Ocak 2014 tarihinde BBC'ye verdiği mulakatta da benzer ifadeleri kullanması, bu itirafın sürçü lisan olmadığını göstermektedir. Gülen bu mulakatta da şöyle demekte:

"Bir ayette denir ki "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen fenalık ise nefsindendir." Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi."

Bu son açıklamada karşı tarafın kötülüğünü vurgulamak da söz konusu değil; Gülen doğrudan doğruya dosdoğru bir yolda olmadıklarını, hatalı davrandıklarını ve bu yüzden de Allah'ın tokatını yemiş olabileceklerini söylüyor.

Böyle büyük bir çelişkinin farkına varmış olmalı ki Gülen, 14 Aralık Soruşturması ile ilgili 16 Aralık 2014 günü yaptığı bir konuşmada bakın neler diyor:

"Şimdi, hep aklımdan geçiyordu: Bu insanlar yirmi senede dünyanın yüz altmış ülkesinde bin üç yüz, bin dört yüz okul açtılar. Acaba bizimhizmetimiz hora geçmiyor mu, Cenab-ı Hakk'ın rızasına muvafık değil mi? Neden böyle bir fiske bile yemiyoruz; bir iğnenin ucuyla bize dokunmuyorlar? Bu yol peygamberler yolu, bu yol evliya yolu. hayatını hep sefa içinde geçirenler İnşikak Sûresi'nde ifade edildiği gibi ahiretteki zevk u sefalarını burada kullanmış olurlar. İşte bu hadiseler başladıktan sonra "Elhamdülillah, diyorum, demek ki arkadaşlarımız, yürüdükleri yolda tevhid mihrabına doğru yürüyorlarmış. Hedefleri Allah rızasıymış, i'lâ-yi kelimetüllahmış, evrensel insani değerler üzerinde, bu ortak paydada insanları bir araya getirme cehdi, gayreti, azmi, misyonuymuş." Onun için Allah (celle celalühü) adeta "Sizi de bu kadar hırpalayacağım!" diyor. bazılarınız bu işin dışında, başkalarının çektiği şeyler karşısında ızdırap duyacaksınız, birinin ağlaması karşısında ızdırap duyacaksınız. Bazılarınız da medrese-i Yusufiyeye atılacak, tevkif edilecek, istintaka tâbi tutulacak, mahküm edilecek.

Evet, bu kadar hizmet karşısında bunlar olmasaydı, bir yönüyle "demek ki hora geçmiyor!" denebilirdi. İnşallah yapılan şeyler hora geçiyor ki nezd-i Uluhiyette, Allah o mübarek, o mukaddes selefleriniz yolunda, onların başlarına gelen şeyleri belli ölçüde, gücünüzün yettiği kadar sizin başınıza da getiriyor. "Hizmet yapıyorum" deyip de sağda solda keyif çatan insanlar, başlarına bunlar gelmiyorsa, kendi hallerine ağlamalıdırlar. "Belanın en çetin, en zor ve altından kalkılmaz olanına enbiya maruz kalır. Ondan sonra da seviyesine göre diğer mu'minler." deniyor hadis-i şerifte.

Dolayısıyla çektiğimiz şeyler bizim için bir arınma hadisesidir. Cenab-ı hakk'a binlerce hamd u sena olsun ki öbür tarafa almak istediği insanları arınmadan, yıkanmadan -teneşirde yıkanma değil esasen, belaların ve müsibetlerin havzında yıkanmadan- huzur-u kibriyası ve azametine almıyor."

Bu sözlerle Gülen 180 derece çark ederek kendilerinin doğru yolda olduklarını yani hata yapmadıklarını söylemektedir. Kendilerini ismet sıfatını haiz enbiyanın ve evliyanın halefi konumuna koyarak, bırakın doğru yoldan ayrılmayı ve hata yapmayı, tam aksine onların yolundan gittikleri için onların başlarına gelen bela ve müsibetlerin de kendi başlarına geldiğini ima etmektedir.

Yani kendisi ve cemaati sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz ve günahsızdır.

Tam bir hezimetten kahramanlık yaratma psikolojisi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, cemaati faili meçhullerle suçlaması üzerine buna cevap olarak yaptığı konuşmada Gülen, özetle kendisinin karıncayı bile incitmediğini, bahçede gezerken karıncalara basmamak için yolunu değiştirdiğini, odasına giren ve can çekişen bir arıyı kurtarmak için onu alıp bal kavanozunun içine koyduğunu ama yine de kurtaramadığı için göz yaşlarına boğulduğunu anlattı.

