Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '17

 
Kategori
Güncel
 

Fırtına kayıkçıları...

Fırtına kayıkçıları...
 

İstiklal yoludur adı. Biraz hayal, biraz türkü, biraz efsane, biraz kahır ve çokça da umuttur. Başlar İnebolu'dan, uzanır Küre, Seydiler, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik üzerinden Ankara'ya. Anadolunun kalbini besler, bir ana damardır. Ulaşır Ankara'ya; Kurtuluş'a. Gecenin ileri saatidir, karanlık, göz gözü görmez. Kağnı tekerleklerinin gıcırtısı büyütür sessizliği ve durmadan yağan kar. Aniden durur öküzler. Koşuşuşturur kalabalık. Seydi'li Şerife Bacı yere düşüp öylece kalmıştır; hareketsizdir. Donup kalmıştır. Üzerindeki kalın yün üstlük kağnıdaki mermi sandıkları üzerinde uyuyan küçük çocuğu ve sandıkları örtmüştür. Sıcaktır bebe ve sıcaktır mermiler. 1921 yılının buz kesen bir Aralık gecesidir...

 "Başüstü, bismillah viraya hazır ol!"

 "Bismillah vira."

İsmail Hakkı Kaptan'ın sesidir geceyi bölen. Saat gecenin 01.00 dir. Baş ve kıç fenerleri söndürülür. Alemdar sessizce süzülür boğazdan Karadeniz'e. 6 Şubatıdır 1921 yılının. Ereğli önlerinde yolu Fransız C-27 gambotu tarafından kesilir ve İstanbul'a dönmek üzere geriye dümen kırmak zorunda bırakılır. Gemide topu topu yedi kişi ve tek bir tabanca vardır. Ertesi günü gemide bulunan Fransız subayını esir alarak gemiyi tekrar rotasına döndürürler. Gemi peşindeki gambotla birlikte Ereğli limanına girer. Karadan açılan ateşinde yardımıyla gambot kaçmak zorunda kalır. Çıkan çatışmada vurulan serdümen Rizeli Kahya Recep ölür. Kanı karışır denize. Kurtuluşun ilk deniz şehididir.

Yolu Ereğli'ye düşenler bilir. Kıyıda sanki karaya oturmuş gibi duran bir gemi karşılar onları. Hoşgeldin dercesine. Bu Gazi Alemdar Gemisi'nin müze yapılan bir kopyasıdır.

Tophaneli Cambaz Mehmet'in içi içine sığmamaktadır. Odanın içinde durmadan dolaşmakta, sigara içmekte ve kulaklarında Halide Edip'in "kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir" haykırışı çınlamaktadır. Tophaneli bir kabadayıdır aslında. Elli kadar adamıyla işgale direnen. Mustafa Kemal'le birlikte Çanakkale'de vuruştuğunu, onun tarafından onbaşı yapıldığını ve şimdilerde MM (Milli Mücadele) teşkilatının başına onun tarafından "göreyim seni Tophaneli" diyerek getirildiğini unutmaz hiç. Hiç unutmaz onu karada adamlarıyla emniyetini sağlayıp, açıkta duran Bandırma Vapuruna kadar götürüp Samsun'a uğurladığını, hiç unutmaz. Şimdi İstanbul'dan Anadolu'ya deniz yoluyla kaçırılan silah, mühimmat ve malzemenin emniyetini sağlamaktır işi. Akşamı bekler...

Akşam bir kahır gibi tüm ağırlığıyla abanır üstüne İstanbul'un. Bir kaç ölgün ışık Haliç'in durgun sularına düşerken, minarelerden yayılan yatsı ezanının sesidir tek işitilen. Boyanacak, bakımı yapılacak diyerek işgal kuvvetlerinden kaçırılarak Haliç'e sokulan Minerva ve Altay gemilerine harıl harıl cephane ve silah taşımaktadır insanlar. Kimi akşamlar da mavnalara, kancabaşlara, alamanalar, pazar kayıklarına sessizce devam eder bu iş. Ser verirler, sır vermezler. Karıncalar gibidirler çok ve sessiz. Ve ürkütücü sessiz...

