Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '17

 
Kategori
TV Programları
 

İçimdeki Fırtına son ders olmalı!

İçimdeki Fırtına son ders olmalı!
 

Düşünüyorum da, şimdiye dek ne kadar çok ‘Ders olmalı’ dediğimiz gidişler yaşandı şu ekranda. Hatalı başlangıçlar, yetersiz performanslar, birbiriyle bağdaşmayan oyuncular, mantıksız gidişatlar ve oradan buradan alıntılarla doldurulan senaryolar… Hepsi de yüzlerine güvenilen isimleri bir araya toplamanın başarı için yeterli olduğunu sanıp az emekle işi götürmeye heveslenenlerin sergilediği tablonun olumsuzluk unsurlarıydı. Tüm bunları ayrı ayrı yapımlar için detaylarıyla değerlendirip ortaya koyduk ve ‘Aynı hevesi taşıyan yapımcılar için bu erken finaller ders olmalı’ uyarısıyla dikkatlere sunduk.

Gel gör ki, bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu söyleyerek insanların uslanmazlığını işaret eden atalarımızı haklı çıkartırcasına, bu uyarılara kulak asmamaktaki kararlılık yeni yeni ‘Ben yaptım oldu’ heveslerini doğurdu. Star TV ekranına tutunamayarak altı bölümde finale gitme durumunda kalan ‘İçimdeki Fırtına’ da bunlardan biri oldu. Dizi yapma heveslilerine ‘Son ders olmalı’ diyerek bu hale nasıl gelindiğine bir kez daha bakalım şimdi.

 

‘İÇİMDEKİ FIRTINA’DA BALIK BAŞTAN KOKMUŞTU

Güzel ve yakışıklı olmanın başarılı oyunculuk için yeterli olamadığını en net biçimde gösteren ‘İçimdeki Fırtına’ daha ilk bölümden falso veren ve izleyiciyi bağlayacak özellikler sunamayan dizilerdendi. Yani 'İçimdeki Fırtına'da balık baştan kokmuştu.

Nitekim Emre-Deniz-Ezgi üçgeninde aşk ve kıskançlık aksiyonu yaratmaya çalışan, işin içine intikamı-hesaplaşmayı sokarken Fırat-Perihan-Galip gibi faktörleri de buna ekleyerek olayları genişletmeye çabalayan dizinin ilk bölümünün ardından ‘İçimdeki Fırtına neyin kafası’ başlıklı bir yazıyla eleştiride bulunmuş ve büyük umutlarla yola çıkan yapımın başarısızlık nedenlerini de sıralamıştım.

Yazının finalindeyse ‘‘Amacımız moral bozmak veya karalamak değil. Ancak böylesi yoğun karakter abartılarını ve öyküyü anlamsızlaştıran amatörlükleri görmezden gelmek de, ‘İçimdeki Fırtına’ya kötülük etmek olur. Umarım devamında bu detaylara özen gösterilip daha doğal canlandırmalar ve akla yatkın konu gidişatıyla devam edilir. Aynı tarzda ısrarcı olunursa, aslında çok daha iyi bir performans sunması rahatlıkla mümkün olabilecekken, kendi hatalarıyla yarattığı sunum cılızlığında yitip gider’’ uyarısında bulunmuştum.

İlk bölüm olduğu için hatalarını görüp düzeltmesi mümkündü. Ancak ne yazık ki bildiğini okuyan dizinin sonraki bölümlerinde de başlangıçtakinin aksine bir gelişim yaşanmadı ve performanslarda değişen bir şey göremedik. Hatada ısrarcı olunmasıysa, böylesi hallerin kaçınılmaz sonunu en kısa sürede dizinin karşısına getiriverdi. Böylece bir kez daha haklı çıktım.

Bu noktaya gelinmesinde senaryonun yarattığı boşlukların, Deniz’in bir saç değişimiyle Elif diye yutturulmaya çalışılması gibi saçmalıkların ve sahneleri komikleştiren mantıksızlıkların payı elbette ki büyük. Lakin asıl problem dizinin içeriğinin oluşumunda!

