Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Liboşizm mi liberalizm mi?

Liboşlar üzerine bir yazı yazan bir arkadaşın bloğuna şöyle bir yorum atmıştım:

"Liboşun tanımı: Liboş, solculuk ile sağcılığı karıştıran adamdır, çevresel koşulların etkisiyle sol çevrede bulunmuş ve bu yüzden kendini solcu sanan, ama esas ruh, yapı ve birikim olarak sağcı olan kişidir. Bu nedenle, solculuk yapacağım derken sağcılık yapar, solculuğu sağcılığa elet eder, ne odur ne de budur, bulamaçtır."

Başka dillerde liboş diye bir şey var mıdır bilmiyorum, ancak olması gerekmiyor, çünkü hiçbir mutlak sistem ya da öğreti yoktur.. tonla versiyon, uygulama vardır, her ülkeye, topluma göre değişir ve yerelliklerle evrensellikler sentezlenerek dünya insanlık birikiminin hazinesini doldurur. Ya da çöplüğünü. İkisi de doğrudur.

Son yılllarda bir 'liberal aydınlar' türedi. Bu kişiler öyle görüşler savunuyorlar ki, sanki liberalizm bunların savundukları demeye gelirmiş gibi anlaşılmaya başladı. Oysa bu hiç de öyle değildir. Ülkemizin yerel sorunlarının çözümüne ilişkin farklı yol ve yöntemlerin altında farklı iktidar girişimleri vardır, dolayısıyla dile getirilen bazı görüşlerin altında bu durumun yarattığı sakatlıklar vardır, bu sakatlıklar liberalizme mal edilemez. Çok basit bir örnek.. liberal aydın denen adamlar, örneğin hukukun ihlalini daha "üstün" idealler için görmezden gelebilirler ama liberalizmin varlık nedenlerinden biri tam olarak hukukun üstünlüğü ilkesidir.

Evet Liberalizm öyle az uz bir şey değildir, teorik kökleri Rönesans döneminin hümanizm anlayışına, oradan 17. ve 18. yüzyıl aydınlanma dönemine kadar gider. Genelde, 1700'lerde yaşamış olan Adam Smith ile özdeşleştirilse de salt ona özgü eni boyu belli bir sistem değildir. Aslında bir bakıma insanoğlunun gelişim sürecine işaret eder. Bu gelişim süreci, dine, Kiliseye, monarşik devlet yapısına karşı insanın özgürleşmesi ve bireyleşmesi süreci ile ortaya çıkan bir durumdur. Daha doğrusu, liberalleşme, özgürleşme bu durumun adıdır. Bu durum çok farklı şekiller alır. Ulus devletlerin kurulma süreci olsun, laiklik olsun, cumhuriyetlerin ilan edilmeye başlaması olsun, demokrasi süreci olsun aşağı yukarı hepsi insanoğlunun bu dönüşümünden kaynaklanır. Bu dönüşümün nedeni salt düşünsel değildir, insanoğlu devindikçe yeni yapılar kurdukça yaşama tarzı ve kendine bakışı değişmektedir.. Bu sürecin de tabiki sayısız düşünürü vardır. Birey, monarşik devlete karşı, onunla işbirliği içindeki dinsel dogmatizmine karşı gittikçe özgürleşmiştir ve özgürleşmesi savunulmuştur.

Tabi burada şu ilginçtir: Bu düşünceler savunulduğu için mi koşullar değişmiştir, yoksa koşullar değiştiği için mi bu düşünceler savunulmuştur? Aslında oluş ve düşüncenin art zamanlı olduğunu söylemek tam doğru olmaz, bunlar daha çok eş zamanlı (senkronik) süreçlerdir. Fakat şu var ki, düşünülebilir olanı mutlaka maddi bir koşulun önceden belirlemesi gerekir, düşünceyi filizlendirecek ve soru sorduracak bir nesnel durumun olması gerekir.

Peki madem böyle tek bir kişiye indirgenemeyecek bir süreç ile bağlantılı bu kavram, neden Adam Smith ile anılıyor? Bunun nedeni, bu kişinin hem ahlakta hem de devlette bireyin özgürleşmesine ilişkin kitaplar yazması ve ama özellikle, Türkçe'ye 'bırakınız yapsınlar' diye de çevrilmiş olan bir argümanı dile getirmesidir. Ona göre, insanlar esas olarak kendi ben sevgileri için, kendi mutlulukları için çabalarlar ve üretirler. Örneğin bir fırın, insanlık adına olsun diye ekmek üretmez, kendi iyiliği için üretir. Ancak burada öyle bir durum oluşur ki, herkes kendi iyiliği için çalışırsa, ürettikleriyle genel bir toplumsal düzen kurulacaktır. O buna 'görünmeyen el' demiştir. Görünmeyen el sayesinde toplum üretken ve refah düzeyi yüksek bir toplum haline gelecektir. Tabi o böyle dediği için olanlar olmuş değil, olanlar olmaktayken o olanlara ilişkin öngörülerde bulunmuş olmaktadır.