Tam boğazın ortalık yerinde devriye botunun projektör ışıkları üzerine düşer. Anında bırakır kürekleri, hazır oltayı sallar denize. Oysa balık için zaman hiç de uygun değildir. Lüfer boğazdan Marmara'ya akıp gideli de çok olmuştur. Yaklaşır, etrafında bir döner, uzaklaşıp gider bot. Dalgasında sallanır tekne, durulur. Karina tahtaları üzerinde üst üste boylu boyunca uzatılan üzerleri örtülü tüfekler sessizdirler; kıpırtısız. Ve bir büyük patlamaya hazır. Yanaşır Kadıköy'e, zifir karanlıktır görülmez ortalık. Doğu ufkunun etekleri kıpkızıldır. Anadolu'ya güneş doğmaktadır.

 "Geciktin Kartallı"

Cevap vermez. Atlar karaya. Yanar avuçları, cılk yara olmuştur. Kan içinde. Avuç derileri küreklerin elciklerinde yapışıp kalmıştır. Aynı zamanda çok uzaklarda  Ilgaz Dağı'nda bir yün üstlük bir bebenin ve silahların üstünde...

Yunanlıların terkederken yaktıkları Yalova'dan yükselen alevler denizin üzerinde kızıl harelenmeler yapıyordu. Uzayıp sonra kısalan. Ahırkapı'dan yüklediği silah ve malzemeyi Çatalburun'a getiren iki büyükçe yelkenli tekne yanaştı iskeleye. Karamürselli İsmail Ağa, yanında oğulları Fehmi ve Saffet bismillah deyip atladı karaya.

 "Sağ salim getirdik emanetleri beyim." 

 "Sağ olun."

Karamürsel'e, Akçakoca'ya, Kefken'e aynı yükle yaptığı sayısız seferlerden birini daha tamamlamıştı. Elini tabakasına uzattı, açıp bir sigara aldı, yaktı. Dumanını üfledi geceye, daha dur dercesine. Çakmağın yanıp sönen ışığında gözlerinde bir kısacık an, bir çelik inancın ışığı da yandı, söndü...

Yaşlı kadın uzun zamandır gözlerini gece gibi denize dikip oturduğu pencerenin önünden kalktı. Beyaz tülbent başörtüsünü düzeltti. İsli cam şişesini anca aydınlatan titrek alevli gaz lambasını alarak mutfağa geçti. Tarhana çorbası tenceresini ateşe sürdü. Yer sofrasına üç çanak ve üç tahta kaşık koydu, ekmeği dilimledi.

"Çok şükürler olsun Rabbim, geldiler gene."

İnebolu açıktır Karadeniz'e. Önü bir hırçın deniz, arkası dağdır. Umut dağın ardında...Açıkta demirli Alemdar'a kaba dalgalar içinde kah kaybolup, kah görünerek bata çıka gidiyordu denk kayıkları. Korkusuzca, ustalıkla. Kıyıya getirdikleri siah ve cephane sandıkları yaşlı, kadın erkek ve çocuklar tarafında boşaltılıp depolara taşınıyor, depolardaki sandıklardaki de kağnılara. Sonra dağın ardına. Biri gidip biri geliyordu denk kayıklarının. İsimsizlerdi kayıkçılar. Gerek yoktu belki de isimlerine. Kocaman elli  ve deniz yürekliydiler. İstiklal Madalya'lı denk kayıkçıları...

 Kartallı kıyıda duran nişanlısının ellerin kavrayıp aldı sandala.

 "Ne oldu senin ellerine öyle?"

 "Hiç işte..."

 Konuşmazdı pek. Zaten konuşmanın da zamanı değildi...

 Akın Yazıcı

20 Mayıs 2017/İzmit

*Denk kayığı: İnebolu yapımı şimdilerde kalmayan, bir örneği İstanbul Deniz Müzesi'nde sergilenen bir ahşap tekne.

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..