Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '16

 
Kategori
Dünya
 

Misak-ı Milli’yi ilk kez 1920’de M. Kemal Paşa değil, 1919’da Osmanlı Meclis-i Mebusanı açıkladı (5)

Misak-ı Milli’yi ilk kez 1920’de M. Kemal Paşa değil, 1919’da Osmanlı Meclis-i Mebusanı açıkladı (5)
 

Balıkların ve karıncaların birbirlerini yemelerini güçleri değil, suyun akışı belirlemektedir.


Sayın Cumhurbaşkanı ve (Eski) GK Başkanı Başbuğ, Misak-ı Milli ile ilgili açıklamalarda bulundular. Sayın Erdoğan’ın çok sayıda danışmanı olduğu ve konuşmalarının titizlikle, kırk elekten geçirilerek hazırlandığı bilinmektedir.

Ancak, Misak-ı Milli ile ilgili yapılan açıklamalarda bir nokta ya (özellikle) görülmemekte ya da herkesin gözünden kaçmaktadır. Peki, gözden kaçması mümkün müdür? Ve gözden kaçan Misak-ı Milli ile ilgili husus nedir?

Misak-ı Milli'nin, Mustafa Kemal Paşa'ya (veya Sivas Kongresi'ne) ait değil, iik kez, 23 Haziran 1919'da Osmanlı Meclisi tarafından açıklanmış olmasıdır.

Yukarıda bahse konu iki belge de, Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919) sürecinde kısa aralıkla ortaya çıkan Türkiye’nin barış şartlarını belirleyen birer savunma belgesi idi. Bu belge, 23 Haziran (1919) muhtırası “müdafaanâme” olarak anılmıştır. Paris Barış Konferansı ve amacı özetlenecek olursa :

...


“…İSRAİL devletini, 1919 Paris Konferansı'nda, İngiliz ve Fransız emperyalizmi ile Arap milliyetçiliği kurdu. ABD'nin işbirliği ile.

Paris Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu paramparça edilip, cetvel ve pergelle Arap devletleri ve mandalıkları kurulmasaydı İsrail devleti de kurulamazdı. Günümüzü anlamak için bu gerçeği hiçbir zaman unutmamak gerekir! Biri ötekinin diyetidir!

"Paris 1919" adlı kitaptan İngiltere Başbakanı Lloyd George'la ilgili biralıntı yapacağım: "Anadolu'da Helenik dünyanın dirilmesi, Filistin'de yeni bir Yahudi uygarlığının oluşması, Süveyş'in güvene alınması, Hindistan yolunun her türlü tehditten arındırılması, 'Verimli Hilal' topraklarında, Dicle-Fırat vadilerinde sadık ve söz dinleyen Arap devletlerinin olması, İngiltere'nin İran'dan aldığı petrolün korunması ve bir takım yeni kaynakların doğrudan İngiltere kontrolü altında olmasıyla ilgiliydi. Amerikalılar nezaket gösterip orada burada bazı mandalar üstlenecekler" (Sahife: 375) ve Fransa mümkün olduğunca Ortadoğu yağmasından uzak tutulacaktı. (1)
...

Burada, konunun daha iyi anlaşılması için İngiltere Başbakanı David Lloyd George hakkında bilgi verilmelidir.

-Llord George, 1916-1922 Tarihleri arasında İngiltere Başbakanı’dır.  I. Dünya Savaşı boyunca ülkesini yönetmiş ve Avrupa'nın yeniden şekillenmesinde de baş rolü oynamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalama sürecinde (Kurtuluş Savaşı’nda) Britanya Hükümeti'nin başındadır. Bu nedenle yukarıdaki açıklamasını dikkate almadan, ne bahsekonu: (1920) Misak-ı Milli, ne de onun öncüsü (1919) Osmanlı Meclis-i Mebusanı kararlarının önemini, mantığını anlamak mümkündür.

O dönemin Süper gücü olan İngiltere başbakanı ne demektedir?

-"Anadolu'da Helenik (Yunan) dünyanın dirilmesi,

-Filistin'de yeni bir Yahudi uygarlığının oluşması,

-Süveyş'in güvene alınması, Hindistan yolunun her türlü tehditten arındırılması,

-'Verimli Hilal' topraklarında, Dicle-Fırat vadilerinde sadık ve söz dinleyen Arap devletlerinin olması,

-İngiltere'nin İran'dan aldığı petrolün korunması

-ve bir takım yeni kaynakların doğrudan İngiltere kontrolü altında olmasıyla ilgiliydi.

