Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '14

 
Kategori
Deneme
 

Halim selim (sıradan bir insanın sıra dışı yaşamı - (otuz üçüncü bölüm devam edecek)

Halim selim (sıradan bir insanın sıra dışı yaşamı - (otuz üçüncü bölüm  devam edecek)
 

Sıradan insanlar


Yalan dedikodu yapıp hem karısını, hem de karısının üvey kardeşini öldürmesine sebep olduğu adam,dün yine cezaevinden haber göndermişti. Gönderdiği haberde “o pastanecinin sonu çok yakın” diye tehdit etmesi pastanecinin aklına gelince yine içi ürpermişti.

İçinden lokantacıya ‘senin haberinden bana ne yahu?’ demek geldi, ama yine dayanamadı. Merakla “son haber de neymiş?” dedi.

Lokantacı kendine borç para verirken “ayıp ediyorsun, çek mi olurmuş komşu komşunun külüne muhtaçmış” deyip, üç dört saat önce ‘Azrail gibi’ yarın gel de görüşelim diyen Yavuz beyden adeta intikam alır gibi,“seninkini yanındaki ayı boynuzluyormuş” dedi.

Pastaneci, lokantacının sözleri arasında geçen ‘seninkini’ diye “ayı boynuzluyormuş” deyişinden Yavuz beyikastettiğiniçoktan anlamıştı. Sanki anlamamış gibi davrandı. Biraz dedikodunun hem tadını çıkarmak, hem de lokantacının Yavuz beye karşı daha suçlu olmasını sağlayıp kendini Yavuz beye ele vermesini önlemek için “benimki kimmiş? Kim kimi boynuzluyormuş?” dedi.

Lokantacı zokayı yutmuştu. Pastanecinin bilmediği bir şeyi ondan önce bilmenin mutluluğu içinde “kim olucak,Yavuz bey denen pezevenk. O, onun bunun karısını ayartayım derken elin oğlu, onun altındaki karıyı çekip kullanıyormuş da pezevengin ruhu duymamış” dedi.

Dedi, ama içinden ‘amma boşboğazmışım ha. Kendimi kaybedip pastaneciye karşı kozumu kaybettim. Adam şimdi senedi çok rahat tahsile kor” diyerek kendine müthiş kızıyordu. Çünkü zaten işler çok kötü gittiğinden herkese çok borçlanmıştı. Şimdi pastaneci de ne zamandır beklettiği açık senedi istediği gibi doldurup tahsile korsa, tam hapı yutardı.

Pastaneci de ne zamandır lokantacının tümüyle diz çöküp eline düşmesini bekliyordu. Lokantacının bu sözlerine “hadi yahu, o zaman Yavuz bey bi duyarsa ayının işi bitik desene” dedi. Lokantacı “aynen öyle” dedi. Ama o öyle düşünmüyordu. ‘Bu işin sonunda ayının değil, Yavuz beyin işi bitik diye’ düşünüyordu. Yavuz bey kıskanıp Halim’i öldürürse hapse girerdi. Yok Halim Yavuz beyi öldürürse, bu sefer Yavuz bey mezara girerdi. Yani her iki durumdan da lokantacı karlı çıkıyordu. Halim’e ne olacağını ise hiç umursamıyordu.

Aynı şeyleri pastaneci de düşünüp sevinmişti. Çünkü her durumda da Yavuz beyin lokantacının karısını elde etmesi olanaksız olacaktı. Ama ‘Yavuz beyin sonu ne olursa olsun, lokantacının bundan faydalanıp biti kanlanacak’ diye pastaneci burada Yavuz beyin başına iç açmasını önlemeye çalışacaktı. Çünkü lokantacı temelli zor duruma düşerse,Yavuz beyle şansı fifti fiftiydi. Ama lokantacı durumunu düzeltirse, lokantacının karısını elde etmesi hayal olurdu. Çünkü o kadın ancak kocası zor durumda kalıp istediklerini karşılamayınca elde edilebilirdi.

Pastaneci böyle düşünerek olaya çok isabetli teşhis koymuştu. Çünkü lokantacı borçları nedeniyle arabasını satılığa çıkarınca, karısı şiddetle karşı çıkmış; kocasının yani lokantacının “hayatım bu araba sana yakışmıyor. Ben sana daha yeni bir araba alacağım da ondan satıyorum” deyince sesi kesmiş, hatta kocasının boynuna sarılarak “seni çok seviyorum” demişti.

