Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '07

 
Kategori
Haber
 

Kurban olun "ay"ına ve "yıldız"ına

Kurban olun "ay"ına ve "yıldız"ına
 

Efendim bu yazı üç bölümden oluşmaktaydı ve ilk bölümünü, site yönetiminden aldığım ikaz doğrultusunda çıkarmak zorunda kaldım. Kendi adıma bu durumdan dolayı sizlerden özür dilerim. Yayın yönetmenimizin kararını da saygıyla karşıladığımı belirtmek isterim.

Yazımın, çıkarmak zorunda kaldığım ve bir politik eleştiri içeriği taşıyan ilk bölümü ile bağlantılı olan aşağıdaki iki farklı anekdotumu ise sizlerle paylaşmaya devam etmek istemekteyim.

* * * * *

Sabah, işe gitmek üzere son hazırlıkları yapmaktaydık eşim ve oğlumla birlikte. Beş yaşındaki delikanlım, odasındaki halının üzerine üç tane, küçük, kağıt Türk Bayrağı sermiş ve kendince bir oyun tutturmuştu. Onları sıralıyor, diziyor bir şeyler yapıyordu. Yanına, halının üzerine oturdum takım elbiselerimle.

"Oğlum" dedim.

"Bu bayrak, ne bayrağı?"

Merak ve ilgiyle baktı kömür karası gözleriyle, bir taraftan da neden böyle bir soru sorduğuma anlam vermeye çalışıyordu.

"Bizim bayrağımız, Türk Bayrağı'mız Babacığım". O, "bayrağımız babacığım" diyen dilini, ağzını yerim, koca yüreklim benim diye içimden geçirdim.

"Bak yavrum, bayrağımız, Türk Bayrağı hiçbir zaman yerde durmaz, tıpkı ekmek gibi, hadi al onları yerden ve masana koy" dedim.

"Yer pis mi, halımız pis mi Babacığım?" diye surdu yumuk dudaklarıyla.

"Hayır, tabi ki halımız pis değil. Ama pis de olsa temiz de olsa bayrağımızın yeri hep yükseklerdir, yükseklerdedir, tamam mı babacığım" dedim.

"Tamam Babacığım" derken, bir taraftan da yere serdiği üç tane küçük, kağıt bayrağı toplamaya başlamıştı. O’nun, o minik ellerini ve kocaman yüreğini seyrederken, göz yaşlarım görüşümü bulandırdı ve o fluluğun içinden yirmi beş sene önceye gittim.

* * * * * *

Devam ettiğim ilkokula, çok güzel, yemyeşil, ağaçlıklı bir yoldan yürüyerek gidip-gelirdim. Koskocaman bir Sümerbank Fabrikası'nın, o yaşlarımda bana daha bir büyük gelen bahçesini sınırlayan duvarının dibindeki kaldırımdı okul güzergahım. Yağmurlu bir sonbahar günüydü. Dar yol yer yer çamur gölü haline gelmişti.

Okuluma yetişmek üzere tek başıma yürürken, yolun ortasındaki çamurlu su birikintisinin içine düşmüş ya da atılmış bir kağıt Türk Bayrağı gördüm. Ve hiç tereddüt etmeden, bileklerime kadar çamurun içine girip o bayrağı aldım ve fabrikanın duvarının üzerine kuruması için bıraktım. Acayip gurur duymuştum yaptığım hareketle.

Bütün gün okulda çamurlu ayakkabılarım ve paçalarımla dolaştım. Akşam eve geldiğimde, son derece titiz bir kadın olan güzel annem hafif bir çığlık ile birlikte ne yaptığımı sordu. Olanları anlattım. Babam, okuduğu gazetesini yüzünden hiç indirmemişti ama pantolonunun arka cebinden çıkardığı beyaz bez mendili ile gözlerini ve burnunu sildiğini fark ettim. Annem hiç bir şey demedi.

Ertesi gün yine okula gitmek üzere evden çıkarken, anneciğim her zaman olduğu gibi yanaklarımdan öptü ve "Yavrum, seninle gurur duyuyoruz" dedi. Niye diye sormadım...

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..