Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İhtiyaçlar, İstekler ve Hayatı Sadeleştirerek Mutlu Olma!

İhtiyaçlar, İstekler ve Hayatı Sadeleştirerek Mutlu Olma!
 

Birçoğumuz hayatımızın gidişatından tam olarak memnun değiliz. Sürekli bir arayış içinde olduğumuz bu dünyada, en çok arzuladığımız şeylerin başında daha mutlu olmak  geliyor.  Mutluluk ve huzura ulaşabilmek adına herkesin kendince yöntemleri var. Biz de insanların deneyimlerden ve uyguladıkları mutluluk yöntemlerinden faydalanmak istedik.

Yaşam için vazgeçemeyeceğimiz ihtiyaçlarımız vardır. Bunlar: beslenme, barınma, korunma… Yemeden, içmeden yaşamımızı sürdüremeyiz; ama dünyada yeterince beslenemeyen aç insanlar var. Kimi insanlar, yemekten, yanlış beslenmekten obeziteolurken kimileri de açtır. 

Birleşmiş Milletler 'in (BM) iki örgütü, Gıda ve Tarım Örgütü'yle (FAO) Dünya Gıda Programı (WFP), 16 Ekim Dünya Gıda Günü için hazırladıkları raporda, ekonomik krizin açlığı daha da derinleştirdiğini söylüyor. Rapora göre dünyada 1 milyar 20 milyon aç insan var.(15 Ekim 2009)

Yeme, içme kadar temel bir gereksinmedir, korunma. Bu temel gereksinmeler, insanların varoluşundan bugüne değin değişmemiştir; ama insan geliştikçe gereksinmeleri de sağlıklı yaşama,eğitim ve öğretim görme,adalet içinde yaşama, güvenli bir hayat sürme, geçinme (iş sahibi olma), aile kurma (Temel bir ihtiyaç olarak isteğe bağlıdır.) gibi gelişmiş, çeşitlenmiştir.

. Günümüz insanlarının ihtiyaçlarını fizyolojik ve sosyal olarak iki ana bölüme ayırabiliriz. Temel ihtiyaçlardan söz ettik. Bunların dışında, ihtiyaçlar yok mudur? Kuşkusuz günümüzde insanların ihtiyaçları çok ve çeşitlidir. Bu çeşitlilik fizyolojik ihtiyaçlarda da sosyal ihtiyaçlarda da görülür.

Abraham Maslow 1943 yılında ortaya çıkardığı ‘’İhtiyaçlar Hiyerarşisi’’ kuramında insanın yaşam içerisinde isteklendirme oluşturan güdülerinin kendi içersinde bir sistemi olduğuna ve bunların da 5 ana grupta toplandığını söylemiştir. Fizyolojik ihtiyaçlar, - güvenlik ihtiyaçları, - ait olma ve sevgi ihtiyacı, - saygı ihtiyacı ve en üst düzeyde - kendini gerçekleştirme ihtiyacı olarak açıklamıştır. Maslow bu 5 grubu düşüncesiyle motivasyon kaynağı olarak dışarıdan alınan ödül ve cezanın etkisiyle değil kendi içindeki bu hiyerarşik yapının katkısı olduğunu söylemektedir.

Bilim ve teknolojin gelişmesiyle insanların daha kolay ve rahat bir hayata kavuşmaları sağlansa da temel ihtiyaçlar hep aynıdır. İnsanların sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşaması için bu ihtiyaçlarının karşılanması gereklidir. Karşılanmazsa ne olur? Eğitim ve öğretim görme, iş sahibi olma, aile kurma tüm insanlar için vazgeçilmez değildir. Günümüzde, eğitim çok küçük yaşlarda başlıyor. Çocuklar, oyun çağında arkalarında okul çantaları, okulun yolunu, isteseler de istemeseler de tutuyorlar. Koşturmaca yarışa dayalı bir yaşam başlıyor. Bu yarışta, başarısızlar kadar başarılar da mutsuz; çünkü yaşamda yarış hiç bitmiyor. Yaşamın her aşamasındaki sınavlar, çocukları, gençleri canlarından bezdiriyor. Bu yarışlara katılmayanlar daha mutlu değil mi? Ne dersiniz?

