- Kategori
- Blog
Milliyet Blog'da 10 yıldır emeğimiz var, hepsi uçsun gitsin mi?
Yazılarım, blog içi sıkı denetim uygulamaları öncesinden beri hiç askıya alınmamıştı idaremizce. Bu sefer sonuncusu takıldı. Gece yarısı yolladığım yazı, sabah leyin yayına alınırdı son OHAL’le rağmen.
Bizim idare, OHAL’in blog içindeki sıkı uygulayıcısı. Bayağı, iktidarla yarışıyor. Yazılar cımbızlanıyor, askıya alınıyor, inceleniyor, sık gözlü eleklerden geçiriliyor, olmadı mı, başka tezgahlardan geçiyor, oradan kalburlara dökülüyor. Çalkantılı ve derin yolculuğun sonucu yazı ya “ret “ ediliyor, ya da yayına alınıyor.
Belki de içinizde: “ Üüüü, bizim işler daha berbat. Günlerce yazımız bekletiliyor, gıkımız çıkmıyor.. Seninki de laf mı?” diyecekleriniz olacaktır elbet.
Bu son yazımdan önceki de red edildi. “FETO” nun donundan bahsediyordum.” Bakalım adamın donu var mıydı?, diyor, devamla “Madonna’nın da donu var, ama lastiklisi. Bununkisi uçkurlu. Uzun uçkurundan doğrayıp kutsallaştırdığı uçkurundan herkese ihsanlar dağıtıyor . Diyorum ki, adamın bir donu kaldı yenmedik, yutulmadık. Uzun paçalı donun uçkurları da, müritlerince kuşbaşı doğranır, salyalarla yoğrularak, az yağda sote de edildikten donra, mis gibi yenebilir. Aşırıları ise onu çiğ olarak yutar zahir.” Diyordum.
Blog İdaremiz bu yazının “don” hikayesine mi taktı? Takamaz. Zira, Madonna’nın donu vardı bir kere. Ona donsuz demiyoruz. Amerikalı Terry Moore donsuz film çevirirdi. Bunlar bile mesele olmadı hiç. Sadece kadın, donsuzluğu ile ünlendiydi.
Halen alıkonan yazım için, daha dün, idaremize sordum. “Okudum” dedi. Bir de baksın diye başka bir arkadaşıma verdim yazınızı” diye cevapladı Başak Hanım. Hala daha yazım yayına alınmadı. “Bartın’da HEMA Şirketine karşı protesto mitinginin haberiydi.. Şirket sahibinin ismi geçince sakıncalı saydılar zahir. Şimdi o mitingde iki şehrin yüz binleri, şirkete dava açtı, harıl harıl dilekçeler yazılmakta hala. Bizse bu hayırlı haberin yayına alınmaması hüznünü yaşıyoruz.
“Başında tilkiler var. her birinin kuyruğu birbirine değmez.” diye diye, başımızdaki idarecim,ize inanmışlığımız olduğu halde, yazım, kendisi tarafından nasıl bir başkasına verilir? Verilir elbet. Ama o arkadaş, yazıyı neden oyalar? Neden ağır davranır?
O arkadaş basından gelseydi, çabuklaştırırdı elbet. Meselenin özü burada yatıyor. Editörün kabahati değil elbet. Bilmiyoruz. Geliş yeri neresi. Bir mesleki büyüğümüz ise, şapka çıkarırım. Değilse affetmem!
Ne demişiz biz o yazımızda? “ Lala, Lala / Bu ne hal ya / Yakışır mı Çeşm-i Cihana / Çalınan bu kara / Kim veriyorsa fetva / Başı tiz vurula / Yok öyle laga luga / Kim çanak tutuyorsa / Gözleri çıka / Sürüm sürüm sürünesiz / Dürüm dürüm dürülesiz / Beter olasız / Oy dingala dingala / Heyamola heyamola / Yemişiz biz ayva / Ayvah ki ayvah! “
Bu bir fantezi yazı türü idi. Şirket hakkında halen yüz binler, dava dilekçeleri imzalamağa devam etmekte.
Velhasıl, ”Sakıncalı piyade” durumuna düşürüldük. 10 yıldır emeğimiz var. Şimdi hepsi uçup gitsin mi? Biraz tuhaf olmuyor mu ?
Ört ki, ölem !