Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '15

 
Kategori
Kentleşme
 

Kent meydanları

Kent meydanları
 

Trafalgar Meydanı-İngiltere


İnsanoğlu uygarlık alanındaki bugünkü gelişmişliğini toprağa yerleşmesine, özellikle kentler kurmasına borçludur. Kentler, mekânın yazdığı tarihlerdir, zira her mekân bir doğa ve tarih kitabı gibi okunup yorumlanabilir. Kentler, doğa ve tarihin bilincidir. Onda tüm bir geçmişin, fiziksel çevrenin, psikolojik etkileşimlerin ve kaynaşmanın, farklı yaşam tarzlarının yansımasını buluruz. Kentler, uygarlığın ulaştığı bir aşaması olup, her uygarlık daha önceki kültür ve gelişmişlik seviyesi ile bulunduğu durumu karşılaştırır ve tarihsel akış içinde kendini yeniden adlandırır.

Şiirsel bir ifade ile; Kentler bir ruha sahiptir. Onlar konuşur, mırıldanır, şarkı söyler, efsaneler üretir. Gündelik yaşamın ritmini ayarlar. Agora, forum, pazar yerleri ve modern çarşılar kalabalıkların nabzını yoklar, hareketliliğini ölçer. Meydanlar, caddeler ve sokaklar bir dünya görüşüne açılır, bir dünya görüşüne bakarlar. Kent, en uç karşıtlıklardan yararlanmasını bilir, onu gayri şahsi ilişkiler ağında bir kurala ve yasaya dönüştürmesi ve yaşamı farklılıklara tahammül edişiyle köylerden, kasabalardan ayrılır.

Ülkemizde ise Kentler ve kentçilik anlayışı ise başlı başına bir garabetin konusudur. Eğer kentlerimiz dile gelseydi belki de her biri başka bir facianın tanıklığını anlatacak, çeşit çeşit yıkım ve talan hikâyelerinden söz edecektir.

İnsanların bir araya geldiği, iletişime geçtiği, ortak aktiviteler ve eğlenceler düzenlediği meydanları ve kamusal açık alanları olmayan bir yerleşim alanı estetik değildir, demokratik değildir ve ne kadar büyük olursa olsun orası kent de değildir

Binalar, kent estetiğinin çok önemli unsurlarıdır ama kenti kent yapan binalardan ziyade, park, sokak ve meydan gibi kentin kamusal açık alanlarıdır. Kentin ete kemiğe büründüğü, kimlik ve kişilik kazandığı, yaşayan canlı bir organizmaya dönüştüğü, Jane Jacobs’un dediği gibi, kenti fark edilir ve heyecan verici kılan yerler, kamusal açık alanlardır.

Çok güzel binaları yan yana dizerseniz ortaya bir kent çıkmaz. N.Schulz, kenti, insanları saran, yakınlaştıran bir mikrokozmos olarak tanımlar. Kent farklı mekânların ve işlevlerin oluşturduğu çoğulluklar toplamıdır. Ama eğer bu çoğulluklar, yaşam ve karşılaşma alanlarının varlığı ile ortak paydaları olan bir topluma dönüşemiyorsa; ortaya yalnızca bir cemaatler toplamı çıkar.

Kent meydanlarının ilk oluşumu, iktidarın kendi gücünü ve otoritesini sağlamlaştırma niyetine dayanmıştır. Dinin egemen güç olduğu Ortaçağ döneminin meydanları, dinsel törenlerin yanı sıra yasalara uymayan “asi”lerin ibret için cezalandırıldığı ve idam edildiği otorite tesisine hizmet eden alanlardı. Daha sonra, Rönesans döneminde ise, oldukça büyük biçimde inşa edilen bu meydanlara konulan askeri simgeler, dinsel simgeler ve iktidarın gücünü simgeleyen anıtsal yapı ve heykellerle bireyin iktidar karşısındaki güçsüzlüğü gösterilmek istenmiştir adeta.

