Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Kanayan güller içinde tenimiz

Kanayan güller içinde tenimiz
 

Tenin, yağmur ormanlarından akıp gelen güllerin içindeydi…

Zamansızım…

Hiç hesap kitap yapmadan zaman-sız girmiştin tenimin yırtıklarından içeri… Önceleri çok canım acıdı. Kıvrandım. Yutkundum ama sonra bilinçaltında beslediğim aşk, kabına sığmayınca yıkıp geçti aklımın mantık kapılarını… Gözlerim geleceğin çok üstlerinde geziniyor, gülerken dahi canım çok acıyordu… Çok acı-yordu beni, çookkk…

İlk defa böyle bir şey oldu. Kayan ayağımdı, düşerim kırıldı. Yavaş yavaş ilerliyordum. Kimselere hiçbir şeye bulaşmadan ama dokunarak topluyordum teninden yağmurları… Her dokunuş bir haz… Her dokunuş bir acımtırak bahar bırakıyordu. Parmaklarım aylarca susuz kalmış vahşi hayvanlar gibi içtikçe içiyordu tenini… Biara ellerimden gül renginde bir şeyler aktığını hissettim. Yalnızlık eriyordur nasılsa deyip aldırış etmedim. Zamana çırılçıplak bırakmıştık ya kendimizi belki de onun rahatlığı vardı üstümüzde... Sonra avuçlarım ağırlaştı, bir ıssız acının doğurduğu girdaba kapılmış gibiydi. Savruluyor ama gidemiyor, kopamıyordu…

Güller sevgili o acıyla, hasretle büyüttüğün… O yalnızlıkla, o ateşle, o aşkla büyüttüğün kan kırmızı, gözyaşı renginde güller, nasıl da akıyordu tenimin her bir hücresiyle savaşarak… Bir ara uyku hali çöktü üstüme kalkıp yanından yıkadım yüzümü ama sonra göz kapaklarım çok ağır gelmeye başladı gözlerime taşıyamıyordum. Artık ne olduğuna, kim olduğuma anlam veremez haldeydim. Sanki gözlerimden bebekleri çalıyorlar, sessizliğime de o çaldıkları bebeklerin çığlıklarını bırakıyorlardı. Ölümün kıyısında masumlaşan eski çağ hayvanları gibi hissediyordum kendimi… Göz kapağıyla kirpiklerimin oyunlar oynadığı o aralıktan en son gördüğüm şeyse iri göğüslerini aşarak kızgın lavlar gibi üstüme gelmesiydi o güllerin…

Sonrası ağır bir karanlık… Her üç metrede bir sokak lambası niyetine diktiğim sorular da aydınlatmıyordu belleğimi… Gelecek o ukala ekini bırakmış –di’li zamanı takınmıştı. Artık her şey biraz gül kokuyordu, ölüm dahi…

Z-amansızım…

Elim ayağım sanki bedenime ait değildi artık… Sana amansız soluksuz koşuyordum. Bilincim bir kenarda, altı-üstü bambaşka kenarlarda… Amansız bir hastanın doktoruna koştuğu gibi… Sana koşuyor, ellerimde dikenler büyüyordu. Sana koşuyor gel-ecek gene o soytarı ekine binmiş gidiyordu… Sen de çok iyi biliyordun sana iyi geldiğimi ama güllerin sevgili o teninde büyüttüğün güllerine ne olacaktı…

Zaman-sızım...

Zaman-sızındım artık... Birbirimizin yaralarından beslenen acı kuşlarıydık… Ansızın geldiğimiz çağa gitme vakti gelmişti artık… Hadi toparla kokularını tenimden, bırak dikenlerini parmak uçlarıma ki silinsin senden sonra dokunma eylemi belleğimden… Unutayım bu çarşafı kirlenmiş zamanın içinde kendime dokunmayı bile…

Sürnot:

*Salvador Dali aynıadlı The Bleeding Roses (Kanayan Güller) tablosu adıdır.

 
Toplam blog
: 255
: 326
Kayıt tarihi
: 26.11.10
 
 

İzmir doğumluyum. Uzun düşünceler, kısa şiirler hayatımın büyük bir bölümünü kaplar. Öyle gökkuşa..