Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '14

 
Kategori
Öykü
 

Kadın - 1

Kadın - 1
 

Kadın, “işte benim romantik yakışıklım” diyordu adam için. Hande ise kadınların her zaman daha romantik olduğunu söylerdi. Duygulu olmamız acı gerçekleri önceden görmemize, tedbir almamıza yarıyor, diyordu. İster kabul et, ister etme ama erkeklerin hiçbiri romantik yaratılmamıştır. Romantizmi sonradan öğrendikleri için de kadınları bu konuda tam anlamıyla doyurmaları oldukça güçtür. Hatta doyduğunu sanan basit kadınlarsa erkeklerin bu sonradan kazandıkları yeteneklerini çabucak kaybetmelerine neden oluyorlar. Öyle değil mi? Bu görüşe katılmamak elde değildi, yine de bütünüyle böyle düşünmek konusunda temkinli olmalıydı. Her an bir anti tez üretilebilirdi bu gibi konularda.
Artık ara sıra bunalım takılan adamı iyice tanımıştı kadın, özü sözü güzel, kafası, yüreği iyi fakat içinde bulunduğu ortam kötüydü. O ortama da bir süre katlanmak gerekecekti, bunlara katlandığı sürece de, adamın düşeceği bunalımları göze almak, geçiştirmeye çalışmak, onu avutmak, adama olan sevgi borcuydu. Peki ne kadar sürecekti bu borcun ödemesi? Ya hiç bırakmazsa bunalımlar adamın yakasını? Ara sıra kendi içine düşen bu kara bulutları dağıtmaya çalışıyordu.
Kadın bir süre kimseye fark ettirmeden yaşadığı sıkıntılı zamanları geride bıraktıktan sonra adama tam anlamıyla bağlanmıştı. Artık beyaz yalanları bile söylemeyi bırakmıştı, sevişmekten başka bir şey düşünmüyordu adamla bugünkü buluşmasında. En önemli aktivitesi buydu. Oysa, sosyal ortamlarında yapabileceği bir sürü etkinliği vardı. Hande de sıkıştırıyordu, ne zamandır beraber çıkmıyoruz dışarı, diye. Bi şeyler yapalım mı bu akşam? Fakülteden çıkıp sahaflara doğru el ele yürümeye başladılar. Hande’ye cevap vermedi, sonra arar konuşurum, dedi. Sonra Tophane’den çukurcumaya çıkan ara sokağa saptılar. Adam, kadın için antikacılardan birine gelip daha önce satın aldığı muazzam iki bibloyu kadına hediye etti. Mutluluğun yarattığı afrodizyakla kadın adamın dudaklarına yapıştı, öptü, öptü, dakikalarca öpmeye devam etti.. Nefesinin tükendiği bir an ayrılınca adam kendini kurtarıp yeniden kadının elinden tuttu ve dışarı çıktılar. Kumbaracı yokuşundan tekrar sahaflara doğru yöneldiler. Kendinden önce davrandığı için biraz mahcubiyet havasına giren kadın, sahafçılarda bu sürprizin rövanşını alma peşine girişmişti ama çok belli etmişti. Yine de adamın haftalarca aradığı o klasik romanın ilk baskısını bulduğu için adam kendisine çok teşekkür etmiş, kadının dudaklarına yapıştığı gibi ona sarılmış, adeta öc alır gibi yapıştırdığı vücudunu dakikalarca bırakmamıştı. Kemiklerini kırarcasına sımsıkı sarılıyordu kadına, kadın da bu güçlü kollar arasında kalmaktan son derece memnundu, kendinden geçiyordu hatta..
