Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '15

 
Kategori
Kitap
 

Murakami hakkında

Murakami hakkında
 

Zemberekkuşunun Güncesi


Murakami, şu sıralar dünyada en çok okunan yazar olabilir. Benim dikkâtimi Twitter’dan çekeli ise fazla olmadı. Bilinçaltımdan onu, The remains of the day’in bir türlü adını öğrenemediğim Britanyalı yazarı Kazuo Ishiguro  ile karıştırmış olduğumdan sanırım, kitabını  Eylül 2014’teki ilk ziyaretimde Londra’dan almaya karar verdim. Neyse ki yanımda Murakami’yi çok okumuş bir arkadaşım vardı da, The Wind-up Bird Chronicle’ı  (TWBC) önerdi.  Türkçeye Zemberekkuşunun Güncesi diye çevrilmiş. 600 sayfalık bu oldukça akıcı romanı ben yine de iki ayda güç belâbitirdim. Ama üzülmesin diye onu arada ABD’ye de taşıdım, Ege kıyılarına da.

Başarılı birçok yazarı kıskanıyor olmalıyım ki okuduğum hemen her romana kusur buluyorum. Öyle ki acaba son yıllarda beni şöyle çok etkilemiş bir roman okudum mu dediğimde yanıt bulamıyorum. Doğal olarak, TWBC’yi de eleştireceğim, her ne kadar kesinlikle kötü bir roman olmadığını hemen baştan söylesem de.

TWBC, çoğunlukla birinci tekil şahıs tarafından anlatılan bir roman. Yalnızca 30 yaşlarındaki erkek başkahraman Toru Okada değil, arada mektupları, uzun konuşmaları ile ona gelen/akan diğer kahramanlar da çok ayrıntıcı. Okada, hangi elini hangi cebine soktuğunu, buzdolabından ne çıkarıp pişirdiğini falan filan hiç sektirmeden anımsayan ve anlatan bir kahraman. Tabiî, bu birinci tekil şahısla anlatımı seçince Lizbon’a Gece Treni’ndekine benzer bir şekilde diğer kahramanların gelip ona bülbül gibi ötmeleri gerekiyor ki bizler ne olup bitiyor rahat anlayalım. İşi daha da kolaylaştırmak için başkahraman daha baştan, işinden de çıkmış ki bütün gün bu birbirinden değişik insanlarla buluşabilsin. Ben başkahramandan hiç etkilenmedim, cinsellik sahneleri bile bende bir erkekmiş duygusu uyandırmadı. Ama anlamasam da çok özelliği olan birisiymiş. O yüzden olsa gerek, o kadar ilginç, bilhassa güçlü ve gizemli kadınla tanışıyor, kimseye anlatılmayan şeyler ona anlatılıyor. Artık kaçıncı yüz sayfaya geldiğimde, bu adamın her günü Çilek Kokusu’ndaki Aslı ve Burak’ın yaşadıkları kadar maceralı demeye başlamışken, yazar da belki aymış olacak ki, birkaç ayın çok biteviye ve olaysız geçtiğini anlatmış.

Beni  Murakami hakkında hayrete düşüren şey, çok fazla sayıda, oylumlu öykü türetmiş olmasıydı. Bu adamın her romanı bu kadar kalınsa büyük bir yaratıcılık. Peki beğenmediğim; ama birçok kişinin beğeneceği nokta ne? Koşut dünyalar (böyle duvardan geçilip atlanan, oradaki bir olayın belki de bu dünyadaki yaşama etkilerinin olduğu dünyalar), gizemli güçleri olan insanlar. Eninde sonunda tutan kehanetler. Oysa ayrıntılı ve titiz anlatış tarzıyla Murakami, bende son derece gerçekçi olabilecekmiş duygusu yarattı. Oğlak burcu olduğunu düşününce, Japonların perili ruhlu gizemli düşünce yapılarından etkilenmesinden ziyade, Murakami’nin sıkıntıdan patlamamak için bu dünyaya çok açıldığına kanaat getirdim. Peki bu doğaüstü güçler romanı saçmalaştırıyor mu? Bence hayır. Hattâ, TWBC’yi biraz pop bir kitaba dönüştürdüğü için entelektüel romanları sevmeyeceklerin de severek okumasına gayet uygun. Bence bu açıdan romanın zayıflığı, doğaüstü dünya ile ilgili polisiyenin son sayfalarda çözülüşü. Bana çok doyurucu ve olgun bir açıklama gibi gelmedi. Öte yandan polisiye fazla okumuşluğum yok ve okuduklarım da genelde bende böyle bir aa buymuş ya! türünde tat bırakıyor. Bunu da not edeyim siz değerli okuyucularım için.

