Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '17

 
Kategori
Kitap
 

İnsanlıktan Utanmak - Zülfü Livaneli - Huzursuzluk (Kitap İnceleme, değerlendirme, eleştiri)

İnsanlıktan Utanmak - Zülfü Livaneli - Huzursuzluk (Kitap İnceleme, değerlendirme, eleştiri)
 

Okul, askerlik, evlilik, çocuklar derken insanoğlu hayatın akışına öylesine bir kapılır ki gözünün önünde yaşanan acıları duyamaz, başına gelmeden anlayamaz. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, çalışanlar için gün sabahın erken saatlerinde başlar, uzun süre yollarda geçer, yoğun bir tempoyla devam ederek yine yol v.s yorgunlukların ardından sona erer ve ertesi gün yenisi başlar. Vakit olursa takip edilebildiği kadar televizyon ve iletişim araçlarından dünyada olan bitenler,  yüzeysel olarak takip edilir, duyulur, izlenir ve geçilir. İnsanın gördüğü, yaşadığı kadardır dünyası. Misal olarak hemen arkasında veya o oradan geçtikten sonra cereyan eden bir trafik kazasını görmeyip duymamışsa hayatına en ufak bir etki etmeyecektir kazanın sonuçları, yaralananlar, belki ölenler, maddi hasarlar, oluşabilecek içler acısı görüntüler kişinin hayatında küçük bir yer bile kaplamayacaktır.

Yakınımızda değil yaşam alanımızın biraz uzağındaki acıları da aynı biçimde hissetmeden geçiştirir, duysak biraz üzülür hayatımıza devam ederiz. Kısa süreli bildirilir çünkü. Bir gazete köşesinde veyahut televizyondaki haberlerin birkaç saniyesinde saklıdır uzağımızdaki acılar. Gelgelelim bu acıları misallerinden daha uzun süreli algılayabileceğimiz araçlar da mevcuttur ki bu araçlardan bir tanesi kitaplardır. Silinme kaybolma derdi olmadan özellikle romanlar vasıtasıyla uzun uzadıya detaylandırılarak aktarılma imkânını bulabiliriz eğer istersek.

Livaneli’nin son romanı da böylesine bir etki bırakıyor. Bilmediğimiz, uzaktan takip ettiğimiz, duyup belki duymazdan geldiğimiz acıların odağına taşıyor okuyucusunu. İlgili pek çok eserin yayınlanmasından ziyade çok satan bir yazarın konuya parmak basmasıyla da yaşananların vahameti kitlelere daha fazla ulaşabiliyor.

Öncelikle Livaneli ismine değinmek gerekirse kendisi sadece güzel şarkılara sahip, tanınan bir kişi olduğundan ötürü kitapları çok satan bir yazar olmadığı söylenebilir. Yapmak istediğini romanlarına aktardığı için okunur ve okunmaya devam eder. Bir kere çok ağır ve sıkıcı değildir eserleri, sürükleyicilik ön plandadır, merak unsuru eklenmiştir, okuyucuyu esere bağlayacak bazı romancılık tekniklerini sıkça kullanır ve bunları kullandığından eserlerindeki bazı kısımlardan açık sözlülükle bahseder. Serenad isimli eseri satış rakamları ve beğenileriyle başyapıt sıfatı kazanmış kabul edilir. Pek çok konuya dem vurduğu diğer eserleriyle de okura keyifli anlar yaşatan okuma zevkini arttıran yapıtları mevcuttur. “Son Ada” romanında darbeleri ve diktatörlüğü inceden eleştirirken, Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi “Leyla’nın Evi” isimli eserinde okura yalnızlık ve çaresizlik hissettirebilir. “Kardeşimin Hikâyesi” sırların peşinde sürüklerken “Mutluluk” sıfırdan başlamanın boşluğunu bırakır gönüllerde.

