Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '14

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Gezi : Kordelia, Karşıyaka, İskele (3)

Gezi : Kordelia, Karşıyaka, İskele (3)
 

 Zübeyde Annemizin Bahçe’sinde resimler çektirdikten, çaylar içip, dinlendikten sonra; çek çek arabamızla yavaş yavaş eve doğru yol almaya başladık.

Karşıyaka sokaklarında ağaçlar az. Evler bitişik nizam. Kuru, bitkisiz, soğuk…. Kıvrıla kıvrıla 1321 küsur’uncu Sokağa saptık, bir apartmanın önünde durduk. Bizim çocuklar birinci kattalar. Evin balkonu kapatılmış (genellikle bütün evlerin balkonları dönüştürülmüş, kapatılmış..) Oldukça sıcak bir hava var İzmir’de. Herkes gömlekle, veya süveterle geziyor. Bizden başka… Biz de en kısa zamanda üzerimizdeki fazlalıklardan kurtulduk

Biraz dinlenmeyi arzu ettik. Herkes bir yerlere kıvrıldı, uyuklama moduna geçtik. Neyse, damadımız saat altıdan sonra geldi. Yemek yedik ve o bizi bir yerlere götürmek istedi. Yorgunduk ama ısrar üzerine, bir taksiye atlayıp doldurulan Karşıyaka deniz kıyısındaki gazinolardan birine gittik. Bir kapalı kısmı var; bir de açık kısmı. Ağaç filan yok. Hava güzel ; millet açık alandaki masalara yayılıp oturmuşlar. İzmir’de herhalde kadınların mevcudu erkeklerden fazla. Nereye baksak, her yerde kadınlar… Sayısal olarak açık üstünler. Bizi nerede olsa döverler..!

Sağolsun. Dinlendik, çayımızı kahvemizi içtik. Uzun boylu sohbet ettik. Olaylardan, futboldan, her şeyden konuştuk. Sonra yine bir taksiye atlayıp eve döndük.

Bu kez evdeki yaramazlar bize yanaştılar. Daha önce  yazdığım gibi, kızımın evde iki tane kedisi var. Bir tanesi tam bir Sarman… Uzun tüylü, burnuna yumruk yemiş gibi; İran kedilerinden. Çok suratsız ve pek insani de değil.  Sarman, “Portakal”  bir anne. Bir de kızı var : “Üzüm..”  “Üzüm benim iki gözüm..” deyince hemen koşup gelir… Çok yumuşak huylu (hiç annesine çekmemiş) belirgin bir kucak çocuğu. Hemen her an herkes beni sevsinler isteyen bir tip kedi. Sevimli mi sevimli… Şu kediler  “Ira” açısından ne kadar birbirinden farklılar. İnsan da öyle değil mi?

Ve bütün gece evin küçük yaramazlarının evde bir aşağı bir yukarı koşmalarıyla geçti. Demek kediler daha çok gece oyun oynarlar! Öyle mi? Bir şey daha öğrendim…

Ve yattık uyuduk Sabah oldu.. O güzelim sabah. Güneş doğdu. Gün: 10.Ekim. 2014 (Cuma)…

Kahvaltı ettikten sonra kızım sordu : “Bugün nereye gitmek istersiniz?”

Aşığa Bağdat sorulmazmış… (Ufukları aşar… gider…)

Ben de : “Bugün Kemeraltı’nı gezelim..” dedim. Onaylandı..

Çıktık. Karşıyaka sokaklarını arşınlıyoruz. Hemen hemen hiç ağaç yok.. Ama evlerin balkonlarında, önlerindeki küçücük bahçelerinde, pencere içlerinde saksı içinde envai türlü çiçekler.. Eşim bu arada her bir çiçek üstüne nutuk çeke çeke, yürüyoruz. Ama bir çiçek dikkatimi çekiyor. Hemen hemen her evin penceresinde var.. Çok hoş… Sevimli bir çiçek.. Eşime sordum:
“Bu nedir?”  (Çünkü o her şeyi bilir..)
“Kurdele çiçeği,” dedi ve ondan sonra bilgi vermeye girişecekti ki… Kızım araya girdi:
“Ona aslında İzmir’liler Kordelya çiçeği, derler..”  Eskilerden kalma , hatırası bol olan bir çiçekmiş. Eski zamanlarda daha çok Karşıyaka’nınn azınlıkları (olmadı…) , Ekalliyetler (hiç olmadı , ne kadar ayıp…) ,  Karşıyaka’ın Levantenleri (hah işte bu belki oldu…) Aslında eski İzmir vatandaşları , sever ve beslerlermiş; Kordelia Çiçeğini… Karşıyaka'da o kadar çok benimsenmiş ki, Karşıyaka'nın bir adı da eski zamanlarda Kordelia diye anılır olmuş…