Bu sözleriyle Gülen, bir karıncayı, bir arıyı yaşatmak için çırpınan biri nasıl olur da insan hayatına kıyabilir, demek istiyor.

Tabii ki sözlerin, başka bir anlatımla kendi kendini anlatmanın hiçbir önemi yoktur. Esas olan fiiliyata yani eylemlere bakmak gerekir. 

Gülen'in 'Dinler Arası Diyalog' sürecine girdikten ve özellikle de Amerika'yı mesken olarak tuttuktan sonra, İslam dininin itikadi ve ameli konularındaki farklı fetvalarını ve siyasi anlamda hep Amerika ve İsrail menfaatleri yanında yer almasını bir kenara koyacağım...

Ben esas olarak son yıllarda belli bir emniyet, yargı, medya mensuplarının Türkiye'de yapmış oldukları kumpaslara, mağduriyetlere, özgürlük kısıtlamalarına, hukuk cinayetlerine ve de büyük bir ekonomik ve siyasi kriz doğuracağı kesin olan hükümetin düşürülmesi girişimi gibi bir fitne ve fesat olayına değineceğim. Süreçte yaşanan intihar olayını ve hastalığa yakalanıp ölenleri de unutmamak gerekiyor.

Bu eylemlerin hepsi de beşeri hukuk açısından büyük suç kapsamında bulunmaktadır. Kendilerine yönelik operasyon başladıktan sonra, kaybettikleri halk desteğini yeniden kazanmak için sıkıca sarıldıkları, yani istismar ettikleri dinin terimiyle söyleyecek olursak, bunların hepsi dince de büyük günahları oluşturmaktadır. Bu yazıda onların dilinden konuşmak için onların işledikleri suçlara günah diyeceğim.

Amaca ulaşmak için yalan söyleme, insanları kandırmak için algı operasyonları yapma, iftira, hakaret, küfür ve munafıklıkla itham etme gibi bir müslümana yakışmayacak davranışlar da işlenmiş olan günahların bonusu gibi...

Fakirin hakkı olan zekat ve kurban paralarını devasa medya, banka ve holding kurmak amacıyla kendi hesaplarına aktarmaları ise günah işlemedeki hoyratlığın uç sınırlarını göstermektedir.

Yatak odalarının şantaj ve tehdit amacıyla gözetlenip kameraya alınması İslamiyetle nasıl bağdaşabilir?

Polis Koleji, askeri liseler ve KPSS sınav sorularının çalınıp sınavdan bir gece önce kendi öğrencilerine dağıtılması olayları da var. Hani siz harami değildiniz, kimsenin hakkına tecavüz etmemiştiniz ve bu yüzden iktidarla takışmıştınız?

Günahları saymakla bitmiyor...

İşlemedikleri günah kalmamış.

Neredeyse İslam dininin günah saydığı ne kadar fiil varsa hepsi de fütursuzca işlenmiş.

Ama Gülen'e sorarsanız enbiyanın ve evliyanın izinden gidiyorlarmış!

Buna kargalar bile güler.

Yukarıda saydığım günahlar işlenmemiş olsa bile, hiç kimsenin kendi seleflerinin enbiya olduğunu iddia etmemesi gerekir. Bu iddia kendi günahlarına peygamberleri ortak etme anlamına gelmektedir. Hiçbir sıradan insanın vahiy kontrolündeki peygamberler seviyesine ulaşması düşünülemez.

Olayımızda peygamberlerle uzaktan yakından ilgisi olmayacak şekilde günahlar katmer katmer işlenmiş.

Suçlardaki bireysellik gibi günahlarda da bireysellik söz konusudur. Dolayısıyla herkes işlediği günahtan sorumlu olmalıdır.

Ama keşke Gülen'in "Onların binde birini bile tanımam" sözü doğru çıksaydı ve bu günahları işleyenleri  sahiplenmeseydi ve de onların kuyruklarına basıldığında da kendi kuyruğuna basılmış gibi bağırmasaydı.