‘‘İçimdeki Fırtına’nın abartının dışındaki belli başlı olumsuzluğu, içeriğin ve karakterlerin farklı yapımlardan çağrışımlar uyandırması…’’ diyerek detaylandırdığım problem, senaryonun eski yapımlardan bolca esinlendiği izlenimi yaratmıştı en baştan. Bu şekilde gelişen içerik benzeşmesi de dizinin ve karakterlerin ilgi çekiciliğini ilk bölümden dibe vurdurmuştu. Başka işlere öykünmekten kendi özünü ortaya koyamayan ve bu süreçte bir yığın soru işareti yaratan kopukluklar sergileyerek kafasına göre takılan ‘İçimdeki Fırtına’nın tutmamasındaki diğer etken, oyuncu performanslarıydı… Ki, burada da başı çeken Yusuf Çim oldu.

Oyunculuktaki acemiliğini çoktan üstünden atmış olması gereken Yusuf Çim’in en bariz kusuru, her durumda aynı kalan yüz ifadesi ve sıkıntılı anlarda bile gülüyormuşçasına bakışlarla ortalıkta boy göstermesi! Bu tarz sunumla Emre karakterinin ruh dünyasını yeterince hissettiremediğinden dizinin izleyiciyle bağ kuramamasında etkili olduğunu söyleyebilirim. İmaj ve duruş değişimini şiddetle tavsiye ettiğim Yusuf Çim, fiziksel açıdan ilgi odağı olabilir ve bu şirin haliyle romantik komedilerde iş yapabilir. Ama mevcut oyunculuk performansıyla dram türü işlere uymadığı kesin. Zira ortama göre değişmeyen canlandırmayla dramatik rolün gereğini yansıtamıyor ve gerçekçi durmuyor.

Ayrıca Merve Boloğur’un Ezgi karakterinde neden yersiz abartılara yöneldiğini, rolünü gereğinden büyük oynamaya çalıştığını da ilk bölümden itibaren hiç anlayamadım. ‘Kötü’yü canlandırmak için yeterli vasıflara sahipken gerek dış görünüşü, gerekse hareketleriyle işin ölçüsünün kaçırılması Ezgi karakterini fena halde sahteleştirmişti… Ki burada da kusuru, oyuncudan ziyade yönetmende aramak lazım diyorum!

Deniz olarak karşımıza gelip saçma sapan bir denize düşme sürecinin ardından daha da saçma bir ‘yeniden doğuş’ evresiyle kayıp torun Elif olarak ortaya çıkan Gizem Karaca’nın rolüne gelince... ‘Biz şimdi bu değişime diğer karakterlerin inandığına nasıl inanalım’ duygusuyla düşündüren türdendi. Yani aynı kişi olduğu bariz biçimde görünen birini farklıymış gibi gösterme sahteliğini canlandırma çabası içinde bocalayıp durdu bölümler boyu. Bu da haliyle hem karakteri gerçeklikten uzaklaştırdı, hem de Gizem Karaca’nın performansını etkiledi. Sorumluya gelince… Başta farklı birini oynatıp sonra Gizem Karaca’yı Elif olarak devreye sokmayı akıl edemeyenler ve içeriği yazanlar kuşkusuz.

SONUÇTA; Sevilerek izlenebilecek bir dizi olması mümkünken yitip giden işlerden oldu, ‘İçimdeki Fırtına’… Onu ekranın başarısız diziler tarihine uğurlarken bu olumsuzlukta kolaycılığa kaçan yapımcısından, senaristine… Sahnelerin yaratılmasını doğallıktan uzaklaştıran yönetmeninden, oyuncusuna herkesin payı olduğunu bir kez daha vurgulayalım.

Artık şu gerçeği görmek lazım... Rakip bolluğu, reklam azlığında gittikçe zorlu hale gelen rekabet şartları dizicilerin işi daha ciddiye almalarını gerektiriyor. Klişe konular, klişe oyunculuklarla yol almak eskisi kadar kolay değil… Ki, ilerleyen süreçte bu daha da zorlaşacak. Dolayısıyla belli isimleri hep aynı türden rollerle karşımıza getirme ve işlenmiş konuların harmanından ‘toplama dizi’ yaratma alışkanlığı acilen terk edilmeli. İnsanlar seçenek bolluğunda benimsemedikleri, gerçekçi bulup inanmadıkları işlere karşı eskisi kadar toleranslı değil zira! Ders alan alır, almayan yarı yolda kalır.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..