Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '14

 
Kategori
Eğitim
 

Kurumsal İnşa ve Liyakat Sistemimiz

Kurumsal İnşa ve Liyakat Sistemimiz
 

“Kim olduğumuzu büyük ölçüde, sırtımızı güvenilir zaman –mekân-koordinatlarına dayayarak tanımlarız”

Davit Harvey(1935-)

Türk toplumu ve onu yönetenler üzerinde yaşadığımız coğrafyada kendimizi bölgemizin muktedir gücü olmaya mecbur ve mahkûm olarak görüyoruz. Çünkü bölgemizde muktedir olmamıza paralel olarak kanın, gözyaşının, uluslararası komploların biteceğine inanıyoruz.  Bu görüş elbette birkaç düşünür, entelektüel ya da siyaset adamının hayal ve hevesi olarak ortaya çıkmadı. Anadolu coğrafyasının antik tarihi bu düşüncelerin bir hayal ve hevesten öte bu coğrafyaya hâkim topluluklar için gerçek olduğunu göstermektedir. Ana karanın batı yakasına daha yakın olan bu topraklarda antik tarihin en büyük savaşları buraya hâkim olmak için yapıldı. Yâ da buradan doğuya, batıya kuzey ve güneye doğru genişlemek için. Onun içindir ki coğrafyalar aynı zamanda üzerlerinde inşa olunan devlet sistemlerinin bütün zamanlar boyunca çevreye karşı vaziyet alış biçiminin şekillenmesinde belirleyici rol oynadılar.

Bu vaziyet alış biçimleri ve uygulanan politikalar modern zamanların vaziyet alış biçimlerine o kadar benzer ki Antik anadolu tarihini okuyunca şaşıp kalırsınız. Örnek verecek olursak bu bölgeden çevreye hâkim olan bütün yönetimlerin ortak özelliği daima merkeziyetçi bir devlet anlayışı olmuştur. Ancak bu devlet anlayışı bildiğimiz despot bir devlet anlayışı olmamaya, kendisini zamanının hukuk anlayışıyla sınırlamaya özen göstermiştir. Bu coğrafyada onun için en ilkel dönemlerinde bile nomokrasiyi/kanun hâkimiyetini merkeze alan sistemler hâkim olmuştur. Elbette bu dönemlerde uygulanan hukuk anlayışı her zaman tartışılabilir ama hukukun bu bölgede olmadığı ya da yokluğu asla tartışılamaz. Cümleyi tersinden okursak bize komşu olan Rus coğrafyasına hâkim hesap vermeyen astığı astık kestiği kestik totaliter/despot devlet ve yöneticiler bu coğrafyada hiçbir zaman var olamadılar. Oldularsa da ömürleri çok kışa sürdü. Bu durumu bu bölge insanına hâkim olan dini ve felsefi anlayışların zamanlarının en mutedil tarzlarının hâkim biçimleri oluşundan anlıyoruz. Örnek verecek olursak hemen yanı başımızda bulunan ve aramızda sadece sıra dağların sınır olarak bulunduğu İran yaylası bizden tamamen farklı bir antik tarihe ve inanç biçimine sahiptir. Geçmişte de öyleydi bugünde öyle. Anadolu coğrafyasının İslamın hukukunu önceleyen en mutedil/ortayol anlayışına (Hanefi-Maturidi inanç esaslarına) sahip olmasını, başka türlü nasıl açıklayabiliriz. Onun içindir ki, bu coğrafyaya hâkim iktidarlar coğrafi ve toplumsal tembihleri rasyonel bir sistem olarak hayata geçiren iyi donanımlı siyasi liderler tarafından yönetilmişlerdir. Yani bu coğrafyaya hâkim bir siyasal sistemi yöneten ortak siyasal aklın bu topraklara has otantik bir liyakat ve ehliyet rejimini sürekli koruyup geliştirmeye özen gösterdiğini bilmeliyiz… Başka bir ifadeyle eğer biz bu bölgede daha önceki sakinler gibi hukuku önceleyen bir bölgesel güç olmak istiyorsak öncelikle devlet yönetimini liyakat ve ehliyet sistemi üzerine inşa edecek bir siyasal akla ve bu aklın inşa edeceği zamanının en üstün eğitim ve öğretim kurumlarına ihtiyacımız olduğunu fark etmeliyiz. Diğer bir deyişle, biz bu bölgede hegemon bir güç olmak istiyorsak her şeyden önce bilgiye hâkim, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın hassasiyetlerini kavramış bürokratik bir aklı mutlaka inşa etmeliyiz.

Bürokratik ortak akıl iktidara gelmiş siyasi ekiple birlikte devleti yöneten bürokrasinin idrak ve algı seviyesinin aynı hassasiyetlere sahip olması demektir. Biz buna topluca devlet aklı da diyebiliriz. Ya da kurumsal akıl. Onun içindir ki devlet sadece kişisel tecrübelerle ya da ilişkiler ağıyla yönetilemez.

Toplumsal ortak aklı ise toplumun genelinin idrak ve algı seviyesinin ortalaması olarak görmek gerekir. Eğer bir devlet çevresinde hegemon bir güç olmak istiyorsa belirlediği hedeflere ulaşmasının tek yolu bürokratik/devlet aklıyla toplumun ortak aklının yukarıda belirttiğimiz hassasiyetlerde birbiriyle örtüşen bir idrak ve algı seviyesine sahip olması gerekir.Tarihin bütün büyük devlet organizasyonlarına baktığımız zaman bu iki ayrı idrak ve algı seviyesinin toplumsal ve siyasal hassasiyetler konusunda birbiriyle örtüştüğünde ancak büyük medeni çıkışlar yaptıklarını görürüz. Bunun içinde otantik tarihi tecrübeye dayanan, coğrafyanın hassasiyetlerini önceleyen, donanımlı kurumlara sahip devlet aklını yöneten, liyakat sahibi, epistemik bir cemaate/bürokrasiye ihtiyaç vardır.

