Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '14

 
Kategori
Anılar
 

Güneşi yakalamak

Güneşi yakalamak
 

umutsuz yaşamak, sadece nefes almaya yarar...


Islık sesi ile anlıyoruz teknenin hazır olduğunu. Tekne temizlenmiş, mazotu ve suyu kontrol edilmiş bile. Motor iskelesinin hemen yanına yanaşmış burundan. Biz de hazırız aslında. Ellerimizde soğuk şişeler dolu poşetler, yüzlerimizde keyifli bir gülümseme ile kulağımız ‘’haydi gelin’’ sesine odaklı.
Hava çok sıcak. Bunalmış bedenlerimiz az da olsa rahatlıyor teknenin hızı sayesinde oluşan yel ile. Denize girip eğleneceğimiz düşüncesi bile serinletiyor yüreklerimizi, tekne adadan açılırken.
İki kişi teknenin kıç kısmında, biri orta kısmında, ben ise burun kısmında oturuyorum. Kıç kısmında oturanlardan biri uzaklaşan adayı seyreder iken,  diğeri birazdan içeceği tütünü sarmakla meşgul. Ortada oturanın görevi zaten belli, teknenin hızını ve yönünü belirleyen kaptan. Ben ise yönüm teknenin kıç kısmına dönük oturuyorum burunda. Livardaki  poşetten buz gibi bir şişe alıp açıyorum kapağını tekne usulca ilerlerken.
Belki balık vardır merakı ile tepemizde uçuşan martılar eşliğinde ilerliyoruz adanın açıklarında. Güneş tam tepede, deniz ise bir çarşaf gibi alabildiğine düz ve berrak. Tekneden aşağıya bakarken dipteki balıkları görebiliyoruz. Birden kıç kısımda oturanlar heyecanla bağırıyor ‘’ yunuslara bakın !’’ Yunuslar tekneye neredeyse yüz metre yakınlar. Hepimiz teknenin sol tarafına odaklanmış onları izlerken birden aslında daha çok ve teknenin her yönünde olduklarını fark ediyoruz. Heyecanımız mutluluğa dönüşüyor ve bu yunus sürüsünün deniz ile olan aşkını izliyoruz.
Gitgide uzaklaşırken yunuslar ben yüzümü teknenin burun kısmına çevirip tam ucuna oturuyorum. Kendimi iyice en öne ittiğim için sanki o an teknenin üzerinde değil de sadece denizin üzerinde ilerlediğim hissine kapılıyorum. İki ayağımı denize sarkıtıp üzerinde sörf yaparcasına ilerliyorum.
Güneş tepede olduğu için yansıması tam ayaklarımın önüne vuruyor denizin üzerinde. Birden aklıma yüzeydeki güneşi yakalamaya çalışmak geliyor çocuk yüreğimle. Tekne ilerledikçe güneş de ilerliyor önümde. Ben ise ayaklarımla güneşe dokunmaya çalışıyorum, bazen de eğilip avucumla yakalamaya…
Güneş kaçıyor, ben kovalıyorum. İçimdeki mutluluk ve umut, yerini giderek hüzne bırakıyor ben güneşe dokunamadıkça. Sonra hareketsiz kalıyorum denizin üzerinde  ve sadece önümde akıp giden güneşi izliyorum. Göğüs kafesimin içerisinde adeta kendisine uzatılan pamuk şekere uzanamayan bir çocuğun hüznü. Gözlerim yaşarıyor, bir damla yüreğimdeki çocuğa, bir damlada denizdeki güneşe… Kapıyorum gözlerimi…
Gözlerimi açtığımda bizim evin üzerindeki ormanlık alanda buluyorum kendimi. Bir çam ağacının altında ağaç dalları ve çam parçaları ile yapılmış orman kalesinin içerisindeyim. Benim görevim kaleye göz kulak olup birileri tarafından yıkılmasını önlemek. Sırtımda Kocabaş ağacından yapılmış yayım ve hemen yanımda düşmana atmak için hazırlanmış oklarım.