Yani böyle bencil adi bir kadındı. Lokantacı kaç gecedir borçlardan uyuyamayıp yatakta kıvır kıvır kıvranırken, bu kadın kocasının sıkıntısını hiç fark etmeden horul horul uyumuştu. Şimdi de kocası kıskandığı için “lokantaya gelme de nereye gidersen git” demiş; harcaması için epey para vermişti. Kadın o günden beri şehrin şık mekanlarını dolaşmayı huy edinmişti. En çok da lüks kafeteryalarda oturmayı seviyordu. Oralarda gelip gideni izlemesini; bir de kendini çapkın gözlerle süzen erkeklere sanki hiç oralı değilmiş gibi davranıp, onları tahrik etmeyi çok seviyordu.

Neyse, pastaneci “hadi yahu,Yavuz bey bunu duyarsa ayının işi bitik desene” deyip lokantacı “aynen” diye cevap verdiği sırada, her ikisi de bu yazdıklarıma benzer düşünceler içindeydi.

Lokantacı devam etti. “Yalnız birinin ayı duymadan bunları Yavuz beye münasip şekilde çıtlatması lazım” dedi.

Pastaneci yukarıda belirttiğim duygu içindeydi. Lokantacıya “sakın ha. Bu ne seni, ne beni hiç ilgilendirmez. Belki de o garson yalan söylüyodur. Durduğun yerde çirkefe taş atıp üstüne sıçratma. Eğer doğruysa bırak ne halleri varsa görsünler” dedi.

Lokantacı pastanecinin bu sözleri karşısında çok şaşırmıştı. İçinden ‘duy da inanma. Kırk yıllık dedikoducu adam, bana dedikodu yapma diyor. Hayret, yoksa ben bunu yanlış mı tanıyom?’ diye geçirirken pastaneciye “doğru söylüyosun. Bizim üstümüze vazife mi bu; ne halleri varsa kendileri görsün” dedi. Ama yine de, bu konudan bir şekilde faydalanmak istiyordu. Onun için yarına kadar bir plan düşünecekti.

Onlar bunları konuşurken Halim paralarını tekrar cebine koymuştu. Kadının etkisiyle uğradığı şaşkınlık da geçmişti. Garson Cengiz’in arkasından koşup tembih edince çok rahatlamıştı. İçinden “götü sıkıyorsa söylesin, ben ona yapcemi biliyon” dedi. Sonra bunların hepsini; uzayan tırnaklarını, kadının yanında bu tırnaklarıyla rezil olduğunu falan aklından sildi.

“Daha akşama vakit var” deyip kafasını arkaya yasladı ve düşünmeye başladı.

Hakim Halim’e “Allah kurtarsın” deyip, polislere “tutukluyu hapishaneye götürüp, teslim edin” demişti. Halim burada kalmıştı. Hatta içinden ‘bu da tutuklu dedi’ diye geçirmişti.

Polisler onu alıp aşağıya indirmiş, arka kapıdan arabaya bindirip yine Sansaryan hana getirmişlerdi. Orada onu çok dar bir yere kapadılar. Daha önceden tuvalet ihtiyacı olup olmadığını sordular. O “var pulis bey” deyince de önce tuvalete götürüldü. O orada çabuk işini görüp çıkınca da, o dar odaya kapattılar.

Oda Halim’in adımıyla üç adımdı. Eni de birbuçuk adım ancak vardı. Halim oraya kapatılınca ‘deliğe dıkıldık’ deyip “burda köpekbağlısıla durmaz” diye söylendi. Birden duyan var mı diye baktı.

Onu oraya koyan polis çoktan kapıyı kilitleyip “hadi Allah kurtarsın” deyip gitmişti.

Halim etrafa bakındı. Nereden geldiği belli olmayan loş bir ışığın karanlığı vardı. Gözleri karanlığa alışınca bavulu açıp içinden parkayı çıkarıp yere serdi. ‘Sağosun komutanım verdiydi’ diye içinden geçirirken ‘verdi de ne oldu? O bunu vermiseydi, bu işle başıma gelmezdi’ diye düşündü. Sonra “emme namkörsün ha, o adam bunu sene eyilik olsun deyi verdiydi. Unuddunmu? Ayana geycek babıcın yoğudu dangılak” diye söylendi.