 

Şimdi bu iddianın ne derecede gerçekleştirildiğine bakalım:

-Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktılar mı,

-Filistin’de bir Yahudi Devleti kuruldu mu,

-Süveyş (Mısır) güvenceye alındı mı,

-Dicle-Fırat vadilerinde “söz dinleyen!” Arap devletleri kuruldu mu,

-İran petrolü İngiltere tarafından mı işletilmektedir?

-“Bir takım yeni kaynaklar (Ki: bu, petrol üzerinde yüzen) Musul olmaktadır. Kontrol edilmektedir.

Toparlarsak, İngiltere başbakanının ifade ettiklerinin (plan taslağı)  tamamı yerine geldi mi?

Evet…Hem de harfi harfine.

Başka gerçekleşen daha da önemli şeyler de var. Ancak, o şimdinin konusu değildir.

Peki, Tüm bunlara karşılık Osmanlı devleti kendini korumak için nasıl bir (Barış- Ucuza teslim olmama) Planı üzerinde çalışmış ve bunu bir bildiri olarak yayınlamıştır?

Yukarıdaki metni tekrar edersek:

Bahsekonu iki belge de, (23 Haziran 1919 ile 28 Ocak 1920 Osmanlı Meclis-i Mebusan kararları) Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919) sürecinde kısa aralıkla ortaya çıkan Türkiye’nin barış şartlarını belirleyen birer savunma belgesi idi.

-Her ne kadar Misâk-ı Millî beyannamesine yönelik doğrudan böyle bir niteleme yok ise de onu hazırlayan son Osmanlı Meclis-i Meb’ûsân üyelerinin

-“istiklâl-i devlet ve istikbâl-i milletin haklı ve devamlı bir sulha nâ’iliyet içûn ihtiyâr edebileceği fedâkârlığın hadd-i a’zâmîsini mutazammın olan esâsât”tan sözederek bu esasların dışında Osmanlı saltanat ve toplumunun yaşamasını mümkün görmemeleri, adı geçen belgenin açıkça “savunma amaçlı” hazırlandığını ortaya koymaktadır.

-Görüldüğü gibi Misâk-ı Millî beyannamesi, aynı süreç içinde hazırlanmalarının dışında, 23 Haziran muhtırası ile amaç beraberliği içindedir.

-Sözkonusu amaç ise I. Dünya Savaşı sonrası şartları içinde Türkiye’nin ülke ve toplum olarak haklarını savunmaktır.

Ancak, Misâk-ı Millî beyânamesi’ni  ile 23 Haziran muhtırası arasındaki benzerlikler bununla sınırlı değildir.

Bu benzerliğin en fazla olduğu konulardan biri, 1. Dünya Savaşı sonrası siyasî şartlara uyum göstermek amacıyla Wilson ilkelerine dayanarak vatanın yeni sınırlarının çizilmiş olmasıydı.

23 Haziran muhtırası;

-Hicaz, Suriye, el-Cezire ve Arabistan’a geniş bir özerklik vererek Osmanlı Devleti’nden ayrılmasını önlemeye çalışmakla beraber “istiklâl-i tam ve tamamiyet-i mülkiyye şeraiti dâhilinde müstakil bir Türk vatanı” kurulmasını istemekte ve bu Türk vatanının sınırlarını açık bir şekilde belirlemekteydi.

Ana hatlarıyla Batı’da Gümülcine’den kuzeydoğuda Poti’nin güneyine kadar Elviye-i Selâse (Kars, Arda- han ve Batum), doğuda İran ve güneyde ise Halep ve Musul vilâyetlerinin güneyine kadar uzanan bu yeni vatan, Misâk-ı Millî beyannamesinde pek açık olmamasına, sadece kriter konmasına rağmen aynıydı.

Nitekim beyannamenin birinci maddesinde. Mondros Mütarekesi’nden sonra düşman ordularınca işgal edilen Arap çoğunluğun yaşadığı yerlerin geleceğine selfdeterminasyon ilkesi gereğince Arapların karar verecekleri ifade edilmiş; bunun dışında kalan, -beyanname diliyle “hatt-ı mütâreke dâhil ve hâricin- de”-yerlerde yaşayan Osmanlı-lslâm çoğunluğunun yaşadığı yerlerin “bölünmez bütünlüğü “nden söz edilerek aynı vatana vurgu yapılmıştı.