Smith'in bu argümanı, kapitalizmin de ana fikridir. Bireyin ekonomik faaliyeti konusunda hür bırakılmasına dayanır. Otokratik devletin ya da devletin sınırlamasına gerek yoktur. Bu bakıma aslında Anarşizm ile de bir benzerliği vardır. Çünkü bu görüş de temel olarak insanların daha mutlu olması için meta bir yapıdan azade yaşamaları gerektiğini savunur.

Liberalizm üzerine konuşurken uzmanlar politik liberalizm ile ekonomik liberalizmi ayırt etmeyi özellikle yaparlar. Çünkü, politik liberalizm insanın otokratik devlete karşı, o dönemde tabiki imparatorluklara karşı, dinsel bağnazlığa yani Kiliseye karşı, insanın özgürlüğünün, anayasal düzenin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının savunulması sürecidir. Bu savunma, bireye dayanan, demokrasiye dayanan, insan haklarına dayanan, laikliğe dayanan, anayasal devlet yapısına dayanan, temsiliyete dayanan bir anlayışı içerir. Buna karşılık ekonomik liberalizm, kapitalizm savunusudur ve Smith ile literatürde daha çok özdeşleşen budur. Bu görüş, bireysel mülkiyeti, girişimi, ekonomik faaliyetin çekirdeği olarak bireyi savunur. İşte, ekonomik düzende, sonuçta görünmez bir el, herkesin, insan doğasından kaynaklanan ben sevgisinin ve çıkarının peşinde gitmesi sayesinde, herkesin işine gelecek ve mutlu ve refah bir toplum yaratacaktır.

Bu süreçte yine bireyin özgürleşmesini esas alan, ancak bireyin verili toplumsal yapıda yani kapitalist toplumda özgürleşemeyeceğini savunan görüş olarak Marksizm ortaya çıkmıştır. Marx'ın marksizmi, anonim liberalizm gibi değildir, marksizm daha eni boyu belli bir şekilde Marx'ın ürünüdür.

Aynı tarihsel köklere sahip olmakla birlikte Marksizm'den etkilenen ve bugün liberalizm ya da liberal demokrasi denince akla gelen rakip ya da alternatif görüş sosyal demokrasidir.

Sosyal demokrasi ise, ekonomik liberalizmin kapitalizm anlayışına muhalefet eder. Esasta sosyalizmin teorik düşüncelerinden köklenmiş olsa bile, tam olarak kapitalizmi reddetmez, ancak, devlet ile bireyin ilişkisinde, bireyin özgürleşmesini, salt bir görünmez elin kerametine bırakmaz. Sosyal demokrasiye Türkiye'deki sol açısından bakarsak, SHP özellikle bu görüşe yakın durmaya çalışmıştır, ancak CHP olmasıyla birlikte bir oportünizm içine düşmüştür. Ecevit'in DSP'sinin ayırıcı özelliği de budur. Ecevit, SHP'nin köklerinin marksizmden kaynaklanan bir sosyal demokrasi anlayışı olduğunu oysa, bunun Türkiye'de geçer akçe olmayacağını, çünkü Türkiye'deki insanların dinle bağlarının çok kuvvetli olduğunu ileri sürmüştür. Bu nedenle sosyal demokrat olmaktan ayrılığını göstersin diye demokratik sol adını seçmiştir. Hatta Fethullah mıydı Fettullah mıydı, onunla da bağlar kurmasının temelinde bu yatar. Çünkü ona göre, Türk halkı, solculuğu dine karşıt olmakla eş görmüştür ve sol partileri seçmemiştir. Sosyal demokraside din karşıtlığının kökleri olduğunu ama, kendi solculuk anlayışında bu karşıtlığın olmadığını halka anlatmak istemiştir. Halk solculuğun dine karşıt olmak olmadığını anladığında, onun esas eğilimin solcu olduğunu savunmuştur.

Sonuç olarak ve genel olarak, bir sosyal demokrat ile liberal demokrat arasında, bu düşüncelerin tarihsel kökleri bakımından, ağaç analojisi yaparsak, ne kök olarak ne de gövde olarak fark vardır. Sadece dal olarak fark vardır.

