Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '09

 
Kategori
Sinema
 

İki Dil Bir Bavul: Bavulun içindeki biz

İki Dil Bir Bavul: Bavulun içindeki biz
 

Zılkif


Çoktandır sinemaya gitmemiştim. Dün sabah gazetede “İki Dil Bir Bavul” filminin kritiklerini okuyunca bu filmi sinemada izlemeye karar verdim. Her şeyden önce konusu ilgimi çekmişti. Bir Türk öğretmenin bir Kürt köyünde geçirdiği bir yılı anlatan bir yarı-belgesel filmdi. Filmin hakkında çıkan hemen hemen bütün yazılar olumluydu, ancak benzer tanıtım-eleştiri yazılarını okuyup gittiğim filmlerde hayal kırıklığına uğradığımdan beklentimi fazla yükseltmeden sinemanın yolunu tuttum. Film başlayıp birkaç sahnesi geride kaldıktan sonra o olumlu yazılara hak verdim.


Öğretmenliğe o yıl adım atan Denizlili Emre Aydın, kurada Urfa’nın Siverek ilçesinin Demirci köyünü çeker. Emre Aydın, şehirde doğup büyümüş, köy hayatını hiç bilmeyen bir gençtir. Köyün, köy hayatının şehirdekinden farklı olacağını az çok tahmin etse de Demirci köyünde beklediğinden çok daha vahim bir tabloyla karşılaşır. Yoksulluk, susuzluk, ikide bir kesilen elektrikler, okul binasının, öğretmen lojmanının kırık dökük hali… Yalnızlığı… Ancak önceden hiç hesap etmediği, bunlardan çok daha önemli bir sorunla karşılaşır: Öğrencileri, özellikle de okula o yıl başlayan çocuklar tek kelime Türkçe konuşamamaktadırlar. Kendisi de Kürtçe bilmeyen Emre öğretmen ve öğrencileri büyük bir iletişim sorunuyla karşı karşıyadır.

Film, Emre öğretmeninin ve öğrencilerinin bu sorun karşısında yaşadıklarını, bocalamalarını ve biraz da hayal kırıklığını anlatıyor. İki Dil Bir Bavul’u, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun iki arkadaş olan İstanbul doğumlu Türk kökenli Orhan Eskiköy ile Muş Varto doğumlu Kürt kökenli Özgür Doğan yapıp yönetmiş. Filmin hikâyesi Özgür Doğan’ın ilkokul anılarıyla benzerlikler taşıyor. O da filmdeki Kürt çocuklar gibi ilkokula başladığında Türkçe bilmiyormuş ve filmdeki genç, tecrübesiz ama anlayışlı, demokrat karakterli Emre öğretmeninin tersine, çocuklara evlerinde bile Kürtçe konuşmayı yasaklayan otoriter öğretmenleri varmış. Bu “otorite”nin de kaba dayakla sağlandığını o öğretmenler ve Kürt çocukları iyi bilir.


Film bir belgesel olmasına rağmen anlatıcı/üst ses kullanılmamış. Olan biteni Emre öğretmeninin çocuklar ve köylülerle diyalogları ile annesiyle yaptığı telefon konuşmalarından takip ediyoruz. Bu yöntem müthiş bir gerçeklik duygusu yaratıyor. Film izlemiyoruz , adeta o sınıfta, o köy evlerinde bir köşede durmuş o yaşantılara anbean tanıklık ediyoruz. Tabii bu tanıklığı bizim yerimize kamera yapıyor. Öğretmenin, çocukların Türkçe, kendisinin ise Kürtçe bilmemesi nedeniyle yaşadıkları iletişim güçlüğünün yarattığı umutsuzluğu annesiyle yaptığı telefon görüşmelerinden anlıyoruz. Bu telefon konuşmaları kurmaca değil, gerçek. Dokuz ay boyunca Demirci köyüne gidip gelen, 75 gün orada yaşayan film ekibi, Emre öğretmene, “hadi al telefonu da annenle konuşurmuş gibi yap” demiyor ya da bir tekst ezberletip onu kameraya konuşturmuyor; annesinden telefon geldiği ya da onu arayacağı zaman hemen kamerayı çalıştırıp çekime başlıyorlar.

