Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '07

 
Kategori
Eğitim
 

Kimler öğretmen olmalı?

- Ziraat Fakültesi mezunu Ziraat Mühendisleri öğretmen olmalı
- Veteriner Fakültesi mezunu Veterinerler öğretmen olmalı
- Tıp fakültesi mezunu Doktorlar öğretmen olmalı
- Su Ürünleri Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- İnşaat Mühendisleri öğretmen olmalı
- Makine Mühendisleri öğretmen olmalı
- Kimya Mühendisleri öğretmen olmalı
- Fizik Mühendisleri öğretmen olmalı
- Gıda Mühendisleri öğretmen olmalı
- Jeofizik Mühendisleri öğretmen olmalı
- Elektrik- Elektronik Mühendisleri öğretmen olmalı
- Kısaca, tüm Mühendislik, Mühendislik- Mimarlık ve Fen Fakültesi mezunu Mühendisler öğretmen olmalı
- Fen- Edebiyat Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Açıköğretim Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- İlahiyat Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Yurt dışında en az lisans düzeyinde öğrenim görenler öğretmen olmalı
- Güzel Sanatlar Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Konservatuar mezunları öğretmen olmalı
- Eğitim Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- İletişim Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Hukuk Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Eğitim Fakültesi mezunları öğretmen olmalı
- Kısaca, en az lisans düzeyinde öğretim yapan tüm yüksek öğretim mezunları öğretmen olmalı.

Bence de, lisans düzeyindeki tüm mezunlar öğretmen olmalı. Neden mi?

1996- 1997 Öğretim yılında, Açıköğretim Fakültesi dışındaki tüm lisans mezunları, daha sonra da İdare Mahkemesi kararlarıyla Açıköğretim Fakültesi mezunları öğretmen olarak atandılar.

Çünkü, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 45. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak (...Yüksek öğrenimleri sırasında pedagojik formasyon kazanmamış olanların ihtiyaç duyulan alanlarda, öğretmenliğe atanmaları halinde bu gibilerin adaylık dönemi içinde yetişmeleri için Milli Eğitim Bakanlığınca gerekli tedbirler alınır...), yaklaşık 35 bin kişi, en çok öğretmene ihtiyaç duyulan İlköğretime, Sınıf Öğretmeni olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca atandı.

Dolaysıyla, ilgili yasa böyle bir yetkiyi verdiğine göre, istekli tüm yüksek okul (lisans) mezunlarının, öğretmene ihtiyaç duyulan ilköğretime atanması olağan ve yasaldır.

Pedagojik formasyon almadan, her türlü yüksek okul mezununun atanması olayı, kamuoyunda büyük tepkilerle karşılandı. O zamanki Bakan’a, "Siz, çoğunuzun hiç öğretmenlik eğitimi almamış bir Veteriner’de okumasını ister misiniz?" türünde bir soru sordular. O da gayet rahat bir şekilde, "Hayır, istemem" diye cevap verdi. Öğrenci velileri de tepki gösterdi. Şahsen ben de tepki gösterdim. Yalnız benim tepkim, atanmanın kendisine değil de, atama şeklineydi. Başka bir deyimle benim tepkim, hiçbir ön hazırlık yapılmadan, hatta adayların hiçbir kurstan geçirilmesine bile gerek görülmeden, atamaların doğrudan yapılmasına idi.