Muhtemelen, yeni vatanın sınırları içinde olduğu düşünüldüğünden 23 Haziran muhtırasında yeni Türkiye’nin sınırlarına dahil edilen Batı Trakya ve Elviye-i Selâse’nin gelecekleri konusu Misâk-ı Millî beyannamesinde ayrı iki madde (2. Ve 3. Maddeler) olarak yer almış ve her iki bölge için “halk oylaması istenmişti.

23 Haziran muhtırasında iki madde (8. Ve 9. Maddeler) halinde yer alan bu husus, Misâk-ı Millî beyannamesinde bir madde (6. Madde) olarak düzenlenmişti. Hiç şüphesiz sözkonusu maddeler, Türkiye’nin bağımsızlığı için gerekli şartlardı ki, Osmanlı Devleti’nin yüzyıllardır geçirdiği acı tecrübeler ışığında ileri sürülmüştü.

Bunun dışında 23 Haziran muhtırasında (10. Madde) olduğu gibi Misâk-ı Millî Beyannâmesi’nde de (4. Madde) İstanbul ve Boğazların güvenliği sağlandıktan sonra Boğazların deniz ticaretine açılması ilke olarak benimsenmişti. Ancak, 23 Haziran muhtıra- sından farklı olarak Misâk-ı Millî Beyannâmesi’nde bütün ilgili devletlerin ortak kararının geçerli olacağı ifade edilmişti ki, her iki belgede bu hususun yer alması Wilson llkeleri’nin bir sonucuydu…

Unutulmamalıdır ki, en azından siyasî şartların bir gereği de olsa Misâk-ı Millî beyannamesi bir Osmanlı-lslâm yurtseverliğinin eseriydi.

Her ne kadar bu (yukarıdaki) muhtıra, Damad Ferid Hükümetinin bir girişimi gibi görünse de esas itibariyle Osmanlı Hariciye Nezareti için- de yürütülen yaklaşık 6-7 aylık ciddî bir çalışmanın sonunda hazırlanmış barış şartlarını içeren bir belgeydi.

Buna karşılık Misâk-ı Millî beyannamesi, çoğunluğunu Müdafa’a-i Hukukçuların oluşturduğu son Osmanlı Meclis-i Meb’ûsânı tarafından kabul edilmesinin ötesinde, vatanın kurtarılması için diplomasi ve savaş -öncelikle savaşın, yani silahlı mücadelenin- araçlarının birlikte kullanılması gereğine inanan insanların düşüncesinden doğmuştu.

23 Haziran muhtırası, amaç ve içerik bakımından Misâk-ı Millî beyannamesinin öncüsüdür. (2)

Toparlanırsa :

İngiltere Başbakanı’nın “Şark Meselesi” kapsamında ve çok uzun yıllar evvel hazırladıkları, Mısır, Suriye, Irak/ Musul Planına karşılık, Deneyimli Osmanlı diplomatları, bu planın kalbi olan Musul bölgesini, olası bir barış anlaşması için “şart” görmüşlerdir.

Görmüşlerdir de ne olmuştur?

Ünlü Lozan antlaşmasının 1923’de imzalanmasına karşılık, Musul Bölgesi o paket içerisinde yoktur. Hazmedilmesi için ileriye bırakılmış ve 1926’de elimizden (hile ile) uçmuştur.

Peki, göz göre yapılan -ben yaptım oldu!” ile elimizden giden Musul bizde kalabilir miydi?

 

Devam edecek…

-Her şey bir oyundan mı ibaretti?

-Musul için Mecliste birbirlerinin gırtlağa sarılarak yapılan kavgalar ve bu konudaki tartışmalar

 

www.canmehmet.com

Resim:

(1) Daha fazlası için :  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4922870&tarih=2006-08-15

(2) Kaynaklar ve daha fazlası için bakınız: http://www.canmehmet.com/rusya-akdeniz-gorundu-abd-musul-yaklasiyoruz-usul-usul-turkiye-yemin-ettim-bir-kere-4.html

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..