Önceden ismi farklı olarak düşünülen kitap yayına hazırlandığında değiştirilerek “Huzursuzluk” adını almış ve adıyla birlikte okuyucuyu biraz huzursuz etmek amacıyla yazılmış açıkçası. Bu sözler kötü manada değildir. Bilinçlendirme, uzaktan seyretmektense biraz olsun yürekten hissettirme gayesi görülüyor. Roman çocukluk arkadaşının ölüm haberini şans eseri öğrenen bir gazetecinin cenazeye katılmak ve bu ölümü araştırmak üzere Mardin’e gitmesini ve arkadaşının çalkantılı ölüm öncesi günlerini konu alıyor. Uzun bir kitap değil ama dolu dolu kaleme alındığı söylenebilir. Her adımda merak ve bilgilendirme iç içe. Kısıtlı bir gerçek zaman aralığında işlenmesine rağmen anlatılan hatıraların etkisiyle geçmişe doğru yayılımı, zamansal açılımı barındırıyor. Bazı bölümler olay anını sunarken bazı bölümlerde farklı bir teknikle anlatanın dilinden aktarılmış, sanki karşısında ana karakter varmışçasına bir konuşma ağzı metni kurularak sürükleyicilik sağlanmış ki gayet başarı olduğu söylenebilir. Karakterin yanına gittiği kişinin ne söyleyeceğini merak eden okuyucu, gereksiz diyaloglardan kaçınılarak sadece romandaki karakter anlatıcının sözleriyle kopukluğun en aza indirildiğini görecektir. Teknik ve okuma zevki açısından gayet tatmin edici bir eser ki bu öğeler zaten Livaneli’nin özellikleridir ama romanı değerli kılan bambaşka bir yönü var ki kalbe ve vicdana dokunmayı iyi biliyor olması…

Sıradan bir cinayet vakası gibi görünen olayın öncesinde geçenler romanın ana damarı. Ana karakter gazeteci İbrahim, ölen arkadaşı Hüseyin ve Ezidi meçhul kadın Meleknaz anlatılırken fonda kadim Mardin şehri yer alıyor. İbrahim’in her adımında, her ziyaretinde anılar canlanırken kişilerle konuşmalar yapılıyor ve Meleknaz’a ulaşılmaya çalışılıyor. Meleknaz özel bir karakter. Halk arasında Yezidi ve şeytana tapanlar olarak bilinen Ezidi inanışının mensubu. Suriye’deki Işid zulmünden kaçmış daha doğrusu derin yaralar aldıktan sonra kurtulabilmiş. Vicdanlara etki eden kısımlar da buralarda ortaya çıkıyor. Ezidilerin acılarla dolu geçmişlerinden örnekler verilirken, inanışın temelleri anlatılıp yanlışlık bilinenleri düzeltiliyor, Meleknaz ve yakınlarının Suriye’de başına gelenleri okudukça etkilenmemek elde olmuyor hatta okuyucu insanlığından utandırıyor.

İnsanoğlunun kötülüğün sınırlarını ne kadar zorlayabileceğine şahit oluyorsunuz. Kaçırmalar, tecavüzler, insana değil hayvana yapılamayacak aşağılanma ve davranışlara maruz kalındığını, hemen yanı başımızdaki ülkede olanları içlerine girerek yaşatıyor Livaneli. Anlatısına kendi yöntemlerini de ekleyince oldukça beğenilen dram filmleri tadında bir romanla yüz yüze kaldığını hissettiriyor okuruna. Zulüm de öyle aralıksız acındırmayla değil, nişanlı Hüseyin’in yardım ettiği Meleknaz’a kara sevda duyması, ailelerin karşı çıkışı, Mardin’de yaralanıp Amerika’da öldürülmesi gibi etkilerle zenginleştirilerek okurun dikkati dağılmadan romanın sonuna gelinmesi sağlanıyor.

İnsan olmanın iyiliklerinden ve kötülüklerinden bahsedilirken mukayeseye de imkân tanımış yazar. Çöp kadar değeri olmayan, parayla kişiden kişiye satılan Suriyeli genç bir kadınla, kendi özgürlükleri, lüksleri ve bambaşka dünyasıyla yaşayan şehirli kadının durumu, dertleri, maddi arayışları bilinçaltında soru işaretleri oluşmasına yol açıyor. Yazarın ifadesiyle “Hizmet eden değil de hizmet ettiren,” yeni nesil çalışan kadın profili ile aradaki uçurum irdelenmiş. İnsanın hatta kadının bile eşit olmadığı, iki kişi arasında başkalığın varlığındaki bir dünya gözler önüne seriliyor. Gözlem ve irdelenmesi açısından gayet başarılı olmuş özellikle kişisel farklılık kısımları.

