Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İşte böyle...

İşte böyle...
 

Yazı yazan bir kişinin söyleyecek sözü olmalı.

Söyleyecek sözün kaynağı akıldadır, gönüldedir, kültürdedir, gözlem yeteneğindedir.

Üstüne üstlük söylenecek söz diyelim ki, Türkçe'dir. Öncelikli şart: Türkçe birazın üstünde bilinmelidir...

Yazı yazmayı, yazı yazanla okurları arasındaki bir köprü olarak tarif edecek olursak; köprü sağlam olmalıdır...

Hiç değilse üstünden geçecek kişiyi taşıyacak kadar... Söylenecek sözün niteliğini kaldıracak kadar sağlam olmalıdır.

Niye mi yazıyorum bu satırları?

Bilmem, öylesine, aklıma geldiği için: Hayır, değil!

Bir Pazar sabahı, köprüden öteki tarafa taşınması gereken bir söz olarak düşündüğüm için...

Bitmedi; dahası da var.

Köprünün bu tarafında sıra bekleyen düşünceler var; ukalalıklar var; serzenişler var...

Örneğin, yazı yazan kişinin "okurunu seçme" özgürlüğü var.

Bu özgürlüğü kullanacak cesareti olanlar var.

Bu özgürlüğü kullanacak cesareti kendinde bulamadığı için okurunun altında ezilen kişiler var.

Ancak bu noktada bir an nefeslenip, bir parantez açmamız gerekiyor: [Diyelim ki, yazı yazan kişinin engin, yüksek ve nitelikli düşünceleri var. Ve yine diyelim ki, bu öğeleri birleştirip sözcüklere dökebilecek az-biraz Türkçe'si de var...

Asla yetmez!

Peki ama ne eksik?..

Eksik olan çoğunlukla, cesarettir, tevazudur.

Yazı yazan kişi bu öğeleri beyniyle ve gönlü ile algılayıp, hazmedebilecek düzeydeki kişilere dönük yazmaya cesaret edemez ise...

Yüz kişilik, bin kişilik, onbin, yüzbin kişilik bir okur kalabalığını bir tarafa bırakarak, çok daha az olan seçkin azınlığa meramını anlatmayı seçecek kadar özveri sahibi olamaz ise... Gerçek anlamda yazar da olamaz.

Gerçek yazar, kendi nitelikli okur kitlesini seçebilecek yürekliliğe sahip olan kişidir.
Böyle bir cesarete sahip olmasaydı Kafka K'sını, Dostoyevski Karamazof''larını, Jean Paul Sartre'ın Mathieu'sunu, Nietzsche Zerdüşt'ünü  ve Oğuz Atay Selim'ini, Turgut'unu, Olric'ini yaratıp bilincimizin hizmetine sunamazdı... Ruhumuzu yükseklere taşımak için didinip durmazdı.

Kafka'nın K'sını bugün kaç kişi tanıyor.

Ama Kafka, Dünyanın kültür mirasına çağ anlatmıştır.

Karamazof'larla tanışmamış olabilirsiniz; ama Dostoyevski'nin manevi ağırlığı önünde eğilip, saygılarınızı iletmek zorundasınız.

Çünkü insanlığı ayakta tutan değerleri taşıyanlar onlardır.

İnsanlık değerlerimizi yükseltmek için dehalarını ortaya koyan yüce kişiler onlardır.

Ancak bu değerli yükleri karşılayıp, öğütecek; günümüze, yaşantımıza ve ruhumuza ekleyecek olanlar da bizleriz...

Ve biz de, karalamaya çalıştığımız bu yazıda böyle bir noktaya varınca, kapıyoruz açtığımız bu büyük parantezi]

Sözümüze üç adet nokta koyuyoruz.

İşte böyle...

Farukhaksal.didim@gmail.com

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..