Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '14

 
Kategori
Anılar
 

Muş/ Varto

Muş/ Varto
 

1963 'te Varto Ortaokulu'nda öğrencilerimle


Burası Muş’tur, yolu yokuştur

Giden gelmiyor, acep ne iştir.

1963’te Bursa Eğitim Enstitüsü’nü bitiriyorum. O tarihlerde, tüm eğitim enstitülerinden mezun olan yatılı öğrenciler, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün salonunda toplandık, öğretmen olarak gideceğimiz yerlerin kurasını çekeceğiz. Kuraya katılanların 200 kadarı edebiyat grubu öğretmenleri adına bir kişi çıkıyor. İlk çekilişte Hüseyin Başdoğan, Muş/Varto deyince salonda bir alkış kopuyor. Üzülüyorum, kendimi dışarı atıyorum; çünkü kurada çok güzel ve gelişmiş yerler vardı. Biz, dört beş kişi doğuyu çekmiştik.

O yıllarda karayolu taşımacılığı bugünkü gibi yaygın değil. Malatya’dan trenle Muş’a, oradan da karayoluyla Varto’ya gideceğim. O  yıllarda trenler de kömürle çalışıyor. En küçük istasyonlarda bile duruyor. Tünellere girip çıkıyor. İyi anımsamıyorum; ama bu yolda kısa uzun 5-6 tünel olduğunu sanıyorum. Tren tünele girince pencerelerinin kapanması gerekiyor. Yoksa acı duman kompartımanlara doluyor; duman kokusu günlerce üzerinizden gitmiyor. Şöyle ya da böyle, Muş’a maden ocağından çıkmış gibi giriyorsunuz. Bir çöküntü ovasında yer alan Muş’un evleri, Danimarka evleri gibi saç kaplamalı, yüksek çatılı. Çok kar yağdığı için çatıların böyle yapılıyormuş. Muş hakkında bilgi ediniyorum.

Asur kaynaklarına göre Muş yöresi, M.Ö. 13. yüzyılda konfederasyon biçimindeymiş. Urartu, Med, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans, Sasani, Arap yönetiminde kalmış. 1071 Malazgirt Savaşı’yla Selçuklular’ın egemenliğine girmiş. 1514’te Osmanlı topraklarına katılmış. 1924’te il yapılan Muş, Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra 1926’da ilçe olarak Bitlis’e bağlanmış, 1929’da yeniden il olmuş. 

Varto’ya otobüs, minibüs yok; ciple gidiyorum. Varto, o yıllarda 2-3 bin nüfuslu küçük bir belde. Birkaç dükkân, ilk bakışta görülen hükümet konağı, ilkokul, ortaokul, Kızılayca yaptırılan evler. Biz, iki bekâr öğretmen, Kızılay evlerinden birine yerleşiyoruz. Kışın soğuktan korunmak için evin tavanındaki tahta aralarını gazete kâğıtlarıyla kapatıyoruz. Evde banyo yok; banyo için beldenin hamamına gidiyoruz. Hamamda su “geven”le ısıtıldığı için özellikle kışın, sıcaklık -25,-30 dereceye düştüğü zamanlar, ısınmaz; ılık suyla banyo yapmak zorunda kalırdık. Derme çatma bir kebapçı dükkânı vardı. Orada karnımızı doyururduk.

Çoğu kez de Ortaokul Müdürü Hüsnü Özer, evimize, çocuklarıyla yemek gönderirdi.

Boş zamanlarımda, köyden gelip ev tutan çocukların evlerine gider; sorunlarıyla ilgilenirdim. Çoğunun yakacak odunu, yiyecek ekmeği yoktu. Bir öğrencimin evinde, kuru bir parça ekmekle çökelekten başka bir şey bulamadım. Öğrencilerin okula kayıtlarında, yerel bir yurt yaptırdığımız için, bağış alıyorduk. Bir veliden 5 lira (etin kilosu 6 liraydı) istedim; ceplerini karıştırdı, 5 lirayı çıkaramadı.Yarın çocukla göndereyim, dedi. Ertesi gün 5 lirayı oğluyla gönderdi. Okul müdürü, Vartolu olduğu için aileleri yakından tanıyordu. İlgili velinin ekonomik durumunu sordum; iyi olmadığını söyledi. Bu parayı, bir zarfa koyup öğrenciyle geri gönderdim. Varto’dan, yedek subaylığımı yapmak üzere ayrılacağım. Tüm öğrenciler, ortaokulla askerlik şubesi arasındaki yolu doldurmuşlar, beni selamlıyorlar. Okula girdiğimde, okul müdürünün odasının önünü doldurmuşlar; müdüre öğretmenimiz, gitmesin, diyorlar. Vedalaşmak için sınıfları dolaşıyorum. Sınıfın birinde, zayıf, cılız bir öğrenci parmak kaldırarak hakkınızı helâl edin diyor. Bu, 5 lirayı almayıp babasına geri gönderdiğim öğrencimdi. İçim burkuldu, göz yaşlarımı tutamadım. Mesleğimin en çoşkulu, anlamlı yıllarını bu Doğu Anadolu beldesinde yaşadım.

Ortaokul, 1956’da açılmıştı; ama giriş kapısında adı yazılı değildi. Adını yazmak için 150 lira istemişler, okul bu parayı verememiş. Bir kutu yağlıboya, bir sac levha, bir fırçayla bu sorunu çözdük. Kaymakam Emrullah Zeybek’de eliyle giriş kapısına astı. 

1963 genel seçimleri… Alagöz Köyü’ne sandık başkanı olarak görevlendirildim. Köyün ileri gelenlerinden birinin evinde kalıyorum. O yıllarda televizyon yok. Radyoda da Kürtçe şarkılar çalıyor. Sıkılıyorum; Ankara Radyosu’nu açmalarını istiyorum. Konuk olduğum ev sahibi, Ankara Radyosu’nda ne var; ben, kimliğimi söylersem, sen bu evde yatamazsın, diyor. Korkuyorum; ancak töreleri de biliyorum. Ben, sizin konuğunuzum, diyorum. Davranışlarından bu evde güvende olduğumu anlıyorum.

Ev sahibi, Şeyh Sait Ayaklanması’na katıldığını, 300 atıyla Mardin Eşiği’nden Suriye’ye geçtiğini, afla döndüğünü; dönüşte Elazığ Valisi’nin “Bu millet, sizi unutmayacak.” dediğini belirtiyor. Ben, bu millete nasıl bağlanır; kendimi nasıl bu milletten sayarım, diyor. Sonradan öğreniyorum ki bu ailenin üniversite bitiren çocuklarından biri milletvekili olarak TBMM’ne girmiş. Demek ki bu devlet, affediyor; millet de seçip TBMM’ne gönderiyordu. Büyük devlet ve millet olmanın gerekleriydi, bunlar. Savaşlar, ayaklanmalar, kin ve nefret gerilerde kalmalı; bu ülkede yaşayanlar geleceğe güvenle bakabilmeliydi.

1964 Martı, Varto’dan ayrılıyorum. Vartolular, her giden memuru olduğu gibi beni de Varto’nun çıkışında yolcu ediyorlar. Muş’a doğru yol alıyorum; Varto’yu seyrede ede… Güneş Uluçay’ın Vatan Türküsü’nün dizeleri dilimde:

Ovalarda sürü sürü kuzular meleşir.     

Aşık çoban kavalıyla dertleşir.

Köy kızları tatlı tatlı söyleşir.

Her parçanı sevdim senin Türkiyem.

Yüreğimi yaktın geçtin Türkiyem.

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..