Yarış bitmiyor. Okulları bitirince bu defa da iş bulma kaygısı, bulabilirse, başlıyor. Peki, iş bulamayan ne yer ne içer diyeceksiniz. Kendi işini kurmanın yöntemlerini okullarımızda veremediğimiz için iş de kuramıyorlar. Bir avuç toprağı olanlar, organik sebze, meyve üretemezler mi? Sebze, meyve de tarlasında, bahçesinde kalıyor, para etmiyor, diyeceksiniz de toprakla ilgilenmek, stresi azaltıyor; yaşamı sadeleştiriyor. Sade yaşayan insanlar, daha mutlu değil mi? Dağdaki çoban daha mutludur, demez miyiz? Neden, daha sade yaşamı vardır da onun için.

O zaman mutlu olmak için okumayalım mı? Hayır, onu demek istemedim de okumak, okulları bitirmek de insanları mutlu etmiyor. Okumayan insanın dünyası daha küçük, daha sade. İstekleri sınırsız değil.

Yeme-içme, barınma, giysi, korunma… gibi temel ihtiyaçlarını karşılarsa uyuyabilir. Eğitimli, alanında uzmanlaşmış, belli görevlere gelmiş, araştırmalar yapmış, iş kurmuşlar, rahat uyuyamaz; araştırmalarını, işlerini düşünürler.

Diyeceksiniz ki ülkemizde okuma alışkanlığı yok. Doğru dersiniz. Benim demek istediğim belli bir eğitim-öğretimden geçmek. Bunlar, kitap okuyor mu? Sanmıyorum. İşte araştırma sonuçları:

Türkiye’de çoğunluk kitap okumuyor. Araştırmalar, Türkiye’de katılımcıların yüzde 44’ünün hiç kitap okumadıkları belirlendi. Ara sıra okuyanlar yüzde 43,2 sık kitap okuyanların oranı ise yüzde 12,8 oldu. Toplam nüfusu sadece 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100.000 baskı sayısıyla basılırken, Türkiye’de bu rakam 2000 – 3000 civarında basılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap alımı, ortalama 100 ABD doları, Türkiye’de ise bu rakam 10 ABD dolarının altındadır. Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4,5 kişi kitap okuyor. Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda, kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada.

UNESCO’nun verilerine göre küresel çapta 15 yaş üzeri 758 milyon kişi okuma-yazma bilmiyor. Bunların üçte ikisini kadınlar oluşturuyor.Dünyada işsiz sayısı 202 milyona ulaştı. İŞKUR Genel Müdürlüğü İstatistik Dairesi Başkanı Gökdere, önümüzdeki 4 yıl içinde işsizliğin 215 milyonu bulacağını bildirdi.Araştırmalara göre Türkiye’de işsiz sayısı 4 milyon

Okuma-yazma bilmeyenin; bilgisayarı, akıllı telefonu, kredi kartı yoktur. Elindekiyle yetinirdi. Bizler,1960’lı yıllarda, okuma-yazma bilmeyenler gibi yaşardık; çünkü o yıllarda televizyon, internet, bilgisayar, kredi kartı, cep telefonları yoktu; bu nedenle istekler de sınırlıydı. Günümüzde, televizyon olmayan ev kalmadı, diyebiliriz. Türkiye, ortalama 4,5 saat TV izliyorTelevizyonda ne var? İç karartıcı haberler,evlenme, yorum programları, Kemal Sunal filmleri ;glikozlu bal , seks kremleri reklamları.

