Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Mutluluğun peşinden koşmak

Mutluluğun peşinden koşmak
 

Mutluluğun peşinden koşmayan var mı? Kim koşmuyorsa yaşamla bağlarını koparmış, kendini karamsarlığın girdaplarına bırakmış, demektir. Mutluluğu, her gün birkaç kez kullanıyoruz. Böyle cana yakın, çok boyutlu sözcük üzerinde düşünüp yazmak istedim. Konuyu, araştırıp incelediğimde “mutluluğun” ilkçağlardan bu yana üzerinde söz söylenen; yazılan, tartışılan bir konu olduğunu gördüm. Batılı, doğulu düşünürler, bilim adamları, yazarlar, sanatkârlar, şairler… Mutluluğun peşinden koşmuşlar. Bir bakıma tüm çalışmalar, mutluluk amacı taşımaktadır. İnsanlar, ilkçağlardan beri çeşitli öğretilerle, mutluluğa erişmenin yollarını araştırmışlar. Mutluluk, tüm öğretilerde “iyi, huzurlu” yaşama anlamındadır. Gönenmek, halk deyişiyle abat olmaktır mutluluk. Montaigne, (İnsanın sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan bir şey anlamaz. Talih insana bütün nimetleri verse, onları tadabilecek bir ruh gerekir. Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır.”diyor. Çok doğru söylemiş Montaigne,insanın beden ve ruh sağlığı yerinde değilse nasıl mutlu olsun. O halde mutluluğun başat koşulu sağlık. İnsan, sağlıklı olmazsa hiçbir şeyden zevk almaz. Bu kişi, istediği gönence (bolluk, rahatlık ve varlık içinde yaşama) de ulaşsa gene de mutlu olmaz.Bu yönde bir ahlak felsefesi geliştirmiş olan Epikuros, tek amaç olarak mutluluğa ulaşmayı hedeflemesine bağlı olarak, istenç özgürlüğü fikrinin de savunucusu olmuştur. İnsan mutlak ve kaçınılmaz bir zorunluluğun kölesi olamaz, o kendi kaderini belirleyebilir ve felsefenin görevi, insana bunun kanıtlanmasıdır. Elbette insan iradesi birçok içsel ve dışsal koşul tarafından belirlenmektedir; ancak insan bunlara rağmen kendi kararını verebilmekte, hatta içinde bulunduğu koşullar hakkında da kararlar alabilmektedir ve bu anlamda koşullarına mutlak anlamda bağlı değildir. Koşuları, kararların korunması ve mutluluğa ulaşması bakımından önemser. Epikurosçu felsefede asıl önemli olan kavram dostluk kavramıdır. Ona göre bilgeliğe yaraşan insani ilişki biçimi dostluktur.(9 Şubat 2012 Vikipedi)

Descartes, kendi kendine şöyle düşünüyor:”Evet, insanın amacı mutluluğa erişmektir. Mutluluğumuzu sağlamamız içinse aklımızı kullanmamız gerekir.”Descartes devam ediyor ve şöyle diyor: Varlığımızın amacı ne? Mutluluk. Mutluluğu elde etmek için iyi yaşamamız gerek. Şu halde iyi yaşamanın bilgilerini elde etmeliyiz.”(Orhan Hançerlioğlu,Düşünce Tarihi, s.108)

“Ben şuna inanıyorum ki, mutluluğa açılan bir kapı gören insanların pek azı, bile bile mutsuz kalmak ister… Bir noktaya kadar paranın da, mutluğu artırmada çok etkili olduğunu inkâr etmemeliyim; ama o noktadan sonra artıracağını sanmıyorum. Benim iddiam şu ki, başarı mutluluğun sadece bir unsurudur ve eğer bütün öbür unsurların feda edilmesi pahasına elde edilmişse, çok pahalıya mal olmuş demektir… Evet, bir insanın mesleği ne olursa olsun, başarıda bir rekabet unsuru bulunduğu doğrudur; yalnız saygı gösterilen şey de sadece başarı değil; başarıyı sağlayan, şu ya da bu şekildeki kusursuzluk ve mükemmelliktir.”(Bertdrand Russell, Saadet Yolu, s.15–34)

Sait Faik Abasıyanık, yazarak mutlu olmuş.”Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılınca küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm. Yazmasam deli olacaktım.(Son Kuşlar, s.57) Âşık Veysel’i, Şarkışla’nın Sivrialan Köyü’ den çıkararak tüm Türkiye’ye tanıtan, gönül gözüyle görmesine yardımcı olan Ahmet Kutsi Tecer de mutluluğu şiirde tadıyor. Sevgilisinin sesinin peşinden koşarak şöyle diyor:                               

Geceleyin bir ses böler uykumu,                                                                                                    

İçim ürpermeyle dolar:__Nerdesin?

