Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '14

 
Kategori
Anılar
 

Karayazı

Karayazı
 

Yol Tabelası


Karayazı bir köy ismi. Öteden beri şehirler arası yolculuk yaparken ana yolla, ona açılan, çoğunluğu toprak olan yolların kesişme köşelerinde yer yer silikleşmiş zor okunan levhalar üzerindeki köy isimlerini okumak gibi bir merakım var. Çoğunluğu bölgenin coğrafi özelliklerini ya da oradaki yerleşik insan topluluğunun gelenek, köken ve adetlerinden alan bu isimler kendi ıssızlıklarına kapanmış gibi bir yaşamı gelip geçen hızlı, anlık görüntüler içinde sonradan unutulmak üzere yansıtır gibidirler.

Bunların arasında aradan otuz yılı aşkın bir süredir yolum bir daha oralara düşmemiş olmasına rağmen unutamadığım, zaman zaman hala belleğimin derinliklerinden süzülüp gelerek ortaya çıkan ve beni ilk gördüğüm andaki düşüncelere sürükleyen birisi var; Karayazı… Karayazı, Ankara'dan doğuya Sivas’a doğru uzanan, Yozgat ve Sivas arasında giderek yükselen platoda dümdüz uzanan yolun bir yerinde, bir toprak yolun asfalta açılan ucunda tek başına kaderine terk edilmiş gibi öylece dururdu. Karayazı 4 kilometre…

Çalışmakta olduğum Doğu Anadolu kentinden izin çıkışlarında, veya özellikle izinimi tamamlayıp geri dönerken hep dikkatimi çeker, onu görmezlikten gelemez ve isminin çağrıştırdığı düşünce seline kapılıp giderdim. Bana o yıllarda Anadolu’nun ve özellikle doğunun tüm köylerinin ortak tek ismi gibi gelirdi Karayazı. Neden bu ismi taşıdığı, bu insanın içinde burukluk yaratan ismin nereden kopup geldiği düşüncesi, arabanın direksiyonunda o köyde yaşayan insanları ve onların yaşam koşullarını düşünüyor olmanın yarattığı huzursuzluk oradan her gelip geçişte içimde bir isyan duygusu yaratırdı. Neden Karayazı?

Karayolundan doğuya gidenler bilirler. Zaten Ankara’dan beri başlayan bir çorak coğrafya, unutulmuş bir yeşili, kimi akarsu kıyılarındaki küskün, cılız bir iki söğütün yapraklarında bırakarak, Yozgat’tan öteye giderek yükselen başı çoğu zaman karlı, dumanlı dağ yükseltileri arasında tek düze bir sarı çatlak kuraklıkta, insanın içini tek tük yalnız ağaç gölgelerinin serinletmeye yetmediği bir kavruklukta bunaltarak, uzar gider. Hele dönüş yolunda iseniz, tatilden dönüyor olmanın kırgınlığında bir ruh halinde iken köyün isim levhası bir an görünüp geçse de, arkanızdan iki kürek kemiğinizin arasına saplanan bir bıçak gibi canınızı yakar. Karayazı.

Hoş, hala aklıma geldikçe şimdi de düşünüyorum ama, o zaman hep orada yaşayan insanları, onların “sade suya tirit” kavruk yaşamlarını düşünürdüm. Özellikle çocukları ve özellikle kız çocuklarını. İsmini kaderinden almış bir köy mü idi Karayazı? Karayazı “orada bir köy var uzakakta, gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür” diyen ilkokul şarkısında unuttuğumuz, kendi içine kapanmış, akşamları isli lamba camı alacakaranlığında küskün, uzak köpek havlamalarına terk ettiğimiz, silik tek minare silueti içinde uhrevi bir dünyaya dalıp gitmiş köylerden birisiydi kuşkusuz o yıllarda. Ben en çok kız çocuklarını, kara gözlü kız çocuklarını düşünürdüm o köyün. Orada doğup, kızamık ya da yaz ishallerinden ölmemişse yaşayan, sonra okul çağında 3.sınıfa kadar eğitim veren bir okulun tezek kokulu kış günlerinde yarım yamalak ısınan sınıfında okuyup, yaz günleri varsa bir iki tavuğun arkasında koşuşturup ya da küçük elleri ile süt sağmaya çalışan soluk resimler gibi kız çocuklarını. Onların kocaman kara gözlerini, kırık bir ayna gibi küskün ve suskun bir yaşamı, bilinmedik güzel bir dünyayı yansıtan kara gözlerini düşünürdüm. İçlerinden acaba kaçı bu karayazılı çemberi kırıp çıkabilecekti?

Kara örgülü uzun saçlarının ucunda mavi bir hayali büyüten nazar boncukları, belki bir daha köyden dışarıya adım bile atmaya fırsat tanımayacak bir yaşamı askerliğini yapıp gelmiş bir köy delikanlısıyla bir yerde kesiştirecek, kısa süre içerisinde sayıları çoğalmaya başlayacak kız çocuklarının saç örgülerine geçirecekti belki. Karayazı değişecek miydi? Kızıl kahverengi kına yakılmış avuçlarında bıraksalar dağılıverecek koca bir dünyayı taşıyan Karayazı köyünün kız çocuklarının kaderi bu gün değişti mi acaba?

Şimdi aradan uzun yıllar geçti. Çoğunun yolları yapılmış, elektrik getirilmiş, içme suyu sağlanmış, tam olmasa da eğitim ve sağlık sorunlarına çare üretilmiş, tv ye kavuşmuş köylerin karayazısı değişti mi, ne dersiniz? İsmi akyazı olan köyler çoğaldı mı? Yoksa karayazılarını değiştirme adına bir kırık köyden kente göçü başlatanlar, karayazılarını kentlerin varoşlarındaki sağlıksız, küskün, yoksul ve isyankar bir başka dünyaya mı taşıdılar? Düşünceler aldı götürdü beni Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’dan seslenişine:

“Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı aydınlatamadın. Bir vücudu vardı besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı işletemedin. Şimdi elinde orak hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin. Sana ızdırap veren bu şey, senin kendi eserindir.”

Bir gün umarım, sahibini arayan bir mektup adresindeki zor okunan yer ismleri gibi, isimleri seçimden seçime, asker alımlarında, tapu işlemlerinde, ölenlerin nüfustan düşülüp, yeni doğanların kayıtlara işlenmesinde aklımıza gelen kavruk köylerimiz bu karayazıyı silerler.

Kim bilir?..   

Akın YAZICI                          

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..