Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '16

 
Kategori
Eğitim
 

Hiçbir iyilik cezasız kalmaz

Hiçbir iyilik cezasız kalmaz
 

Eğitimci yazar Şehriban Tuğrul, öğretmenleri için ayrı bir bölüm ayırmaz; “Anılarımla Hasanoğlan” adlı eserinde. Yeri geldikçe anlatır onları. Böylesi daha güzel olmuş tabiî.

Geçen hafta, birkaç öğretmeninden söz etmiştik. Bu yazıya kimler girecek bakalım.                   Sözü yazara bırakayım ben en iyisi:

 

“Cuma günü dört saat olan “Elişi” dersi, en sevdiğim derslerden biri olmuştu. Öğretmenimiz Emel Arıkan çok zayıftı. Ayaktayken, bacakları gövdeyi taşımayıp kırılacak gibi görünüyordu. Giyimi çok güzel, çok kibar biriydi. Bize devamlı bakamıyor, bizden gözünü kaçırıyordu sanki. Sorduğumuz soruların hepsine cevap vermiyor, susuyordu. Dağıttığı kumaş parçalarına dikiş çeşitlerini yapmamızı, düğme dikmemizi istedi. Biz de gösterdiklerinin hepsini yaptık. Daha sonra dikiş makinesini kullanmayı öğreteceğini söyledi. Ben de heyecanla, “Dikiş dikmeyi biliyorum; annemin yardımıyla kendime dar elbise diktim öğretmenim.”dediğimde, “Aferin”dedi; hafif gülümseyerek.” (Sa. 49)

Elişi böyle, ya matematik?

“Matematik dersimizde Kemal Başaran’la olmak güzeldi. İyi, sevecen, gülen, güldüren bir öğretmendi.”(Sa. 50)

“Matematikten hiç korkumuz yoktu. Zorla da olsa bizi geçirirdi Kemal hocamız. Ders anlatırken sınıfta bizimle yumak olur; yuvarlanır, yuvarlardı bizi. Tepemize vura vura da olsa öğretirdi. O bizi dövmezdi. Lafın gelişi öyle söyledim canım!”(Sa. 58)

               Böyle bir öğretmen olunca, matematikten korkmaya gerek yok. Ama her öğretmen Kemal Başaran gibi değil maalesef:

                              “Fen bilgisi öğretmenimiz onun tam tersi… Mahmut Gündüz Tasalı öğretmenimiz bize bakmadan, yavaş yavaş ders anlatıyor, hiç masadan kalkmıyor, ders anlatıp anlatmadığı hiç belli olmuyordu.”(Sa. 50)

               Başka bir sayfada da bu öğretmen hakkında, “Fen dersinden hepimizin notu iyiydi. Öğretmenimizin ağzından bilgileri cımbızla da alsak, yazılılarımız güzeldi.” diyor.

               Sosyal bilgiler öğretmeni Hüsnü Özer için de şunları yazmış:

               “Sakin, sesini hiç yükseltmeyen, herkese eşit davranan, belli belirsiz bize gülümseyen, uzun boylu, esmer, kır saçlı, iyi bir öğretmendi.” (Sa. 58)

               Artık ikinci sınıf öğrencisidir; Şehriban Tuğrul. Dolayısıyla bundan böyle etütlerde onlara yardımcı olacak son sınıf öğrencisi bir ağabey ya da abla olmayacaktır.

               Sınıf başkanı, geçen yılki ağabey ve ablaların görevini üstleniyor; öğretmen kürsüsünde oturup gürültü yapanları gizlice yazıp nöbetçi öğretmene veriyor.

               Bir gün, etüt sonunda Şehribanların sınıfı gürültü yapınca nöbetçi öğretmen aniden içeri girer. Bundan sonrasını yazardan dinleyelim:

               “Başkan listeyi vermek istemese de elinden aldı. İsimleri yazılı olanlar tahtaya çıktılar. Onların eline sopayla vurdu. Nöbetçi öğretmen Gülsen Aksoy’du. Resim-iş dersi öğretmeniydi. Eşi de Beden Eğitimi Öğretmeni İsmail Aksoy idi. Yozgatlı’ydı ve bu nedenle yakın görür, çok severdim. Gülsen Öğretmen çok güzeldi ve sanatını yüzüne öyle güzel icra ederdi ki (makyaj) hayran kalırdım. Böyle nazik bir öğretmenin, öğrencileri dövebileceğini hiç düşünmemiştim. Tam kapıdan çıkarken gülüşmeler olunca geri döndü. Ben kapıya yakın sırada olduğum için bana vurmaya başladı. Öyle utandım ki arkadaşlarımdan, utançtan acısını bile duymadım. Hak etmemiştim gerçekten, ben ki kuralcı ve saygılı biriydim. O gün, o öğretmenime çok kırıldım ve küstüm.” (Sa. 121 – 122)

               Henüz 13 – 14 yaşındaki Şehriban, haksız yere yediği dayaktan dolayı, Gülsen Aksoy öğretmenine küsmemeli, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter”  sözünü anımsayıp üzüleceğine mutlu olmalıydı bence!

               Elinde sopa olmayan, öğrenciyi dövüp korkutmayan öğretmen kaç para eder ki!

               Kendisini tanıma mutluluğuna erişmediğim Gülsen Aksoy öğretmeni çok takdir ettim!  Değerli okul müdürleri ve MEB bakanlık müfettişlerinin de özledikleri iyi bir öğretmen böyle olur işte!