Balık pazarından Nevizadeye girdiler, orada oturup birer bira içtiler, birbirlerinin gözlerinin içlerine bakıyorlardı, ikisinin de gözlerinin içinde şualar fışkırıyordu. Birbirlerinin üzerine atlamamak için zor tutuyorlardı kendilerini. Birbirlerini manevi anlamda son derece tatmin etmişlerdi, şimdi ise maddi anlamda tatmin olmaları gerekiyordu. Hesabı isteyip kalktılar, Sıraselviler'den Cihangir'e indiler. Firuzağa Camisinin karşısındaki meşhur şarap evinden çok güzel bir kırmızı şarap aldılar. Roma merdivenlerine oturup boğaza karşı şaraplarını içtiler. Hemen alt taraftaki parka inip salıncakta sallandılar, ceviz ağacının gövdesine bir kalp çizdiler, çakırkeyf kafalarla şarkılar mırıldanarak tekrar tophaneye indiler. İstanbul modernin önünden tramvaya bindiler ve Dolmabahçe’den çınarların hışırtıları altında yürüyerek adamın Beşiktaş’taki evine geldiler.
Ara sıra buraya birlikte geldikleri zaman önce bir şeyler hazırlayıp yerler, sonra uzun uzun muhabbet ederler, en son da birbirlerine sarılıp uyurlardı. Yarım bir mutlulukla yaşanan karı kocalıktı bu, sürekli korkular yatıyordu kadının içinde. Hamile kalmak en büyük korkusuydu. Balayında gibiydiler ama her seferinde sevişmeye yeltendiklerinde korunma içgüdüsüne kapılıyordu kadın. Son zamanlarda çok değişmişti, neredeyse kadınlığın tam bilincine varmıştı. Kendini ve isteklerini apaçık tanıyor, tanımlıyordu. Gündüzleri aklını hep adam, bu ev ve birlikte geçirdiği zamanlar kurcalıyordu.
Geçenlerde gazetede okuduğu bir haberde, Ortaköy’de bir parti evinde fuhuş yaparken basılan zengin kızlar kendilerini camdan aşağı atarak canlarına kıymışlardı. Adama bir şeyler sezdirmek istemiyordu, utanıyordu böyle şeyleri onunla konuşmaktan, bir türlü de kurtaramıyordu kendini bu korkudan. Abim burada olsa asla kalamazdım geç saatlere kadar bu evde. Arada kaçamak olurdu tabiî ki ama yine de iyi ki yok, daha fazla tedirgin olmak istemiyorum, dedi kendi kendine. Bir yandan adamı arzuluyor, bir yandan basılmaktan korkuyor, bir yandan da hamilelik yüzünden endişeleniyordu. Bu kez hepsini bir kenara itti, bu gece hiçbir şey düşünmek istemiyorum, canım ne istiyorsa onu yapacağım, hem de sonuna kadar..
Bu kez öylesine umursamaz davrandılar ki, daha içeri adım atıp da dış kapıyı arkalarından kapattıkları anda birbirlerini parçalarcasına sevişmeye başladılar. Filmlerdeki o meşhur sahnedeki gibi, hani adam bir ayağıyla kapıyı arkası dönük şekilde iterek kapatır. Sırtını kapanan kapıya yaslar. Kadın, adamın üzerine atlar, birbirlerinin üzerlerini yırtarcasına çıkarıp soyarlar, yarı çıplak halde yiyişerek yatağa doğru giderler, adam kadını yatağa iter, kadın düşünce adam da kadının üstüne çullanır. Ancak burada bir farklılık vardı, yatağa kadar sabredemediler, salonda yere yığılıverdiler. Saatler içerisinde ikisi de salonun ortasında yerde ayrı köşelerde, boks maçından çıkmış boksörler gibi bitkin ve yarı çıplak bir halde nakavt olmuşlardı. Kaldıramadılar kendilerini, hakemler 10’a kadar değil 10.000’e kadar saysalar yine kalkamazlardı düştükleri yerden. Ölümüne sevişmişler ve sonunda galiba ikisi de kaybetmişlerdi bu maçı..

Halikarnas Şarapçısı 

 
Toplam blog
: 149
: 284
Kayıt tarihi
: 03.05.11
 
 

1987 Bandırma'da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İstatistik Bölümünden mezun oldu. Araştırma, Ban..