Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru, tekinsiz bir şey geliyor bu yana!

Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru, tekinsiz bir şey geliyor bu yana!
 

Hayal gücümün mimarları olan bilim kurgunun ve fantastik kurgunun üstatlarına saygı duruşumdur


‘Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru’ diye söylendi adam.

Bahçenin kurumuş toprağını süsleyen çok sayıda salyangoza bakarak düşünceli düşünceli başını salladı. Son 50 yılın en kurak ilkbaharıydı ve normalde yağmur sonrası ortalığa dökülmesine alışılan molluska orthogastropodalar, suya hasret kaldığı her halinden belli olan çatlamış kül rengi zemine yayılmışlardı. Salyangoz kolonisinin, toprakta çizdikleri gümüşsü izlerinin oluşturduğu desenlerin üzerinde, adeta, uzaydan gelmesini bekledikleri bir meçhul muktedire, bilinmedik bir kurtarıcıya yakarıyormuşçasına duyargalarını göğe doğru uzatmaları, adamda, içini acıtan ve beynini uyuşturan bir tedirginlik oluşturmuştu.

Salyangozların üzerlerine bastığında çıkaracakları çıtırtıların, bir kış günü şöminede yanan kuru odunların, üşümüş ve ıslanmış birisine vereceği mutluluktan aşağı kalmayan bir duygu seline yol açacağını düşünen adam, verandadaki kafesinin zemininde yatan hasta kanaryasını eline aldı.

‘Tekinsiz bir şey bize doğru geliyor’ diye içinden geçirirken, ani bir hareketle, sağ avucunda tuttuğu kanaryayı var gücüyle sıkıverdi. Minik kuşun iç organlarının ağzından ve makatından fışkırmasına anlamsız bir bakışla baktıktan sonra, neşeyle gerilen yüzüne yerleştirdiği geniş bir memnuniyet ifadesiyle girdi içeri.

***

‘İnanamıyorum, kuzeyden meltem, güneydense karayel esmekte; soğukkanlılar kış uykusuna yatmadı ve uzunca bir zamandır da kimse kimseyi öldürmedi; kedilerle köpeklerse temmuz’da kızıştılar, uğursuz bir şey yaklaşıyor olmalı bize doğru’.

Kurduğu acur turşusunu sakladığı cam kavanozdan birkaç parça aldıktan sonra, turşu kabını kilerdeki yerine kaldıran kadın, ‘bu işlerin sonu nereye varacak’ der gibi durmuş, erkek köpeklerin siydikleri çalıların önünde, türünün en civelek çiftleşme dansını yaparak yuvarlanan dişi köpeği süzüyordu.

‘İlginç zamanlarda yaşayasınız’ diye beddua mı etmişti birileri ne? İşlerin böyle alışılmadık bir mecrada gerçekleşmesi başka türlü nasıl açıklanabilirdi ki. Kafasına üşüşen çoğu endişe kaynağı olabilecek soruları unutmak istercesine kararlı bir edayla geçti bulaşık evyesinin başına. Günlerdir bir lokma yiyecek vermediği için açlıktan kaditi çıkan köpeğinin yalvaran gözlerle ağlamasına, böğrüne attığı çok sert bir tekmeyle cevap veren kadın, kirli tabakları, çamaşır deterjanı ve mazot karışımı olan kıvamlı bir mayiyle yıkarken, bir otacı olan anneannesinin diline pelesenk olmuş bir sözü tekrarlamaya başlamıştı:

‘Sıra dışı bir şeyler oluyor, fevkalâde garip ve anlaşılmaz bir şeyler geliyor bu yana doğru’

***

‘Kötü bir şey geliyor bize doğru, kötücül bir şey!’. Zihninde bu cümlenin çınladığı çocuk, odasında, cam kenarındaki küçük etajerin üzerine çıkmış, aşağıya, sokağa doğru bakıyordu.

Çok değil, birkaç ay önce, o eski normal zamanlarda, arkadaşlarından üttüğü misketlere dünyanın en kıymetli hazinesi muamelesini yapan çocuk, şimdi onları yedinci kattaki odasından aşağıya, kaldırımda yürüyenlerin üzerine boca ediyor, bundan da garip, garibin de ötesinde, adeta orgazmik bir zevk alıyordu.