               Birinci sınıftayken, elişi öğretmeni Emel Arıkan’dı. İkinci sınıfta kimmiş ve nasıl bir öğretmenmiş bakalım:

               Son haftalardaydık. Elişi dersinde atölyeye geldik. Süheyla Hanım’ın dersinde sessiz, yerinde oturulmuş halde beklenirdi, öyle isterdi. Biz o şekilde beklerken, birden kapı açıldı. Gülşen arkadaşımız son hızla içeri daldı. “HOCCC geliyor, HOCCC” diye. A harfini yutarak kaba sesle bağırıyordu. Arkadan öğretmen belirmesin mi! Biz işaret etsek de o devam ediyordu. Sonunda arkasını dönünce, öğretmenle yüz yüze geldi. Öyle bir kızardı ki, kırmızı olan yanağı tamamen kıpkırmızı oldu. Öğretmenin kızmasını beklerken, gülmesiyle biz de makaraları koyuverdik. O gün, ilk defa dersimiz neşeli geçti.” (Sa. 157)

               Nasıl bir öğretmenmiş bu Süheyla Hanım! Böyle bir durumda, şaklabanlık yapan o öğrenci, eşek sudan gelinceye kadar dövülmez mi! Meslektaşı Gülsen Aksoy’u örnek alıp disiplini bozan o öğrenciyi, hakaretler ederek bir güzel pataklasa daha iyi olmaz mıydı!

               Ne korkuyorsun be Süheylâ Hanım; bu öğrencilerin aileleri kilometrelerce uzaklarda. O güne kadar herhangi bir velinin, “Çocuğumu dövdü, çocuğuma hakaretler edip sövdü” diye bir öğretmeni şikâyet ettiği duyulmuş mu? Bildiğin gibi okulun “Eğitim Şefi” elinde sopa ile gezer. Okul müdürünün en sevdiği öğretmen ve idareciler de yüzü hiç gülmeyen, “Disiplin, disiplin… İlle de disiplin” deyip vuran, kıran, üzen meslektaşların değil mi?

                Ne eksikliğiniz var onlardan? Sizin başınız kel mi?

               Boşuna konuşuyorum ben. Bilirim ki zira, Süheyla Hanım gibi öğretmenlerin aklı bir karış yukarıdadır. Ne söyleseniz kâr etmez. “Yok efendim, dayakla eğitim olmaz. Dövmeyeceksin, sövmeyeceksin, seveceksin. Anlayışlı, yumuşak, şefkatli olacaksın. Falan, filan…” diyerek onlar sana ders vermeye kalkar.

               1960’lı yıllarda Hasanoğlan’daki bu tür öğretmenlerden biri İş Bilgisi Öğretmeni Musa Okay, biri Meslek Dersleri Öğretmeni Şenay Can, biri de Resim-iş Öğretmeni Himmet Şahin idi.

               Şehriban Tuğrul, bu üç öğretmenden yalnızca Himmet Şahin’i anlatmış; Okay ve Can öğretmenlerden söz etmemiş hiç. Edemezdi, çünkü Musa Okay 1966’da Malatya’yasürgün gönderilmişti. Tuğrul ise 1967’de girmişti Hasanoğlan’a. Ve kızımız, meslek derslerinin görüldüğü 4. ve 5. sınıfa geldiğinde, Şenay Can, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü öğretmeniydi. (Musa Okay ve Şenay Can, benim de Aksu’dan çok sevdiğim öğretmenlerimdir. Okay öğretmenimi birkaç yıl önce uğurladık öteki dünyaya. Can öğretmenimle haberleşiriz hâlâ.)

               Gelelim, dostluğuyla kıvanç duyduğum ve sık sık telefonla güzel haberleri aldığım Himmet Şahin abimize:

               “Resim dersi öğretmenimiz yine Himmet Şahin’di. Adının anlamı gibi bize hep yardım ederdi.” (Sa. 198)

               Ve kızımız Şehriban, 12 yaşında geldiği Hasanoğlan’da altı yılı tamamlamıştır artık. Söz yine O’nun:

               “Hiçbir baskı olmadan, verilen imkânlardan yararlanarak bedenen ve fikren gelişmiş, büyümüştük. Bu güvenli çatı altında acısıyla tatlısıyla geçen yıllar, bize birbirimizi sevdirmiş, kardeş yapmıştı.” (…)

               “Artık dersler başlamıştı. 7/A ile karşı karşıya olmak bizi iç içe, samimi yapmıştı. Bir gün, arkadaşımız Huriye Berber, üzüntülü ve ağlar halde geldi resim atölyesine. Atölyenin giriş yolunun altı buz tutmuş, üstü karla örtülmüş. Huriye, girişte tam düşerken, karşıdan gelen Himmet öğretmen koşmuş, onu tutayım derken, yere çantasıyla kapaklanmış. Huriye onu kaldırmaya çalışmış; yerde biraz yatan öğretmen kalkmış. Düşerken, elindeki çanta öğretmenimizin tırnağına takılmış. Tırnak yerinden çıkmış. Sökülen tırnak Huriye’yi çok üzmüş, kapkara gözlerini kederle ve gözyaşıyla doldurmuştu. İşte böylesi öğretmenlerimizin fedakârlığı, onları kalbimizde bir ömür boyu yaşatacaktı.” (Sa. 279 – 280) *

               ‘ Her iyilik, er geç cezasını bulur’ derler. Doğru bir söz sanırım. Gördünüz işte, dostum Himmet Şahin, yaptığı iyiliğin cezasını, tırnağı sökülerek nasıl da alıvermiş hemen!

 

 

   Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

*Anılarımla Hasanoğlan, Yazan: Şehriban Tuğrul, Hasanoğlan Mezunları Derneği Yayını, Ankara

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..