İki Dil Bir Bavul, anadilde eğitim sorununu/gerçeğini çok yalın biçimde sergiliyor. Okulun konfor eksikliği, köyün, köylülerin yoksulluğu, uzaklığı gibi olumsuzluklar bir yana, o köyde, o bölgede eğitimde en büyük sorunun dil olduğunu görüyoruz. Evinde, sokağında Kürtçe konuşan, anadili Kürtçe olan çocuklar okula başlayınca tek kelimesini bile anlamadıkları bir dille eğitime zorlanıyorlar. Okuma yazmayı, derslerin içeriğini anlamak şöyle dursun, tuvalete gitmek istediklerini bile anlatamıyorlar öğretmene… Emre öğretmeni bir sahnede dakikalar boyunca bir öğrencisine “tuvalete gidebilir miyim?” cümlesini ezberletmeye çalışırken görüyoruz. Annesiyle yaptığı bir telefon konuşmasında ise “ben bunlara bu yıl ancak okuma yazmayı, biraz da Türkçe konuşmayı öğretebilirim” diyor. Yani kendi dilinde öğrenim gören akranları ikinci sınıfa geçtiklerinde bir sürü bilgiyle donanırken o çocuklar daha ilkokul birinci sınıfın ilk sömestrini tamamlamış olacaklar. Sonra da –eğer okuyabilirlerse- sınavlara girip kendi dilinde eğitim gören çocuklarla yarışacaklar. Bu sınavı kazanmalarına imkân var mı sizce? Bu durumda tüm sınavlarda en başarısız öğrencilerin, okulların hep Doğu illerinden çıkması sürpriz mi? Ve Kürtlerin yoksul kalması, okuyamaması, devlet kademelerinde bir yere gelememesi, yasadışı işlere sapması, onların doğuştan aptal, yeteneksiz, kötü huylu olmalarından mı kaynaklanıyor sizce?

Dil meselesiyle köydeki okul dışındaki hayattan sahnelerde de komik diyalog ve anekdotlarla da karşılaşıyoruz. Misafir olduğu bir evde Emre öğretmen çocuklarla iletişim kurma güçlüğünden söz ederken ev sahibi köylü “benim esas dilim Kürtçe, yabancı dilim Türkçedir; çünkü ben Türkçeyi 15 yaşımda öğrendim” diyor; ve ardından ekliyor “hem bu arada sen de yabancı dil öğrenmiş oluyorsun”!


Film bu büyük ve ciddi sorunu tarafsız, objektif, neredeyse tamamen apolitik ve çok insancıl, çok yalın ve duru biçimde yansıtıyor. Suçlayıcı, intikamcı, çatışmacı, teşhir etmeye yönelik bir dil kullanmıyor. Sloganlardan, klişelerden hareket etmiyor. İlle de bir mesaj vereyim diye zorlamıyor (çünkü anlamak isteyenlere bizzat filmin kendisi bir mesaj). Doğru dürüst Türkçe cümle kuramayan Kürt çocukların her sabah “Türküm, doğruyum (….) varlığım Türk varlığına armağan olsun” andını okudukları andaki hallerini çıplak haliyle yansıtmak en tumturaklı siyasi tespitlerden çok daha vurucu bir mesaj.


Filmde “rol alan” demeyelim de yer alan oyuncuların, başta öğretmen Emre Aydın ve öğrencileri olmak üzere, tümü hem gerçek hem de gerçekten sahici. Zaten yönetmenler onlara hiçbir zaman şöyle yapın böyle yapın dememiş, sadece çocuklara “kameraya bakmayın” demişler. Filmin öğretmenden sonra akılda kalan diğer kişileri sevimli Zülküf (Kürtçe telaffuzuyla “Zılkif”) ve Rojda…


Bu filmi görmenizi tavsiye ederim. Katıldığı birçok film festivalinden ödülle dönmüş, kısacık, dupduru ve alabildiğine hakiki bir film… Özellikle de Kürtler, Kürt dili, Kürt sorunu üzerine uzaktan ahkâm kesip zart zurt edenlerin, “Kürtlerin bizden neleri eksik?” diye soranların ( bu lafım sana değil Nazan! :), “ekmeğimin yarısını onlar alıyor” diye zırlayanların, Kürtlere hak verilmesin diye dağa çıkma tehdidi savuran gözü dönmüşlerin, barış girişimlerinden rahatsız olup kurdeşen döken Baykal gibilerin bu filmi mutlaka görmesi lazım. Tabii "anlamak" gibi bir dertleri varsa...

Film hakkında ayrıntılı bilgi için: http://www.perisanfilm.com/school/index.php

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..