Atatürkçülük burada ne konumdadır peki? Özal'a gelene kadar, bizim ülkede karma ekonomi uygulanmıştır. Yarı devletçidir yarı da liberaldir. Özal, 12 Eylül'den önce 24 Ocak kararları ile bu süreci başlatmıştır. Askeri darbenin yarattığı ortam ile de bu düzeni rahatça uygulamıştır. Millet sanmıştır ki, Özal geldi, süper akıllı adam, eskiden hiçbir şey yokken, şimdi her yerde her şey var. Oysa, Özal, ülkeyi yabancı sermayeye açmıştır. İşte bazı ekonomik liberallere göre ülke kalkınmakta iken, bazı sosyal demokratlara göre de ülke talan edilmektedir.

Atatürk'ün o zamanki probleminin, bugünkü bu konudaki problemle aynısı olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu zaten anakronik olurdu. Atatürk o dönemde hem bireyin gücünden hem de devletin gücünden yararlanmak ve bunlara imkan açmak istemiştir. İnsanların birey olarak gelişmesini ve özgürleşmesinin önünü açmıştır, özel sermayeyi desteklemiş ama aynı zamanda devlet de yatırım yapmıştır.

Liboş tabiri de Dünya Bankası memuru olan Özal'ın Türkiye'de politik güç olmasıyla başlayan süreçte, ortaya çıkan yozluklar ile keşfedilmiştir. Burada, ekonomik liberalizm yaşasın diye, politik liberalizmin, sosyal demokrasinin değerlerinin gözardı edilerek bu anlayışın hakim kılınmaya çalışılması söz konusudur. Bunun bilerek yardakçılığını yapan, bu düzenden çıkarı olan ve bu düzeni savunanlara liboş denmiştir.

Aslında ekonomik anlamda liberalizm ve buna yaslanan kapitalizm iflas etmiştir.. Şu son yaşanan küresel kriz de bu iflasın semptomlarından biri diye gösteriliyor. Ancak ona ihtiyaç yok. Rekabetin, ilerlemeye ve gelişmeye yol açtığını savunan görüş iflas etmiştir. Bunu anlamak için dünyaya şöyle bir bakmak yeterli. Bütün bunlar, doğal mıdır? Yani dünyada kapitalizm değilde başka daha normal bir sistem olsaydı, olmayacak mıydı? Bunun kesin kanıtı olamaz ama çok güçlü veriler sunulabilir. Çünkü karın maksimizasyonu dünyayı ve insan varlığını oymuştur resmen.

Evet ülkemizde liberal aydın denen kişilerin argümanlarını tek tek irdelemek gerekir, ne kadar liberalizmin politik ruhuna uygun diye.. ancak kanaatim odur ki, bu konuların olgusal yapılara takılan, olguları kendine yontan, farklı düşünüşlere ve yapılara psikolojik tepki içinde olan, gizli bir iktidar savaşının söylemleri halindedir bunların dile getirdikleri..

Mesela, hukukun üstünlüğü hangi koşulda vardır ve hangi koşulda yoktur diye bir tartışma olsa, burada liberalizmin görüşü ile örneğin sosyal demokrasinin ya da radikal demokrasinin görüşünün ne olduğunun bir anlamı vardır.. Ama bizim tartışmalar, bu noktada değildir, adam hukukun üstünlüğünü boşverir, yargısız infazda bulunur, ne yaptıklarının hiçbir kanıtı, şusu busu olmadan 'darbeci' diye insanlar tutuklanır ve 'liberal aydınlar' buna şak şak çeker. Bu biraz abartırsam, C.G'nin Münevver'i öldürürken duyduğu hazza benzer bir haz yaratır. Bu noktada liboşlaşmış aydınlar, siyaseten kendilerinden farklı düşünenlerin 'sürünmesinden' sadist bir zevk almaya başlarlar ve arenada matadorun boğayı öldürürken seyircinin alkışına benzer bir alkış tutar. Bu aslında, rezilane bir durumdur. Liberalizmle miberalizmle alakası yoktur, açık hukuk ihlalini görmezden gelmek, yargısız infazda bulunmak, karakterle ilgili bir konudur, fikirsel bir konu değildir.

Şimdi bu adamlara karşı olmak, anti ya da non-liberalist bir tutum mudur? Yo, alakası yok, basit bir izan ve idrak durumudur bu. Siyasal bir konu değildir.

Eskiden liboş diye, ekonomik liberalizmin rüzgar güllerine deniyordu, şimdi ise liboş diye politik liberalizmin rüzgar güllerine deniyor, denmesi gerekir. Liboşizm liberalizmin mutant halidir. Ülkemizde pek çok konuda, siyasal anlamda liberalizme mal edilen görüşlerin epey bir kısmının liberalizmle ilgisi yoktur.
 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..