Canları çok yanmasına karşın, misketlerden payına düşeni alanlar, başlarını kaldırıp bakmıyorlardı bile. Öyle ya; insanların işe gitmediği, gidenlerin mesaisinden başka her şeyle uğraştığı bir ortamda, kim bir apartman çocuğunun haşarılığını dert ederdi ki?

Sanki herkes, yollarını, kaderine terk edilmiş ve yer yer de otlarla ve küflerle kaplanmış olan araçların doldurduğu; doktorların, ameliyat ettikleri hastalarını kurtaramadıklarında, dudaklarının kenarına yerleşen şeytani kıvrımları saklamaya bile gerek görmediği; en hercai erkeklerin dahi, şuh bir kadın gördüğünde manasız ve isteksiz bir şekilde başını çevirdiği; üretimin durduğu, tüketimin de neredeyse durma noktasına geldiği bir dünyada, ‘başka ne yapılabilir ki, ha, benden başka ne bekleyebilirsiniz ki?!’ dercesine kayıtsız, kaygısız, sorumsuz gözlerle şahit oluyordu olup bitene.

Kaldırımdakilere savuracağı misketi kalmayan çocuk, bütün benliğini, 5-6 yaşlarındaki bir kızla, onu tekme tokat döverek karşıdan karşıya geçen iki kadın tam da penceresinin altındayken, başının üzerine kaldırdığı televizyonunu, onların üzerine atmaya odaklamıştı. Televizyonun sivri kenarının küçük kızın başına çarpmasıyla birlikte, kafatasının parçalanacağını ve koruduğu grimsi maddenin kırmızı kan pıhtılarıyla birlikte etrafa saçılacağını hayal ediyor, bu arada da ‘enteresan şeyler oluyor, belirsiz ve sanki muhteşem bir şey bu yana doğru yaklaşıyor’ diye sayıklıyordu.

***

Geniş odanın hatları belirsizdi. Zemin, duvarlar ve tavan, sanki, yoğun bir sisin, ya da binlerce dereceye kadar kaynatılmış süt kazanlarından yükselen mavimtrak beyazımsı buharların arkasındaymışçasına kaybolmuşlardı.

Turkuvaz bulutçukların üzerindeki çeşitli sitillerdeki oturma gruplarında oturan, uzanan ya da ayakta duran kalabalık bir grup insan, divit, dolmakalem, kurşunkalem, daktilo ve kişisel bilgisayarla konuşuyor, yazıyor, paylaşıyordu.

Ray, Isaac, Frank, Philip, Stephen, Harlan, Ursula, Neil, John Ronald, Howard Phillips ve diğerleri, adeta nefes almamacasına yeni öyküler uyduruyor, ardından da onları boyutsuz ve sonsuz hiçliğin rahmine fırlatıyordu.

Kelimeler cümlelere, cümleler de ardı ardına fikirlere dönüşüyordu. Bunları birbirleriyle paylaştıklarında, ya da, önlerindeki deftere, kâğıda veya ekrana aktardıklarında ise, fikirleri adeta yepyeni paralel bir evrenin yapı taşları oluyor ve ‘hayal gücü gerçeklikten daha kudretlidir’ lâfını doğrularcasına, bebek bir evrenin daha doğmasına yol açıyordu.

Bu lânetli ekip, yaşamı öyküler uydurmaktan ibaret bir inziva süreci olarak algılayan ve kabul eden bu marazi simâlar topluluğu, bütün bu ‘hikâye uydurma’ ve ‘kurmaca yaratma’ süreci sırasında, birbirlerine bakıyor, ‘garip bir şey yaklaşıyor bize doğru’, ‘tekinsiz bir şey buraya geliyor’, ‘değişik ve belirsiz bir şey daha doğuyor’ diye fısıldıyor ve gülümsüyor ve kıkırdıyordu. 

 
Toplam blog
: 297
: 1623
Kayıt tarihi
: 29.08.11
 
 

1958 Fatih / İstanbul doğumlu. Etiler Lisesi ve İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği Bölümü me..