Belki bu hikayeyi hiç duymamışsınızdır… Bilirsiniz her kentin eski zamanlarda kullanılmış antik isimleri vardır. Örneğin, İstanbul deyince… Belki yüzlerce değil ama, onlarca ismi sayıp önünüze koyarlar. Ya İzmir deyince:

“İzmir (Grekçe: “Smirne”, Latince “Smyna)…  Helenler bu kentin adını “Smirni” biçiminde telaffuz etmekteydiler. M.Ö 2000 başlarına ait Kayseri Kültepe yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde burası için “Tismurna” adına rastlanmaktadır. Bundan da Helenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente “Smurna” demişlerdir. Kentin adı olasılıkla M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1800 yılları arasında da “Smurnu” olarak anılıyordu. Daha sonra : “Güzel İzmir", "Eski İzmir" ve "la Perle de l'Ionie" (İyonya'nın İncisi) de deniliyordu.
“Gavur İzmir” adını zaten biliyorsunuz ve ona bu adın kimin taktığını… Neyse! İşte size bir de “Kordelia”… İster inanın ister inanmayın. Bu da bir rivayettir… Ama ben sevdim “Kordelia” ismini… Yakışır.

“Zübeyde Hanım” parkının önünden geçtik, İskele Caddesi boyunca yürüdük! Aslında “İskele Caddesi” Bütün deniz boyunca uzanan Cemal Gürsel Cad.sine verilen diğer bir isimmiş. Benim “İskele Caddesi” diye adlandırdığım, İskele inen Cadde ise “1717 Nolu” sokakmış. Biliyorsunuz. İzmir’de Caddeler ve Sokaklar genellikle numara ile anılıyorlar. Bilmem kaç bininci sokak. CHP’li Belediye uyanmış; bu ünlü sokaklara, ünlü İzmir’li yazarların, bilim adamlarının ve sanatçıların adlarını vermeye başlamış. Ne güzel bir çaba…

İskele Cad. (ben bildiğimi güderim..!) yürüyoruz… Ben daha önce, Milföy Pastası’nı çok iyi yapan, Sağ cenahtaki pastacıyı arıyorum. Yok…Yok… Sanki yer yarılmış da, Patiseri içine girmiş… Anladım ki yeni yapılan binalardan biri onu da yutmuş… Zira Cadde bir sürü Banka ile dolmuş. Tümü de milleti borçlandırmak, kredilendirmek için alesta bekliyorlar. İçeri bir gariban düşse de, dişini söksek diye… Sizi sizi.. seni beni bilmezler..! Çok kızıyorum çok. Hele şu emeklilere yaptıklarına..!!

Neyse, birer portakal suyuyla kurtulduk bu caddeden. İskeleye geldik.  Denizyolları’nin vapurları kalmamış artık… “Şirket-i Hayriye!” vapurlarından birine bindik. Hareket ettik.. Ettik.. deniz aynı deniz… Çamurumsu, biraz petrol rengi, gerisi siz uydurun ne rengi olduğunu… Bu denizde balıklar birbirini görüp, kur yapamazlar ve katiyen üreyemezler… Benden söylemesi. Şu denizi temizlesinler, benim de bir dişimi kırsınlar (ha ha diş bulamazlar ya..Neyse!)

Gemi , artık Konak’a yanaşacak. Herkes hareketlendi. Ortamızda duran masanın üzerinde de bir fiyakalı gözlük duruyor. Ayağa kalkan, yanında oturan’a : “Hanımefendi, gözlüğünüz kalmış..” diyor; “Hanımefendi de Beyefendi’ye :”Efendim, gözlüğünüzü unutmuşsunuz,” diyor. Bütün cevaplar: “Hayır efendim, benim değil..”

Sonunda , gözlüğün bir önceki vapurdan kaldığı anlaşıldı ve gözlük belli bir merasimle Kaptan’a teslim edildi… Ohh be… Sonunda gözlükten kurtulduk. Gözlükten kurtulduk, gemimiz de “Konak”a yanaştı. Alayu vala ile gemiden çıktık (Aman çıkarken dikkat edin, her an lüp diye, çamurlu sulara dalabilirsiniz. Sizi dalgıçlar bile bulamazlar..) O gemilerden çıkmak öyle kolay değil.

Efendim, doğruca ünlü Saat Kulesi’nin dibine gittik, ne fotoğraflar çektik bilseniz. Görenler bizi artist diye, İstanbul’a davet edebilirler… Zaten İzmir’lilerin yarısı artist olmak için İstanbul’a gitmiş. Kalanlar İzmir’in emekli takımı… Gençler.. Gençler pek yok.

Neyse bunu burada keselim. Kemeraltı… Başlı başına bir alem. Kızımla birlikte. Kemeraltı İngilizce nasıl denir, hikayesiyle girdik. “Don’t hit under the belt…” tekerlemesiyle dolaşırken… İşte bu bölümü de bitirdik. (Gelecek Bölüm daha heyecanlı ama… bana biraz müsaade, ameliyat olmaya gideceğim. Ve sabırlar!)

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..