Kamuoyunda bu tepkiler devam ederken, kadere bakın ki ben iki yaz, Eğitim Fakültesi dışındaki okul mezunu tam dört yüz öğretmene Eğitim Bilimleri dersleri verdim. Ders verdiğim ilk yaz, henüz müfettiş değildim. Onlarla çok güzel anılarım oldu. Yukarıda sözünü ettiğim Fakülte mezunlarının hepsi ile tanışma, konuşma fırsatım oldu. Olmayanlar sadece Tıp Doktorları ile Eczacılar oldu. Bu iki meslek grubundan öğretmen olarak atanan elemanlar belki de benim çalıştığım ilde yoktu. Bunun dışındaki tüm adaylarla karşılaştım. İlginç tespitlerim de oldu. Bunlar:

- Aday Öğretmenler, kurslara nerdeyse eksiksiz devam ettiler ve dersleri genellikle ilgi ile izlediler.
- Adayların yüzde onu, alanlarında yüksek lisans yapmıştı.
- Bayanlar, bütün sınıflarda çoğunlukta idi.
- Adayların, nerdeyse yarısı, Ziraat Mühendislerinden oluşuyordu.
- Bayanların çoğunluğu, artık kendi mesleklerine dönmeyi düşünmediğini söylüyordu.
- Bayanların birçoğu, öğretmenlikten daha çok ücret alınan bir meslekten istifa ederek veya yatay geçiş yaparak gelmişti. Bu kişiler özellikle öğretmenliğe geçtiklerini ve öğretmen olarak emekli olmak istediklerini söylüyorlardı.
- Öğretmenliği tercihte, işsizlik önemli gerekçelerden biriydi.
- Yine birçok aday, Eğitim Fakültesini kazanamadığı için Ziraat Fakültesine gittiğini, böyle bir fırsat bulunca hiç tereddüt etmeden öğretmenliğe geçtiğini söylüyordu.
- İş sahibi bayanlar, öğretmenlikten daha önce yaptıkları işlerin ailelerine, eşlerine, evlerine ve çocuklarına zaman bırakmadığını, bu nedenle yarım gün olan öğretmenlik mesleğine geçtiklerini söylüyorlardı.

Öğretmenliğe geçişte, bu ve benzer nedenler daha da çoğaltılabilirdi. Beni esas olarak düşündüren konu, Eğitim Bilimleri dersleri almayan bu kişilerin, nasıl İlkokul (sınıf) Öğretmenliği yapacağı konusuydu. Birinci yıl kurs verdikten sonra, yeni öğretim yılı başında müfettiş olarak atandım. Bu demektir ki, bu adayların öğretmenlik becerilerini, öğretmenlikteki başarılarını yakından görebilecektim. Ben de öyle yaptım zaten. Soruşturma, teftiş ya da rehberliğe gittiğim her okulda, bu öğretmenleri yakın incelemeye aldım.

Bulduğum sonuç; Eğitim Fakültesi mezunu, yani Eğitim Bilimleri derslerini almış öğretmenlerle, Eğitim Bilimleri derslerini hiç almamış öğretmen adayları arasında kayda değer bir fark olmadığı" gerçeği idi. Bu gerçeği kabullenebilmem, kolay olmadı tabi ki. Bir müfettiş olarak, birçok öğretmeni inceledikten, teftiş ve rehberlik yaptıktan sonra bu sonuca vardım. Bulduğum bu sonucu, birçok müfettiş arkadaşımla konuştum ve tartıştım. Hiçbir müfettiş arkadaşım, "Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenler, daha başarılıdır" diyemedi. Onlara özellikle şu soruyu sordum: "Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenlerle, diğer öğretmenler arasında, başarı yönünden, kayda değer bir farklılık gördünüz mü?" Hiç birisi bu soruya "Evet, farklılık vardır" diyemedi. Diyenler sadece, "Kısmen" diyebildiler. Kısmen, cevabının verilmesi olağandı. Çünkü, bir grup dört yıl boyunca Eğitim Bilimleri dersleri almış ve öğretmenlik uygulaması yapmış, diğer grup ise, hiçbir koşula tabi tutulmadan öğretmenliğe atanmış idi.

Müfettişliğim sırasında, bir de, "Eğitim Fakültesi dışındaki diğer Fakülte mezunlarının öğretmen olarak atanmalarına, kamuoyunda büyük tepki gösterildiği için, bu adaylara bir savunma hakkı verilmesi amacıyla, belediye toplantı salonunda bir tartışma düzenledik. Tartışmanın adı her ne kadar "savunma" değilse de, konusu buydu. Gruplar önceden oluşturularak, tartışma konusu ve yeri bildirildi ve hazırlık yapmaları söylendi.