Bunları düşünüp söylenirken parkanın üstüne oturup ayağını uzattı. ‘Bak burda bile işine yareyor’ diye düşündü. Sonra “off be ayakda duru duru bunlara garasu enmiş” dedi. Ayaklarını uzattı. Kafasını duvara dayayıp hemen uykuya daldı. Kendince ‘en iyi huyu buydu.’

Hiç gözlerini açmadan kah uyuyup, kah uyanarak sabahı etti. Parmaklıkları biri tekmelerken sıçrayıp uyandı. Çünkü tam o sırada rüyasında yine ebenin küçük kızıyla, köy katibinin kızı öyle kuş gibi kelebek gibi değil de; aynı o anasının ölüsünün başında ağlarken olduğu gibi ikisi de iki elinden tutup “ağlama da kalk” diyorlardı. Sıçrayıp ayağa kalktı. Parmaklıklara vurana ‘hop hop ne vuruyon öyle, sen manyakmısın?’ diyecekti. Birden nerede olduğu aklına geldi. Parmaklığın öte yanındaki polise baktı. Akşamki memurlardan değildi. Onun için “gusura bakma memur bey dalıvemişim de...” dedi. O polis karşısında dev gibi Halim’i görünce “hey maşallah seni hangi ormandan yakalayıp geldiler” dedi. Halim bu lafa çok kızmıştı ‘anan şamındaki ormandan yakıladılar’ diyecekti yine kendini tuttu.

Ninesi aklına gelmişti. Ninesi Halim’e “bişeyi gızınca hemen söylenme, önce içinden övken geçinceye gadar say, ondan sonacıma yine canın isteyosa ozuman söylen” demişti. Bu aklına gelmişti. Hem daha beşe kadar saydığında kendine hakim olup ‘anan şamındaki ormandan’ dememiş, sadece hafif gülümsemişti. Polis ‘tam ayı, ne söylediğimi anlamadı da sırıdyor’ diye düşündü. “Burası Hilton değil, burda vur kafayı yat olmaz” dedi. Halim biraz daha kızmıştı ‘netcemişim ozuman, memur efendi’ diyecekti, yine kendini tuttu. Parkayı katlayıp bavula koydu.

Polis de Halim’i dev gibi görünce ‘ne olur ne olmaz’ diye düşünüp uzaklaşmıştı.

Halim yine de polisin kapıyı tekmeleyip uyarmasından memnun olmuştu. ‘Neden?’ derseniz. Zaten o kızlarda o sırada ona “ağlama da kalk” demişlerdi. O da kızların sözünü tutup, kalkmış gibi olmuştu da ondan. Çünkü Halim kendi dünyasında yaşarken onun dışında olanlarıveya onun dışındaki kişileri hiç umursamaz, yok sayardı. Onun bütün dünyası o kızlar ve ona her şeyi öğreten ninesiydi. Gerisi sadece teferruattı.

Ama hapisten çıktıktan sonra o teferruatlar giderek onun tüm yaşamını kaplayıp Halim’in sonunu hazırlayacaktı. Ancak şimdi onların sırası değildi.

Polis gidince bu sefer bavulunun üstüne oturdu. Çünkü bavulu gürgenden yapılmaydı ve çok sağlamdı.

O bavulu ninesi ona vermiş, “al bunu oğlum, bunu ötürüklü diden de esgere giderken götürdüydü. Onu da bubasından yani emmimden galdıydı. Bek sağlamdır. Bu sene de esgerlik eddiri” demişti. Bu bavulun pansiyonda olduğu aklına geldi. ‘Ne esgerliği ninecim, mapusduda dayandı, hala dayanıyo, sen nur içinde yat hiç merak etme, hala sapısağlam’ diye aklından geçirdi.

Sonra yine o eski günlere, yani kapatıldığı yeri düşünmeye döndü. Orada bavulun üstünde oturup beklerken ne kadar vaktin geçtiğinin farkında değildi. Bir polis kapıyı açtı “hadi bakalım seni öbür tarafa alıcaz” dedi. Halim içinden sevindi ‘tebdili mekanda hayır vardır’ dedi.