Bankalar arası Kart Merkezi (BKM) Genel Müdürü Dr. Soner Banko, Türkiye'de yaklaşık 22 milyon kişinin kredi kartı bulunduğunu belirterek, "Toplamda 54,4 milyon bireysel kredi kartı bulunduğu, bunların da 4,9 milyonunun sanal kart olduğu göz önüne alındığında Türkiye'de kredi kartı sahiplerinin, cüzdanlarında ortalama 2,25 kredi kartı taşıdığı ortaya çıkıyor." dedi. Demek ki tek kredi kartı da yetmiyor. Öyle ya 10-15 kredi kartı olanlar da var. Bankalar, hesabı olsun olmasın herkese kredi katı veriyorlar. Hatta bir zamanlar, bankaların önünde kredi kartı dağıtılıyordu. Demek ki belli oranda kredi dönüşü olmasa da bankalar, kredi kartlarından iyi kazanıyorlar ki her isteyene kart gönderiyorlar,

(TUİK)06-15 yaş grubundaki çocukların bilgisayar, İnternet ve cep telefonu kullanım oranları sırasıyla %60,5, %50,8 ve %24,3’tür. Bu oranlar 06-10 yaş grubundaki çocuklarda sırasıyla %48,2, %36,9 ve %11, 11-15 yaş grubundaki çocuklarda ise sırasıyla %73,1, %65,1 ve %37,9’dur

Sinema ve tiyatroya gitme oranlarına yönelik soruya ise yüzde 74,7’si “hiç”, yüzde 22’si ”ara sıra”, yüzde 3,3’ü ”sık sık” yanıtını verdi. Çocukların %60,5’i bilgisayar, %50,8’i İnternet, %24,3’ü cep telefonu kullanıyor

Yapılan araştırmalara bakılırsa, ömrümüzü ekran karşısında geçiriyoruz. Çocukların her türlü sıkıntısını, kahrını anne-babaları çekiyor. Ama çocukları onlar yetiştirmiyor. Anne-babalarının yerine, dijital dadılar yetiştiriyor. Reklamlar ve çizgi filmler ile bilinçaltına ciddi müdahaleler oluyor. Marka bağımlısı ve sürekli sıkılan bireyler yetişmekte Bu durum, oyun çağında olan çocuklarımızda da maalesef böyle. Açık havada oynaması gereken, en azından ailesi ile nitelikli vakit geçirmesi gereken, geleceğimizin teminatı çocuklarımızı bizim yerimize başkaları yetiştiriyor. Artık her evde mevcut olan TV, PC, tablet, akıllı telefon gibi dijital dadılar, çocuklarımızı bizim yerimize büyütüyor. Anne-babalar! TV, PC, cep telefonu vb. dijital dadılara baktığını, kadar evladınızın yüzüne bakmıyorsanız, sizi ciddi iletişim problemleri bekliyor demektir. Buna ilaveten odaklanamama ve aşırı sıkılma problemleri cilası. Diğer taraftan kitap okuma verilerimiz de pek iç açıcı değil. Kitap Üzerine İstatistik Bilgiler

Aile kurmadan yaşantısını sürdüren insan da az değildir, dünyada. Bunlar,”Bekârlık sultanlıktır” sözünü ilke edindiklerinden aile kurmamışlar ya da kuramamışlardır. Bekârlık sultanlık mıdır, bilinmez; bu konuda araştırma yapılmış mıdır? Bilmiyorum.          

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'in 2011 yılı rakamlarına göre Türkiye'de yalnız yaşayanların sayısı son sekiz yılda iki kat artarak 665,7 binden 1 miçon 141,3 bine çıktı!

"Yalnızlığı ile de çok kalabalık olabiliyor insan!" Franz Kafka bu sözü söylediğinde dünya nüfusu artarken yalnızlık, varlık insanları ele geçireceğini ima etmemişti şüphesiz. 