Etraf sakin, kalemizi tehdit edecek hiç kimse görünmüyor ufukta. Derken ağaçların arasından gülüşme sesleri geliyor. Etraf ormanlık olduğu için ilk bakışta göremiyorum kimin olduğunu. Hemen ayağa kalkıp sırtımdan yayımı alıyorum ve bir ok yerleştirip tetikte bekliyorum. Gülüşmeler yaklaştıkça içimdeki çocuksu heyecan artıyor ve dizlerim titremeye başlıyor. Ne pahasına olursa olsun bana emanet edilen orman kalesini koruyacağım. Ağaçların arasından sesler ve yüzler belirginleşmeye başlıyor. Heyecan ve korkum yerini sıcacık bir gülümsemeye ve özgüvene bırakıyor. Tetikteki ellerimle okumu yere bırakıyor ve görevimi yapmanın huzuru ile gelen arkadaşlarıma ‘merhaba’ diyorum. Arkadaşlarım annelerinin hazırladıkları sandviç ve meyve sularını kalemizin önündeki gölgelik alana bırakıyor. İçerideki gazetelerden birini açıp gölgelik alana seriyor ve sohbet eşliğinde sandviçlerimizi yiyoruz.
Karnımız doyduktan sonra soframızı topluyor ve çöplerimizi attıktan sonra tekrar kalemize dönüp malzeme kutumuzdaki çivilerden üç tane alıyoruz.  Üç arkadaş üç çivi ile dakikalarca ıslattığımız toprakta üçgen çizme oyunu oynuyoruz.  Mutluyuz…
Gözlerim mutlulukla avucuma bakarken deniz altımdan kayıp gidiyor sessizce.  Kale koruyuculuğun verdiği özgüvenle gözlerimi tekrar sertçe kapatıp suyun üzerindeki güneşe hamle yapıyorum. Avucumu sıkıca kapayıp denizden çekiyorum elimi. Gözlerimi açıp parmaklarımı birer birer gevşeterek avucuma bakıyorum.
Sesler o kadar neşeli ki o gece; aileler çay bahçesinde kahvelerini yudumlarken biz çocuklar yarı aydınlık parkın ortasında gülüşüyoruz neşe ile. Sekiz erkek ve sekiz kız diziliyoruz karşılıklı. İçimizde en cesur olanı atılıyor ortaya ve dikiliyor kızın önüne; ‘’ benimle dans eder misin?” dediği anda yanağında şaplayan tokatın sesi ile boğuluyoruz kahkahalara hep birlikte, boynu bükük salıyor sırasını ve geçiyor yerine en cesur olan.
Kahkaha atıyorum avucuma bakarak.  Ortada oturan tekneyi denize gireceğimiz yere doğru yönlendirirken arkada oturanlar bana bakıp gülüşüyorlar. Başımı arkaya çevirip avucumu gösteriyorum onlara. Hiçbir şey göremedikleri ve anlayamadıkları için gülümsemeleri garip bakışlara dönüşüyor. ‘Tokatı yedi bizimki’ diye bağırıyorum gülerek. Hafif tebessüm gülüşüyor ve yüzlerini martılara çeviriyorlar.
Mutluluğum, yerini kızgınlığa bırakıyor. Avucumu açıp dişlerimi sıkarak daldırıyorum tekrar elimi denize. Sıkı sıkı kapatıyorum elimi ve yukarı çekiyorum güneşi. Açıyorum parmaklarımı usulca Akdeniz akşamlarında. Bir dakika, ne? Akdeniz akşamları mı? … Etrafıma baktığımda bir daire şeklinde oturduğumuzu görüyorum ortadaki ateşe doğru.  Akdeniz akşamlarını çalarken gitarist, hepimiz ona eşlik ediyoruz. Ateş böcekleri yükseliyor gökyüzüne yanan odunlardan. Gözlerimiz aydınlatıyor gecenin kalan kısmını. Mutluyuz.