Tartışma günü, Ziraat, Gıda, Makine Mühendisleri ile İktisatçılardan oluşan bir grup ile mesleki kıdemi yirmi yılın üzerinde olan Eğitim Fakültesi (veya Öğretmen Okulu) mezunlarından oluşan diğer bir grup, panel şeklinde konuşmaya başladı. İlk sözü genç meslektaşlara verdik. Heyecanla söze başladılar. Tartışmaya, çok iyi hazırlandıkları, her hallerinden belli oluyordu ve ellerinde birkaç sayfalık birer metin vardı. Daha ilk cümleleri ile, kamuoyunca kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap verip, olayın eğitimsel yönünü anlatmaya başladılar. Konuşma sırası, diğer gruba geçtiğinde, öğretmenler ne kamuoyundan gelen tepkileri savunabildiler, ne de olayın eğitimsel yönünü yeterince anlatabildiler. Birinci tur konuşmanın sonunda, üstünlük, kesin bir şekilde mühendislerin çoğunlukta olduğu gruba geçti. İkinci oturum konuşmalarda, kıdemli öğretmenlerin bu durumu, genç öğretmenleri daha da heyecanlandırdı ve eleştirilerin düzeyini yükseltti. Bir ara, konuşmaların şiddeti öylesine yükseldi ki, tartışma nerdeyse kavgaya dönüşüyordu. Neyse, taraflar kendilerini çabuk topladılar ve havayı yumuşattılar. Tartışma, genç öğretmenlerin mutlak üstünlüğü ile sona erdi ve kıdemli öğretmenler, genç meslektaşlarına birikimlerini aktaracaklarını bildirdiler.

Genç öğretmenlerin yaptığı hazırlığı ve kendilerini savunmada gösterdikleri yeterliği görünce, böyle bir tartışmayı düzenleme fikrini gerçekleştirmenin ne kadar olumlu bir davranış olduğunu anladım. Savunmasız infaz yapılmamalıydı, demek istiyorum yani.

Bir yıl müfettişlik yaptıktan sonra, Üniversitenin, öğretmen yetiştiren bir bölümüne Öğretim Görevlisi olarak geçtim ve özellikle Eğitim Fakültesi Öğretim Üyeleri ile olan konuşmalarımızda, durumu belirterek, bu soruya cevap bulmaya çalıştım. Kayda değer bir cevap bulamadım. Bunun üzerine olayı, kısmen de olsa, bilimsel bir çalışmayla araştıralım, diyerek öğrencilerimle iki tane seminer çalışması yaptık. Sonuç yine değişmedi.

Kendi inceleme ve gözlemlerime, müfettiş arkadaşlarımın gözlemlerine, yöneticilerin ve öğretmenlerin gözlemlerine göre vardığımız sonuç; "Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenler ile diğer Fakülte mezunu öğretmenler arasında, öğretmenlik uygulamaları ve başarı yönünden kayda değer bir farklılık yoktur. Her iki grup öğretmen adayı da, öğretmenlik mesleğini, öğretmenliğe başladıktan sonra, deneme/yanılma yoluyla öğrenmektedir" olmuştu.

Sonuç ortada. Ben bu sonucu herkesle tartışmaya açığım. Eğitim Fakültelerinde, Eğitim Bilimleri derslerinde neler yapılıyor, demek istemiyorum. Demek istediğim, Eğitim Bilimleri derslerini alanlarla, almayanlar arasında anlamlı bir fark yoksa, neden herkese öğretmenlik kapısı açık tutulmuyor? Herkesin öğretmen olmasına neden tepki gösteriliyor?

Siz ne dersiniz?

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..