Merkezi İngiltere'de bulunan Euromonitor International şirketinin yaptığı araştırmada, dünyada 1996'da yalnız yaşayan insan sayısı 153 milyon iken bu sayı 2011'de 277 milyon olmuş. Bu bize 15 yılda yalnız yaşayan insanların sayısında % 85 artış olduğunu gösteriyor. ABD bu konuda başı çekiyor. 1957 yılında Michigan Üniversitesi tarafından yapılan bir bekârlık anketinde katılımcıların % 80'i yalnız yaşayan insanları garip ve tuhaf bulurken, bugün nüfusunun % 54'ü yalnız yaşıyor

Psikiyatri Uzmanı Dr. İbrahim Bilgen, iyi hissetmek uğruna sosyal medyada sahte dünyalar yaratıldığına dikkat çekiyor. Bilgen, "Yaşamadığımız mutlulukların fotoğraflarını çekip, daha sonra o fotoğraflara bakarak mutlu olmaya çalışıyoruz. Hatta aldığı istek sayısına göre mutlu olan, birinden istek alamadı diye depresyona girenler var" diye konuştu.

İnsanlar, sosyal medyada yapay dünyalar oluşturuyor; zamanla bu dünyanın tutsağı oluyor. Televizyondaki kimi kişilerle kendini özleştirenler, özleştikleri kişiler gibi yaşamayı yeğliyorlar, yaşam koşullarıyla uyuşmayınca da mutsuz oluyorlar. Mutsuz insanlar, negatif enerji yayıyorlar. Sadece televizyonda mı yapay dünya, sosyal medyada renk renk. Bu renkliliğe kapılanların gerçek dünyayla ilişkileri kopuyor. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca 12 bin aile üzerinde yapılan ”Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması’nda çarpıcı sonuçlara ulaşıldı. Kapsamlı araştırmaya göre Türkiye’de TV izleme oranı artıyor. İşte Türkiye’nin fotoğrafını çeken araştırma:

Aile üyelerinin birlikte yaptıkları etkinliklere bakıldığında ise birinci sırada 59,4 ile televizyon izlemek geliyor. Bunu 25,8 ile akraba, komşu, arkadaş ziyareti, 21,9 ile alışveriş, 7,2 ile tatil, 6,1 ile dışarıda yemek, yemek, 3,2 ile sinema ya da tiyatroya gitmek izliyor. Ankete katılan ailelerin 79,6’sı birlikte hiç tiyatro ve sinemaya, 63,3’ü de hiç tatile gitmediklerini belirtti.

Ülkemizde ortaöğretim çağında bir çocuğun televizyonun ve bilgisayarın başında geçirdiği süre okulda geçirdiği süreden tam yarı yarıya daha fazla. Öğrencilerimiz yılda ortalama 1000 saatlerini okulda geçirirlerken 1500 saatleri ise televizyon ve bilgisayar başında geçiyor.

Çağımız insanını, kitle iletişim araçlarının, kimi kurum ve kuruluşların kuşatmasındadır. Çok kişi televizyonda aynı haberleri, aynı dizileri izler; yorumlar. Televizyon sadece teknolojik bir araç değil, toplumu değiştirme sürecinde yaygın olarak kullanılması sebebiyle, diğer iletişim araçlarından daha etkili bir araçtır.  Televizyon, sosyal kimliğin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Onun içindir ki son yıllarda insanlar, politikacıların, yorumcuların, sunucuların dizilerde rol alan oyuncuların davranışlarını içselleştirdiler. Gerçek kimliklerinden uzaklaştılar.

Bugün ülkemizde, yabancı ve yerli diziler, vurucu kırıcı filmler, yarışma ve şov izlenceleri ilgi görmekte ve hızla tüketilmektedir. Popüler kültür pazarında, toplumun her bireyi ve kesimi için tüketilecek bir şeyler vardır. Bu tüketilenler arasında bize özgü, bizim diyebileceğimiz çok az şey var. Değişiyoruz, değişimin olumlu yanlarından çok, olumsuz yanlarını benimsiyor; yaşantımıza yerleştiriyoruz. Kapitalist dizgede (sistemde) küreselleşme adı altında; siyasal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) kuşatmanın girdaplarında dolaşıyoruz. .