Ama zamanla, amaçlananın tam tersine, meydanlar halkın refah ve özgürlük taleplerini baskıcı iktidarlara karşı etkili biçimde duyurduğu bir muhalefet platformu haline dönüşmüştür. Bu nedenle de ilk başlarda siyasal ve dinsel iktidarları simgeleyen isim ve simgelerle anılan meydanların pek çoğu zamanla özgürlüğü, eşitliği bağımsızlığı ve emeği çağrıştıran isim ve simgelerle anılmaya başlanmıştır.Kentlilerin dini, siyasi, kültürel ve ticari nedenlerle açık bir mekanda toplanmagereksinmesinin kentsel hayatla yaşıttır. Kent meydanları, agora, forum, plaza, campo, piaza, grand placeolarak adlandırılan açık mekanlar, o günün siyasal şartlarına göre biçimlenen ve birçok işlevin gerçekleştiği toplanma ve kent yaşamının odağı olan dış mekanlardı.

Kısacası bugün kent meydanlarının iki önemli işlevi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Birincisi bir kent toplumu ve kültürü yaratmak; ikincisi de özgürlük ve demokrasi mücadelesinin platformu olmak.

Kentleşme kuramına önemli katkılar sunan Fransız düşünür Lefebvre’nin önemli tezlerinden biri de “kent mekânının toplumsal üretimi” dir, ifadesidir. Gerçekten de, bir iktidarın kent meydanına ilişkin yaklaşımı, o iktidarın nasıl bir toplumsal ve siyasal yapı istediğinin çok önemli bir göstergesidir. Bir ülkedeki kent meydanlarının o günkü durumu ve niteliğini ise, yalnızca iktidarın istek ve özlemleri değil, toplumsal ilişki ve mücadelelerin düzeyi ve niteliğini de belirler. Birbiriyle minimum ilişki içinde yaşayan cemaatsel adacıklardan oluşan bir kent, bugünün baskıcı iktidarlarının temel tercihi durumundadır.

Türk kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin bir meydan kültürü ve anlayışı yoktur. Meydanların işlevini toplumsal yaşamın merkezi olan camiler ve cami avluların yerine getiriyordu. Osmanlı yaşam biçiminde semt ve mahallelilik kavramı çok önemliydi. Kamusal alanlar genellikle erkeklere aitti ve erkeklerin yaşamı da yürüyüş mesafesindeki ev ile işyeri, kahvehane ve camiyi içeren çarşı arasına sıkışmış durumdaydı. Osmanlı’nın çok parçalı ve mikro ölçekli yaşam tarzı, kadın-erkek beraberliğine dayanan bir kamusal yaşamın ve sosyal aktivitelerin mekânı olan batılı anlamda bir meydan kültürünün oluşmamasının en önemli nedeniydi.

Osmanlı’da 18. yüzyıldan itibaren meydan olgusu daha çok gündeme gelmeye başladıysa da, Ülkemizin mevcut meydanları daha çok Cumhuriyet döneminin eseridir. Fakat bu meydanlar da zamanla yoğun göçün, plansız kentleşmenin, rant yağmacılığının ve yanlış ulaşım politikalarının kurbanı olmuştur.

Bu meydanların zamanla daha da geliştirilmek yerine fiziki ve kullanım olarak çöküşe uğratılmasında yakın zamanlara kadar, belediye yönetimlerinin kent meydanlarının önemini kavrayamamış olmaları, planlama anlayışının yokluğu, rant baskıları ve meydanların protesto gösterilerini teşvik edebileceği korkusu gibi faktörler çok önemli roller oynamıştır.

Bugün ise bırakalım olası protestolardan duyulan klasik iktidar korkusunu, kentin kamusal niteliği tümüyle ortadan kaldırılmak istenmektedir. Kentte yaşayanlarda “ortaklık” duygusu ve bilinci geliştirecek sokak, park, meydan gibi tüm açık kamusal alanlar ya yok edilmekte ya da kamusal niteliklerini ortadan kaldıran kullanımlara konu olmaktadır. Kentliler ev ve işyeri arasına sıkışmış bir hayatın, gettolaşmış sitelerin ve büyük alışveriş merkezlerinin içerisine hapsedilmek istenmekte; Böylece örgütlü toplumun ve demokrasinin beşiği olan kentlerin yarattığı “kentli-yurttaş toplumu” yerine; itaatkâr, tüketici ve bireyci “post-modern cemaat müridi” geçirilmek istenmektedir.

