Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Fıs fıs

Fıs fıs
 

Sırf alışveriş olsun diye sözde üniversitenin ( bu tabiri kullandım ve orada okuduğunu sanan öğrencilere ayıp olmasın düşüncesi ile şehrin adını yazmayacağım) karşında bulunan kırtasiyeden kalem ve defter aldım...Amacım kırtasiyenin atmosferini teneffüs etmekti, bilirsiniz küçük şehirlerde eskiyi anımsatacak kıyıda köşede kalmış bir şeyler vardır… Kasadaki adam can sıkıntısından mı, tez canlı olduğundan mı bilmem, daha kapıdan içeriye girer girmez üzerime çullanıverdi..." Buyurun!"

Ses tonundan ve vücut dilinden öyle bakıyorum diyemeyeceğimi anladım…

Kalem ve kareli defter alıp çıktım.

Tren garının omzuna yaslanmış köhne çay bahçesine oturdum.

Emekliden üç ihtiyar asma altını kapmışlar kağıt oynuyorlar, biri ayakkabılarının ökçelerine basmış, çorabının topuğu yırtık…

Birinin gömlek düğmeleri göbeğine kadar açık, biri kuru…

İçlerinden en sinirlisi sırtı dönük oturan kurudurdiye geçiriyorum içimden!

Bana neyse…

Kağıt oynayan üç ihtiyardan çok, organ nakli yapan doktor ciddiyetindeler…

Asma altında zaman yavaşlıyor, topuğu yırtık olan  kağıdı atmadan önce düşünüyor düşünüyor, kulağından tuttuğunu atacak gibi oluyor, aklına ne geliyorsa artık, cayıyor, diğerini atıyor…

Ağızlarını açıp konuşmuyorlar da…

Besbelli çok eski arkadaşlar, öyle olur ya, yıllar kelimeler yutar, anlatılacaklar biter, öyle aynı masada oturur bakışırsın…

 

Vagonların arasında oynayan çocukların haricinde gar hiç değişmemiş.

Aynı köhnelik, aynı renk ve şu bana neden bilmem her defasında Geleceğe Dönüş filmini hatırlatan ısrarla bire çeyrek kalmış saat.

 

Baharı anlatmaya kelimelerim yetmez. Daha yarın unutacağım öyle güzel, öyle sıradan bir gün…

Langırt masasının jübile yapmış, pas tutmuş oyuncularına bakarken çayım geliyor, bir tren gelse şimdi, yolcular inip, binse, hareketlense ortalık…Yok!

Sessizlik, huzur…

On motorlusu, beş motorlusu, denirdi eskiden, rayların kenarında beklerdik;

yolcular nasıl yolcularsa artık çikolata atarlardı…

O motorlulardan birinde Sait Faik varmış!

Nasıl yazmış Bir Aşk Hikayesi adlı öyküsünde; " Ovaları, karlı dağları, akar suları, kayaları, çölü, vahaları, küçük şehri, trene bakan öküzleri, yolculara ayıp işaretler yapan çoban çocuklarını geçtik…"

O çoban çocuklarından biri bendim Sait!

 

Çiçek açmış erik ağacının kuytusuna genç bir çift oturuyor. Kız hararetli hararetli ne anlatıyorsa artık, oğlanın aklı başka yerde besbelli, kalemi parmaklarının arasında döndürüyor döndürüyor…

Çay parasını tabağa bırakıp kalkıyorum.

Bir at arabası geçiyor yanımdan, kolonya şişesi elinde küçük bir kız eczaneye giriyor, ne çok zaman geçti bu kavuniçi toplardan görmeyeli, fıs fıs…

Şişeleri atmaya mı kıyamazdık?

Az olunca değerliydi her şey! Peçete, kelebek koleksiyonları, gazoz kapakları, gelincikten şurup yapacak kadar kimyacıydık yahu var mı daha ötesi?

 

Vitrininde tek bir saat olan saatçiden giriyorum içeriye, seyko!

Duvarları raflı, maviye boyalı neredeyse boş bir dükkan, gözlüklü, güleç, kır saçlı bir ağabey;

" Kurmalı mı vitrindeki seyko?"

Gülüyor;

" Seyko değil o, kutusu seyko, pilli…"

Gülüyorum. Vitrinde seyko kutusunda sergilediği tek saati alsam?

Hayırlı işler dileyip çıkıyorum dükkandan…

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..