Bağıra bağıra Akdeniz akşamlarını söylerken adanın arka tarafına çarpıp dönen sesimin yankısıyla irkiliyorum. Tüylerim diken diken olmuş. ‘’Ne Akdeniz’i oğlum, Marmara’dayız” diyip gülüyor tekneyi kullanan. Arkadakiler ise beni taklit ederek geri dönen seslerini dinleyip eğleniyorlar. İskele görünüyor ileride, yaklaşıyoruz. Bir tek güneşe yaklaşamamanın verdiği hırsla bu sefer iki avucumu daldırıp suya sıkı sıkı kapatıyorum ellerimi. Avuçlarım titreyerek açıyorum parmaklarımı.
Titriyor ellerim hoşlandığım kıza papatyalar toplarken. En büyüklerini, en beyazlarını, en sarılarını topluyorum tepeden. Yanımda getirdiğim lastiklerle sıkı bir buket yapıyorum. Bu sefer tamam. Açılacağım ona. Çiçekleri uzatırken ellerine ‘’seni seviyorum’’ diyeceğim bir anda serçe yüreğimle. Koşarak iniyorum tepeden aşağıya. Babamın aldığı yeni elbiseleri giyip bir güzel tarıyorum saçlarımı. Çıkıyorum evden, odunluğa gidip gizlediğim papatyaları alıp heyecanla yürüyorum. Sahile vardığımda görüyorum onu. Bankta oturmuş ve başını yaslamış diğerinin göğsüne. Üzülüyorum, kırılıyorum, sıkılıyorum. Elimde sıkı sıkı tuttuğum papatyalar düşüyor önüme…
Gözlerimle önüme düşen papatyalara bakarken güneşin hala orada olduğunu ve avuçlarımın bomboş olduğunu görüyorum. Tekne iskeleye  varmak üzereyken hızını yavaşlatıyor tekneyi kullanan. Arkadakilerden biri bitmiş tütününü plastik şişeye atarken inmek için hazırlık yapıyor diğeri. Acaba denize bir tekme savursam güneşe değer mi? Sağ ayağımı tekneden aşağı iyice sarkıtıp geriye doğru kırıyorum dizimden. Tüm gücümle savurduğumda ileriye doğru yüzlerce damlanın göğe yükseldiğini görüyorum. Her biri içerisinde barındırırcasına güneşi parlak ve ışıl ışıl. Hemen ayağa kalkıp avuçlarımı göğe kaldırıyorum güneşleri toplamak için.
Sıkı sıkı sarılıyorum yemek masasında oturan arkadaşlarıma. Kimiyle seneler sonra görüşüyorum, kimiyle çok nadir, kimiyle hala. Orman kalesi ekibi, dansa davette tokat atan ve tokat yiyen, gitarıyla gecelerimizi renklendiren, biridir bir oynarken en sert atlayan, elimdeki papatyaların düşmesine neden olan, annesi harika kekler poğaçalar yapan,  hepsi ama hepsi o masada.  Anılar tazelenirken yüzler gülüyor, sohbetler ediliyor. Gecenin sessizliğini bozuyor sahte olmayan kahkahalar…
Ve sonra gece bitiyor. Birer birer avucumdan dökülüyor içinde güneşleri olan su damlaları. Hüzünleniyorum.
Tekne iskeleye yanaşırken altında yok oluyor güneş. İskeleye atlayıp tekneyi ön kısmından bağlıyorum. Arkadakiler gelip ön taraftan iniyorlar iskeleye. Tekneyi kullanan, motoru stop edince kıç kısmını da bağlıyor iskeleye. Oda iniyor tekneden. Önde onlar, arkada ben ilerliyoruz sahilde bulunan büfeye. Büfeden bir bira alıp oturuyorum denize karşı.

 

Güneş karşıdan batarken hüzünlü olsam da, yarın yeniden doğacağını düşünerek umutlanıyorum. Yarın yeniden doğacak ve ben onu yakalama umudu ile yeniden avuçlarımı daldıracağım denize. Yakalayana kadar…
 
Toplam blog
: 21
: 310
Kayıt tarihi
: 10.05.14
 
 

İstanbul Burgazada doğumluyum. Sakarya Üniversitesi Turizm Otelcilik ve Anadolu Üniversitesi İşle..