Uluslarası ilişkilerde, Bilimde, teknolojide, siyasette, hukukta, dinde, felsefede, tarih ve coğrafya bilgisinde zamanının en iyi ortak aklına sahip bir devlet ancak bölgesinde hegemon bir güç olabilir. Bu ekip olmadan büyük devlet olacağım diye girişilecek her operasyon hayal kırıklığı ile bitmeye mahkûmdur. Bilgiyi önce toplayan, sonra analiz eden sonra sentezleyerek bu sentezi organizasyona dönüştüren ve bu organizasyonu büyük bir maharetle yöneten uzmanlara ihtiyaç vardır. Onun içindir ki ülkemizde önce siyaseti yönetenlere katkıda bulunacak bürokratik bir akla ve bu aklı devamlı kılacak hukukla belirlenmiş bir liyakat rejimine ihtiyaç olduğu açıktır. Bu liyakat rejimini hayata geçirmenin en kısa yolu zamanımızın en gelişmiş eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını ilköğretimden başlayarak üniversite düzeyine kadar birinci sınıf bir eğitim organizasyonunu kurmamızla mümkündür. Birinci sınıf bir coğrafyayı üçüncü sınıf bilgi ve kapasiteye sahip ne siyasetçi ne de ona uygun bir bürokrasiyle asla yönetemezsininiz. Tarihin gelmiş geçmiş bütün büyük devletlerine bakınız bütün zamanların en iyi bürokratik ortak aklına sahip olduklarını göreceksiniz. Bu güçler kabiliyetli zeki insanları arar, bulur, en üst düzeyde bir eğitimle onları yetiştirir ve devletin emrine verir. Büyük devlet olmanın asgari şartı bu olayı gerçekleştirecek oldukça rasyonel bir bürokratik liyakat sistemini hayata geçirmektir. İşte ancak o zaman bölgemizde konjontürü biz oluşturur, oluşturduğunuz konjonktürel zamanı iyi yönetecek bir ekibe sahip olmuş oluruz.

 

Burada yeri gelmişken iktidar yanlısı bir takım sentetik yazar-çizerin yanlış anlamakta ısrar ettiği bir konuyu da açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. O da “Devlet ve hükümeti ayıranların dönemi bitti” ana fikri etrafında gelişen devlet yönetme mantığının bu yazar –çizerler tarafından AKP yöneticilerine ve ona oy veren kitleye tembihleme gayretleridir. Böyle bir düşünce demokrasiyle yönetilmeyi kabul etmiş bir toplum ve siyaset anlayışı için ne kadar yanlış ise, iktidar partisinin idareci kitlesinin böyle bir mantığa sahip olması aynı zamanda o kadar da tehlikelidir. Demokrasilerde devletin ayrı hükümetin ayrı olmasının sebebi, yalnızca devletin kalıcı, iktidarların ise göreli/gelip geçici oluşundan kaynaklanmaz. Bu ayrım aynı zamanda, toplumun her şeye karar veren otokrat bir lider tarafından sonu belli olmayan bir maceraya sürüklenmemesi için düşünülmüş bir demokrasi prensibidir. Hatta bu ilke devletin kurumlar tarafından hükümetin ise politik kararlar üzerinden yönetilmesi gerektiğini de gösterir. Siz iktidarla devleti bir kabul ederseniz öncelikle bunun anlamı demokrasi üzerinden monarşiyi/otokrasiyi tembihleyen bir siyasal sistem icat ediyorsunuz demektir. Bu ise Türk toplumunun demokrasi yoluyla elde ettiği bütün kazanımlarının denetlenmeyi kabul etmeyen bir siyasi iktidar tarafından belli bir grubun emrine verilmesi anlamına gelir ki asla kabul edilemez. İkinci olarak da, bu anlayış devletin uzun sureli ayakta kalması gereken kurumlarını itibarsızlaştırarak kuşatıcı kurumlara dönüşmesini engelleyecektir.

Dolayısıyla, seçimler yoluyla çoğunluğu elde ederek iktidara gelmek demek kendi taraftarımız olarak gözüken partililere hiçbir liyakat ölçüsü uygulanmadan devletin en önemli makamlarını teslim etmek anlamına gelir ki bu şeflik yıllarının yeniden hortlatılmasıdır. Bu durum hem demokrasiyi tehlikeye düşürür hem kurumları yıpratır, hem de iktidar yanlısı olmayan kitlelere baskı yapılacağı anlamına gelir ki bu da toplumda adalet anlayışını yok eder. Adalet demek hakkı olana hakkı teslim etmek demektir. Devletin merhameti adaletli davranmaktır. Bir devlet vatandaşları arasında adaletle hükmediyorsa merhametli davranıyor demektir. Adaletin olmadığı yerde merhamet yoktur merhametin olmadı yerde ise zulüm vardır. Onun için eskiler “küfürle abat olunur ama zulümle abat olunmaz” demişlerdir. Eğer gerçekten uluslararası ilişkilerde başarılı olmak ve kuşatıcı kurumlar inşa etmek istiyorsak yeni bir liyakat rejimini en kısa zamanda hak ve adalet ölçülerini göz önünde bulundurarak uygulamaya koymalıyız. İçinde bulunduğumuz bürokratik zayıflıktan ve olaylar karşısında içine düştüğümüz acizlikten ancak bu şekilde kurtulabiliriz.. İyi okumalar….

 

 

 

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..