Peki ben neden hoşlandım? Birincisi olayların 1980’lerin başında geçiyor olmasından. Bende yine o yıllarda Japonya, Fransa, İspanya, İtalya ve dahi ABD’de yaşıyor olsam mutlu olurdum çağrışımı yaptığı için. Bunu geçiniz! Asıl bazı sahneler, ki şiddet içeriyordu, beni çok etkiledi. Bunlar Japonya güdümündeki Mançurya’da 2. Dünya savaşı yıllarının anlatıldığı bölümler. Murakami, o dönemi araştırdığını, son sayfaya bir kaynakça koyarak göstermiş. Benzer bir şeyi, arada okuduğum Le confident’ta Hélène Grémillon da işgâl altındaki Paris hakkında okuduğu kaynakları listeleyerek yapmıştı. TWBC’ye dönecek olursak, bir Japon askerîajanının derisinin canlı canlı yüzülmesi sahnesi var. Gerçekten irkilerek okudum ve uykum kaçacak diye korktum. Ya da Sovyet ordusu gelmeden başkent Hsinking’deki hayvanat bahçesinde, kafeslerinden kaçacak olurlarsa zararlı olabilecek vahşi hayvanların öldürülüşü öyküsü de enfes. Kimin aklına gelir böyle şeylerin yapılabileceği. Bir de anlatış çok şiirsel. Bir başka rahatsız edici sahne beyzbol sopası ile başkahramanın birisini belki de öldürecek denli dövmesi. Soluk almadan okusam da neden böyle bir şeyi yaptı ve sonrasında neden kendini sorgulamadı anlayamadım. Beyzbol sopası koşut dünyalarda ve Mançurya kısmında yine karşımıza çıksa da ben bağlantıyı kuramadım. Ama hayvanat bahçesindeki katliamın ertesi günü bu sefer ihanet eden ve yakalanan Çinli askerîakademi öğrencilerinin öldürülmesi sahnesi de çok etkileyici. Hep şiddete takılmış kalmış olmayayım. 16’lık çok bilmiş (ki vardı benim de öyle tanıdığım biri) May adlı kız sayesinde kellik ve peruk hakkında öğrendiklerim de eğlenceliydi. Ama onun dışında bir sürü şeyi anlamadım. Örneğin Creta Kano’nun tecavüze uğraması sahnesi; çünkü cinsel bir tecavüz değil, yine doğaüstü bir şeyler olup bitiyor. Bir de arada bir çocuğun uyanıp düş mü görüyorum gerçek mi diye emin olamadığı, evlerinin bahçesinde olan bitenle ilgili öyküler nereye bağlanıyordu acaba? Araya çok roman sokunca okuduklarımı unutuyor muyum?

Ne yapacağım peki? Eğitim dili İngilizce olan bir üniversite ve liseye gitmemiş bir arkadaşıma armağan edeceğim kitabı. O da Oğlak burcu ve çok gerçekçi. Bakalım, sözlük kullanma sıkıntısına katlanma pahasına sürükleyici bulacak mı TWBC’yi? Sizlere de öneriyorum. Bence yazınsal bir başyapıtmış düşüncesine kapılmadan, iyi bir eğlencelik roman kabulüyle okuyun. Hakkını yiyor olabilir miyim? Bir arkadaşım, Okada’nın kuyuda geçirdiği sürecin bir yaşam eğretilemesi olduğunu söyledi. Bana en fazla meditasyon yapıyormuş gibi geldi. Yani ben sığ; ya da derin birisi olsam bile, TWBC’den size zarar gelmez, belki çok derin şeyler görürsünüz, hiç olmazsa, en azından eğlenirsiniz. Ben bundan sonra Murakami’yi – bence haklı olarak – fazla Amerikanize bulan bir Nobel edebiyat ödüllü yazar varmış, Kenzaburo Oe, ondan bir şeyler okuyacağım. Oe’den önereceğiniz bir roman varsa, bana bildirin.

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..