Kentin toplumsal bütünlüğü ve kent yaşamının canlanması, kısmen, yapısal biçimin dış mekânlarla ilişkisine ve bu mekânların aşama düzenine (hiyerarşi), çeşitliliğine ve özelliklerine bağlıdır.

Kentsel mekanlar; tasarımın ekonomik rasyonellik baskısı altında kalmakta ve geçmişteki Anadolu kentlerinin kent imgesinin (kenti tanımlayan öğeler olarak meydan, sokak, avlu, insan ölçeği) ve kent kültürünün (kentlilik, kentli olma bilinci ve kentte yaşanılan değerler, gelenek, görenek) unutulmasıyla kimliksiz, niteliksiz ve benzer karakterde mekanlar ortaya çıkmıştır.

Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde çağdaş bir sosyal yaşamın uzantısı olarak tasarlanan kent meydanları, kentlerimizin kimliğini ve kişiliğini ortaya koyan önemli bir kentsel yaşam odağı iken günümüzde taşıt meydanları, tören alanları veya otopark olarak kullanılarak özgün değerlerini yitirmişlerdir

Tarih boyunca kentlerin toplumsal yaşamında önemli bir rol oynayan meydanlar, günümüzde çoğu örnekte sadece araç trafiğini kolaylaştırmakta ve kentin toplumsal yaşamının merkezi olamamaktadır. Kent meydanlarının çağdaş kente ve kullanıcılarına yeniden kazandırılması için, kenti yönetenlerin ve tasarımcıların izlemesi gereken stratejiler, şu ögeleri içerebilir.

• Meydan, kimlik ve yer duygusunun yaratılabilmesi için, fiziksel olarak iyi tanımlanmış olmalıdır.

• Meydan, geçmişle bağlantılar kurmanın kentsel sürdürülebilirliğe katkısı dikkate alınarak, tarihî, toplumsal, kültürel ve estetik karakterle desteklenmelidir.

• Büyük ölçekli bir kentsel tasarım çalışmasında, meydanın gücü kendisine bağlantılı sosyal mekânların sürekliliği ile desteklenmelidir.

• Meydan kapsamında işlevsel çeşitlilik desteklenmeli, mekânın haftanın tüm günlerinde ve gece-gündüz canlı kalması sağlanmalıdır; bu çerçevede, tüm yaş grupları ve farklılaşan ilgi gruplarına yönelik kullanım olanağı sağlanmalıdır.

• Binalar kamusal mekânla dostça bir ilişkide olmalı ve önyüzlerindeki kamusal işlevler aracılığıyla dış mekândaki yaşama katkıda bulunmalıdır.

• Görsel hoşnutluk, düzen ve zıtlıklar oluşturmalı, meydan içindeki sanat ögeleri mekânın bir parçası olarak en başından tasarlanmalıdır. Bu kapsamda, kamusal sanat ürünlerinin “yer ruhu”nun ve aidiyet duygusunun oluşmasına nasıl katkıda bulunacağı konusu sanatçılarla işbirliği içinde irdelenmelidir. Kentlerin ana meydanlarının önerilen ilkeler doğrultusunda tasarlanması ya da iyileştirilmesi kentsel tasarımın toplumsal bütünleşmeye katkısı olacaktır.

Ufkumuzu kaplamış beton bir mezar yığını ve ruhumuzu ele geçirmiş betonseviciliği ile sağlıklı kentler tasarlayamıyoruz.

Toplumcu yerel yönetim anlayışı açısından kent meydanları konusu, herhangi bir kentsel-mekânsal boşluğun oluşturulmasından öte bir konudur. Marka Belediyecilik adı altında cehalet, plansızlık ve rant severlikten bilinçli yok edilişe kentler kurban edilmemelidir. Kentlerin, kent meydanlarının kamusal alan niteliklerinin korunmasına özen gösteren ve mimari alanda da kuşku yok ki geçmişin mirası üzerinde- yüzünü özgürlükçü ve eşitlikçi bir gelecek projesine çeviren toplumcu bir yerel yönetim alternatifi yaratabilmek büyük önem taşımaktadır.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..