Bir solukta okunması muhtemel olan eserin olumsuz yönlerinden fazlasıyla bahsedemez, kitabın bütününe yayılmış diyemeyiz lakin yanlış anlaşılmalara mahal verecek bazı cümleler göze çarpmıyor değil. Örneğin Meleknaz ve arkadaşının sınırdaki kurtulma bölümlerinde karşılaştıkları silahlı genç kızların YPG veya PKK örgütlerinin birer militanı olduğu açıkken iyilik meleği gibi gösterilmeleri doğru olmayabilir. Hayatları, çaresizlikleri ve yaşadıkları zorluklar açıklanabilirdi fakat doğrudan “Size bunları yapanlardan hesap sormaya gidiyoruz.” diyerek kaçan kadınlara yardımcı olmalarıyla sanki bahsedilen örgütlerin kuruluş amacının zulme uğrayanları kurtarmak olduğu gibi algı oluşturabiliyor. Binlerce insanın hayatlarını kaybetmesine sebep olan örgütlerin mensuplarından bahsederken hassasiyetle davranılabilirdi terörün kötülüğünü irdeleyen bir eserde.

Bir başka kısmında göze çarpan eksiklikse yine birkaç cümlede sınırlıydı. Öldürülen Hüseyin’in annesinin kurduğu bir cümlede “Bizler dinine bağlı insanlarız, ailemizde birçok hacı, hoca vardır.” şeklindeki ifadesi göze çarpıyordu. Yazarın gözlemsel eksikliği veya gözlemsel imkânsızlığının sonucu olarak ortaya çıkmış olabilir. Bu ifadeler herhangi bir dinin zorunluluklarına, getirilerine çok sıcak bakmayan veya bir kısmından uzak duran insanların biz de o dinin mensubuyuz manasında kullandıkları sözlerdir ve halk arasında sıklıkla rastlanır. Bir kişi zaten mensup olduğu dine yakınsa şahsi inanışına yansıtır. Aile büyüklerinin yaptığı ibadetlerin kendi hayatına etkisi olmadığını bilir. Romandaki anne karakteri dindar diye ifade edilebilecek bir hayat yaşarken ve öldürülen oğlu da anlatılan hatıralar ışığında çocukluğundan itibaren dindar yetişmişken Ezidi bir kız için nişanını bozması sonrasında annesinin ifadesinde hata vardır, dindar olan bir kişi böyle bir cümleyi kurma ihtiyacı hissetmeyecektir. Belirttiğim gibi yazarın gözlemsel eksikliği burada mevcuttur. Karakter analizinde uzak kalınan noktalardan bir tanesiydi örnek. Tabii ki her kişi tüm farklılıkları tamamen analiz etmesi zordur ki romanın geçtiği Mardin şehrinin kültürel yapısındaki çeşitlilikten ötürü bu zorluk daha da artmıştır. Yine de romanda Süryani papazı, Ezidi şeyhi gibi farklı inanış mensupları konuşmalarıyla aktarılmasında başarı sağlandığı yadsınamaz. Ayrıca ana karakterin Mardin’de yaralanıp Amerika’da farklı bir dine mensup kişiler tarafından öldürülmesi de tekil düşünmeyi engelleyen unsurlardan. İyiliğin odağının insan olduğunu, kimliklerin mekân ve zaman göre farklı yargılarla karşılaşabileceğinin irdelenmesi yaklaşımı faydalı olduğu söylenebilir.

Livaneli son romanında yine okuyucuyu esere bağlamayı başarıyor ve saygıyı hak ediyor çünkü okuruna saygı duyuyor. Pek çok yazar gibi kendisini tatmin etmek adına değil, okuruna keyif veren, merak ettiren, bilgilendiren bir eser kaleme alırken göremediklerimiz ve görmek istemediklerimizin farkına varmamıza neden olmuş. Bitirildikten sonra insan kalbinde, zihninde ve ruhunda kalıcı etkiler bırakacak bir roman…

Yazan: Emrah SUBAŞI

 
Toplam blog
: 16
: 2219
Kayıt tarihi
: 07.07.17
 
 

Tüm oyunseverlere merhabalar… Bir roman yazarı olarak en sevdiğim hobim hakkında yazılarımı payla..