Tüketerek mutlu olacağımızı sanıyoruz;, mutfakta, tencere,tavaya, tabağa, tepsiye, bardağa, fincana; giysi dolaplarında giysiye yer yok.Yenisini alıyor,alıyoruz.   Televizyonun, cep telefonun, bilgisayarın, arabanın son modelini-alım gücü olanlar-alarak mutlu olacaklarını sanıyorlar. Bir tüketim çılgınlığıdır, gidiyor. Alamayanlar ne yapıyor, dersiniz. Onlar da alamadıkları için çıldırıyor! Ya da kredi kartıyla borçlanıyor, borçlanıyor.

Bu durumda kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:

Hayatımı nasıl sadeleştirebilirim?

Bu sorunun yanıtı aslında sanıldığı kadar kolay değil çünkü herkesin “sade bir hayat” kavramından farklı şeyler anlıyor. Birçokları için hayatı basitleştirmek; gereksizce bağlanıp kalınan şeylerden kurtulup gerçekten değer verdiği şeyleri yapma, değer verdiği insanlarla olmak ve bundan da önemlisi zihinsel bir sadeliğe ulaşabilmek anlamına geliyor. Ancak hayatı basitleştirmek her zaman sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Üstelik kendi yarattığımız bu kaotik ve karmaşık dünya düşünüldüğünde, çok daha zor olduğunu söyleyebiliriz.

 1. İhtiyacınız olmayan şeyler satın almayı bırakın.Daha az tüketerek ekonomik ve duygusal açıdan daha özgür olabilir, sizi gerçekten mutlu edecek şeylere daha fazla zaman ve enerji ayırabilirsiniz.

2. Kendinize stressiz bir alan yaratın.Hayatınızda daha fazla alan açmak için daha az stresli ve daha sade bir yaşam alanı oluşturun. İhtiyacınız olmayan şeyleri gözünüzün önünden uzaklaştırın, gerçekten ihtiyacı olan kişilere verin.

3. Başkalarının hayatınızı size dikte etmesine izin vermeyin. Gelenekleri sorgulayın, inandığınız şeyleri tekrar gözden geçirin ve sevdiğiniz şeyleri düşünün. Kendi yürüyeceğiniz yolu kendiniz yaratın.

4. Etrafınızı pozitif insanlarla çevreleyin.

Buddha der ki:“Eğer kendinize iyi bir yol arkadaşı bulamıyorsanız yalnız yürüyün. Aynı ormanlarda aylak aylak dolaşan filler gibi. Önünüzü kesecek birileriyle olmaktansa yalnız olmak daha iyidir.

Eğer arkadaş çevreniz negatif kişilerden oluşuyorsa, hayatınız bir noktadan sonra büyük ihtimalle daha karmaşık ve problemli hale gelebilir.

5. Televizyonu kapatın. Eğer hayatınızı sadeleştirmek istiyorsanız, televizyon izlemeye bir son verin. Televizyon dikkat dağıtıcı unsurlar, yalanlar, korku ve karmaşa dolu bir atmosfer sunuyor ve dikkatimizi yapay şeylere yönlendirmemize neden oluyor.

6. Kendinizi yaratıcı bir şekilde ifade edin

7. Doğada daha fazla vakit geçirin Sade bir yaşam, aynı zamanda doğal bir yaşam anlamına gelir. Doğanın iyileştirici gücü, bilimsel çalışmalarla defalarca ortaya konmuş bir gerçek. Doğada daha fazla vakit geçirin. Böylelikle kendinizi daha az stresli, daha sakin, daha mutlu ve daha huzurlu hissedebilirsiniz.

8. Sağlıklı olmaya çalışın. Bedeninizi sağlıklı tutmak, psikolojik sağlığınızı da etkileyecektir.

9. Zihinsel farkındalık egzersizleri yapın Zihinsel farkındalık geçmişe tutunmak veya gelecek hakkında hayaller kurmak değil; yaşadığınız ana odaklanmak, her bir anı deneyimleşmektir. Zihinsel farkındalık aynı zamanda karmaşık düşüncelerden sıyrılmak, stres azaltır.

Kaynak:The Unbounded Spirit

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..