Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '15

 
Kategori
Öykü
 

Kader mi, kısmet mi? ne desek ki!

Kader mi, kısmet mi? ne desek ki!
 

Görsel internetten alıntıdır. Eskiden bilgisayarlar yoktu ve daktilolar yazı makineleri idi, kolla çevrilen Facit ve elektrikli şeritli makineler de hesap yapmaya yardımcı cihazlardı.


Haziran sonu lise bitirme sınavlarını başarı ile tamamlayarak mezun olduktan sonra  yatılı okuduğu okuldaki arkadaşlarıyla vedalaşıp memleketine dönerken  yol boyunca  içindeki burukluğu sevinçlere döndürememişti genç kız.

Cam kenarındaki yolculuğunda doğayı seyretmek varken O, " Ankara Gazi Eğitim Fakültesi (o tarihlerde Gazi Eğitim enstitüsü deniliyordu)  Fransızca  bölümünü kazanabilecek miyim? endişesini taşıyordu. Okul idaresine gelen sınav giriş kartını çıkardı çantasından  baktı uzun uzun.  Temmuz ortasında yapılacaktı bu sınav şunun şurasında iki hafta kadar bir zaman vardı, heyecanla o günü düşündü. Kazanamama ihtimaline karşın otobüsten iner inmez vilayet İş ve İşçi bulma kurumuna müracaat etti.

Görevli memurun  "nasıl bir iş" sorusuna cevap verecekken gözünde Nazende ablası canlandı.  Okuldan çarşı iznine çıktıkları bir günde  Osmanlı Bankasında işe başlayan Nazende ablayı ziyaret etmişlerdi. O'nun uzun koridor boyunca çelik topuklu ayakkabılarıyla ahenkli  yürüyüşü, mavi önlüklü ince uzun bedeni ve unutamadığı gülümseyen yüzünün hayranlığıyla  "bankacı olmak istiyorum"  diye cevap verdi görevliye.

Kasabaya (sonra ilçe oldu)  giden otobüste yerini aldı.

Yengeç burcunun özelliklerini aynen taşıdığından olmalı, ailesine çok düşkündü. Kavuşmak, kavuşmanın güzelliği anlatılır gibi değildi.

Ailenin maddi gücü alkolün esareti altındaydı. Baba bağımlılık derecesinde alkole tutulmuştu. O yüzden  gül çiçeği ve tütün  ziraatı destekli dar bütçeye katkı gerekiyordu ve bir gün sonra dayı kızının atölyesinde halı dokumaya başlamıştı. Gündüzleri halı tezgahında geceleri geç vakitlere kadar Fransızca gramer, sözlük vs. ders çalışıyordu. Sınavı kazanmayı hedeflemişti.

Evde takvim yoktu. Atölyede enişteye (patrona) sınavın tarihini vererek hangi güne rastladığını sordu. Enişte, atölyenin öbür ucunda evlerindeki  altı yapraklı firma reklam takvimlerine bakmış ve "salı" günü demişti.

Daha bir fazla gayretle pazartesi halı tamamlanmış ve salı sabahı kimliğiyle giriş kartını, silgi, kalem ve sözlüğünü alarak  ilk otobüsle  vilayette sınav yerine gitmişti.

Kimsecikler yoktu okulun bahçesinde,  kapıdaki görevliye  sınav için geldiğini söyledi ve galiba  "ilk gelen benim" dediğinde aldığı cevapla buz kesti, "o sınav dün yapıldı kızım".

Ah enişte, daha sonra öğrendi ki enişte temmuz yerine ağustos ayına bakmış. Ah şu çaresizlik...

Yine halı tezgahı ama artık geceleri ders çalışmak yoktu.

Sonbahar gelmiş ekimin son günlerinde babanın sağlığı iyice bozulmuştu. Siroz son evredeydi. Havaların soğumasıyla tarladaki  yeşil tütün yapraklarının etkilenmemeleri için üstün  bir gayretle  hasadın tamamının yapıldığı kasımın ilk haftasında baba vefat etti. :-(  http://blog.milliyet.com.tr/gizli-hasretim--bitmeyen-ozlemim/Blog/?BlogNo=338536

Kara kara bulutlar, yağmurlar ve çöküntü yaşayan aile üzüntüler içindeyken  postacı kapıyı çaldı. Zarf iş ve işçi bulma kurumundan geliyordu ve  müracaatla ilgili, bankanın yeni açılacak şubesine mülakat için çağırıyorlardı genç kızı. 

Büyük dayısı ile  ertesi günü şehre,  henüz hizmete girmemiş banka şubesine  birlikte  gittiler. Müdüriyet odasında iki müdür, iş için geldiklerini öğrendikten sonra  " bir bayan eleman alınacaktı ve  dün,  o bayan elemanımızı  işe aldık" dediler.  Sonra da aralarında  fısıltı ile "hastalıklı bu kız" dedikleri  zor duyulmuştu ama duyulmuştu.

Hiç bir şey söylemedi  ve  "dayıcığım kalk, gidelim" diyebildi.

Kırçıl saçlı müdür:

-Neden dayı diyorsun? Baban değil mi?" dedi.

-"Babam vefat etti efendim" diyebildi usulca.

-Yaaaa, ne zaman?

-Üç gün evvel...

Yine fısıltılar:

-Hastalıklı değilmiş, baksana gözleri ağlamaktan  şiş ve kırmızı.

İlgileri artmış, baba adı, memleketi, yaşı sair bilgiler ile kırçıl saçlı bey:

-Senin baban  benim sınıf arkadaşımdı, şu formu doldur da bir görelim...

-Hıııı, yazısı da güzelmiş, haziran mezunu...Eh orta derece Fr.

-Eeeee, biz kızımızı aldık, buraya  evraklarını getirecekti bu saate kadar nerde kaldı. Kadir Efendi  git şu adrese,  bakalım niye hala gelmedi kızımız buraya, koş hemen gel.

Kadir efendi  bir hafta evvel işe başlamış bir müstahdemdi. On dakika sonra geldi ve:

-Annesiyle  güne gitmiş efendim,  (bayanların gündüz periyodik misafirlikleri)  komşularından öğrendim.

-Eeee, müdür kızı. Bugünden böyle yaparsa yarın ne yapar kim bilir...

-Sen şimdi evine döneceksin, ne yapacaksın?  Herhangi bir uğraşın var mı?

-Halı dokuyacağım.

-Dokuma!

-Ailemin ihtiyacı var.

-Bize de ihtiyacından dolayı çalışacak eleman lazım.

-Kızım, şu, şu evrakları tamamla ve pazartesi gel, işe başla, daktilo falan çalışırsın, hesap makineleri falan.

Halı tezgahına veda ederek bankada işe başladı, şehirde  küçük  ahşap bir ev kiralayarak kardeşlerini de yanına aldı,  emekli oluncaya kadar bankacı kaldı.

Şimdi buna kader mi, kısmet mi, ne desek ki!

Not: Yaşanmış bit öyküdür.

Selam ve sevgilerle...

Yurdagül Alkan.

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..