Bunu da ilk,dayısından öğrenmişti. Halim Sirkeci’den bavulu alıp geldiğinde dayısı “hadi bakalım dayım buraya yerleş. Tebdili mekanda hayır vardır” demiş ve onu Asmalımescit’teki kahvenin içindeki odaya yerleştirmişti. Ancak Halim bu mekan değişikliğinden hayır görmemişti. Ama bir papağan gibi duyduğu her sözü ezberlediği için, şimdi burada da polis “seni öbür tarafa alacağız” deyince, dayısından duyduğu bu sözler aklına gelmişti.

Polis onu alıp yine bir gün önce savcıya gitmek için beklediği kalabalığın olduğu geniş salon gibi yere getirmiş ve “burda bekle” demişti.

İçinden ‘bekliyem bakam, bekleyen derviş muradına erermiş’ diye geçirirken gözleri dün tanıdığı Rüstem’i arıyordu. “Yok daha gelmemiş” dedi.

Halbuki Rüstem tam tahmin ettiği gibi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. İfade verirken savcıya tutuklasın diye suçunu abartarak itiraf etmişti. Savcı da onun kendini illa tutuklatmak istediğini anlamıştı. “Hayırdır Rüstemefendi, içerde bir işin mi var da bana seni tutuklamam için neredeyse yalvaracaksın” demişti.

Rüstem içinden ‘acemi, işi çaktırdın’ diye söylenirken “ne münasebet savcı beyim? Benim bir vatandaş olarak tüm çabam adaletin tecellisi” deyince savcı gülmüş “bırak da adaletin tecellisini biz yerine getirelim” diyerek onu tutuklamamıştı.

Rüstem savcı onu bırakınca, tutuklanmadım diye içi yana yana Hacıhüsreve gitmişti. Orada “geçmiş olsun yine yırttın” diyenlere bozuk atmış, yana yakıla tutuklanmayınca kaçırdığı fırsatı, yani Halim’i avucunun içine alıp cezaevlerinde daha önceki ‘höthötlenenlerden’ acısını çıkarıp, kırallar gibi yaşama fırsatını kaçırdığını anlatmıştı…

Halim de henüz cezaevine gönderilmemişti. O gün tutuklanacak olanlarla birlikte götürülmeyi bekliyordu. Mapusluk zanatı için talimli olduğundan,o kalabalığın içinde daha önce olduğu gibi şaşkınlık çekmemişti. Şöyle etrafına bakındı. Tıpkı Rüstem’in tarif ettiği gibi gidip bir yere çömeldi.

Orada olanların çoğu,sanki önceden tanışıyormuş gibi ‘vağıl vuğul’ sohbete dalmıştı.

Halim baktı sigara içenler var, cebinden bir sigara çıkardı kibriti yoklandı, bittiğini gördü. İçinden ‘Rüstem ustanın öğreddini yap bakam’ dedi. Bakındı hemen yakınında ayakta biri sigara içiyordu. Ayağa kalkıp yanına gitti. “Birader ateşin varısa ver de sigaramı yaken” dedi. O adam yanına bir devin yaklaştığını görüp tedirgin olmuştu. Halim “birader, ateşin varısa ver de sigaramı yaken” deyince hemen toplandı. “Ayıpsın abi” dedi. Sigarası yanık olduğu halde cebinden kibrit çıkarıp “buyur abi kibrit” dedi. Halim içinden ‘Rüstem hakkadden bu işin usdasıymış, biliyor. Adam yanık ciğarasını uzatıp buyur abi demedi de, cebinden isbirte çıkarıp veriyor’ diye geçirirken,kibriti alıp sigarasını yaktı. Yine içinden ‘isbirteyi unud ayı,onun adı kibrit kibrit. Salak oğlum,köyde deyil İstanboldasın gari’ diye kendine söyleniyordu. Sigarasını yakıp kibriti geri verdi. “Sağ ol bizim oğlan” deyip, yine yerine çömeldi.

Kibrit veren adam sigarasını içerken bir yandan da Halim’i gözlüyordu. Önce ‘acaba tersler mi?’ diye çekindi. Sonra cesaretini toplayıp Halim’in yanına çömeldi. Halim’e “geçmiş olsun bizim oğlan, hayırdır?” dedi. Halim o adama şöyle bir baktı; adam az kalsın altına kaçıracaktı. Korkarak Halim’e “bi hatam mı oldu ağabeycim?” dedi. Halim “yok canım, ben maraklı insanı sevmen de” deyince adam usulca yanından kalkıp “afedersin abicim” dedi ilerde bir yere çömeldi. (devam edecek)

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..