Dinlemelere takılan ve reddedilmeyen telefon tapelerinden anlıyoruz ki, gündelik basit işler de dahil olmak üzere, bütün icraatlar yapılmadan önce ona soruluyormuş ve ondan izin alınıyormuş. "Bir gece yarısı beni aradılar ve önemli birinin bir alüfteye gideceğini söylediler. Ben de engelledim." açıklamasını bizzat kendisi yapmıştı.

Mübarek dini cemaat değil de istihbarat örgütü gibi.

Her işte Gülen'den izin alınması onu bir numaralı fail durumuna düşürmektedir.

Haksız yere yıllarca hapiste yatanlar, kariyer ve itibarları yerle bir olanlar, perişan olan onlarca aileler bir tarafa, ölüm yıldönümünde geçtiğimiz günlerde anılan Yarbay Ali Tatar'ı ve büyük bir acı yaşayan ailesini ne yapacağız?

Sözcü yazarı Soner Yalçın, bir faili meçhule kurban giden Necip Hablelemitoğlu'nun Gülen aleyhine soruşturma yürüten dönemin DGM savcısı Nuh Mete Yüksel'e önemli bilgi ve belgeler verdği, bu konuyla ilgili yazdığı kitabın da yayın aşamasında olduğu bir sırada öldürüldüğünü yazdı.

Tahşiye davasında yaşanan mağduriyetler, Soner Yalçın, Ahmet Şık, Nedim Şener ve Hanefi Avcı'nın başına gelenler ortada...

Hepsinin ortak noktaları Gülen aleyhine yazı ya da kitap yazmaları.

Bu kadar tesadüf olabilir mi?

Ülkenin başbakanı ya da cumhurbaşkanı gibi her şeyde görüş açıklayan Gülen, bu mağduriyetler ve ve hukuk cineyetleriyle ilgili eleştiri kapsamında bir açıklama yaptı mı?

Bir karıncayı bile ezmeyen, bir arı için göz yaşlarını döken Gülen; bu büyük dramlarda neden kuzuların sessizliğini oynadı ve bununla da kalmayıp neden faillerin bir numaralı avukatlığına soyundu?

Bu da işlenmiş bütün günahlara ortak olmak anlamına gelmektedir.

Bu günahların karşılıksız kalması düşünülemezdi.

Tokat sözcüğünü kendisi kullandığı için kullandım.

Günahlar o kadar çok ki tokatlar peşpeşe geliyor.

Büyük bir sinsilikle ve takiyeyle insanlar kandırılarak İslam fıkhına aykırı bir şekilde toplanan kurban ve zekat paralarına ilaveten yabancı vakıfların yardımlarıyla kısa sürede bir imparatorluğa dönüşen oluşumun temelleri çatlamış vaziyette ve her an yerle bir olabilir.

Kurumsal yıkımın yanı sıra, lider olarak Gülen için de kişisel ve fiziki yıkım söz konusu.

Onun bir yıl önceki saygınlığı ve itibarı yerlerde sürünüyor. Bugün maddi ve siyasi amaçlarla onu savunanlar bile onun ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu olaylar ortaya çıkmadan önce ölseydi bir evliya muamelesi görecekti. Şimdi ne göreceğini söylemeye bile gerek yok.

Peki, bu kadar manevi tokatın hiç mi fiziki etkisi olmamıştır?

Bu konuda yine kendisinin bir sözü olmasaydı bir şey demeyecektim. Eski arkadaşı  Latif Erdoğan bir tv kanalında anlatmıştı. 1990'lı yılların ortalarında Gülen'le birlikte Samanyolu tv.'nin hizmet binasını ziyaret etmişler. Çikişta Gülen kendisine, "Dikkatini çekti mi? Hiçbirinin yüzünde nur kalmamış." demiş.

Müslümanlar arasında  'nur yüzlü' kavramı çok önemlidir. Kendilerini Allah'a adayıp ibadetlerini yapan ve iyilikten başka bir şey düşünmeyen özellikle de yaşlı insanların bu durumlarının yüzlerine yansıdığına ve nurlandıklarına inanılır.

Gülen'in yüzü ise, bütün rauntlarda kum torbası gibi dayak yiyip zor bela nakavtan kurtulmuş olan boksörlerin yüzüne benziyor.

Gülen, yıllar önce Samanyolu tv çalışanlarında tespit ettiği yüz ifadesini aynada göremiyor mu acaba?

Silkinip kendine gelmesi ve ahir ömründe tövbe etmesi buna bağlı.

21 Aralık 2014

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..