Arıyorum yıllar var ki, ben onu,                                                                                        

Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.                                                             

Yüzyılların ardından seslenen Fuzuli’nin aşk derdiyle başı hoştur:

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip                                                                        

Kılma dermanım helâkim zehri dermanımdadır.

Fuzuli, mutluluğu aşkta bulur. Sevgilisinden ve sevgisi yüzünden çektiği ıstıraplardan o kadar mutludur ki, sevgilisinin bu ıstırabı vermekten vazgeçeceğinden korkuyor

Lale Devri’nin şairi Nedim mutluluğu, devrin simgesi lalelerle bezenmiş Sa’dâbâd’da arıyor:                     

Bir safâ bahş-edelim gel şu dil-i nâşâda                                                                             

Gidelim serv-i revânım yürü Sâ’dâbâd’a

( Gel şu neşesiz gönüle bir safa verelim; selvi boylum.Yürü,Sâdâb’a gidelim.)      

Zevk ve eğlence devrinin adamı olan Nedim eğlenmiş, eğlendirmiş;mutluluğu yakalamış mı,bilmiyoruz. Bu devri sona erdiren Patrona Halil ayaklanması sırasında ölmüştür (1730)

Moğolların,eşkıyanın baskısından ezilen, ıstırap ve yokluk içinde kıvranan, yarınına güvenle bakamayan Anadolu insanı,mistik inançlarda;Yunus’un sazında,sözünde teselli bulmuş. Yunus da, o ilahî aşka, ulaşmak için günlerce, aylarca, yıllarca yürümüş. Şöyle diyor:

Ben yürürüm yana yana, aşk boyadı beni kana,                                                                

Ne âkılim, ne divane, gel gör beni aşk neyledi.

Aşk,Yunus’un aklını başından almış. Deli mi, akıllı mı olduğunun bilincinde değil. Bu öylesine yüce, insanı kendinden geçirecek kadar güçlü bir aşk. Öyle ki Yunus, yıllarca bu aşk uğruna diyar diyar gezmiş; gittiği yerlere sevgi, umut taşımış. Sazıyla, sözüyle Anadolu’nun ufkunu karartan Moğol, eşkıya baskısının izlerini silmeye, umut aşılamaya çalışmış. Onun için Anadolu halkı, Yunus’u sevmiş, bağrına basmış, onu sahiplenmiş. Birçok belde, köy Yunus’un mezarının kendi topraklarında olduğunu kanıtlamaya çalışmış.”Yunus’un mezarını, en eski kaynaklar,Sarıköy’ de gösterirler. Daha birçok yerlerde Yunus’a ait mezarlar varsa da, bunların bir kısmı, Yunus’un makamlarıdır, bir kısmı da diğer Yunus’lara ait mezarlar.(Abdülbaki Gölpınarlı,Yunus Emre, s.8)

İlhan Selçuk,”Mutluluğun Ölçüleri” başlığı altında mutluluğu işlemiş. Somut örneklerle konuya girmiş.”Balkon penceresinde minik bir kedi var. Miyavlayıp duruyor. Besbelli aç ve üşümüş. İçeri alın. Okşayın, ısıtın, süt verin. Az sonra pembe diliyle yalanıp mırıldanmaya başlayacak.

Kaldırım bir ihtiyar kimsesiz. Paçavralara sarmış bedenini. Dileniyor, titriyor, midesi boş, gözleri anlamsız. Sertleşmiş damarları doğaya uymakta zorluk çekiyor, kanı çekilmiş gibi vücudundan.

İhtiyar adamı alın, soba başına götürün, bir kâse sıcak çorba verin, o saat canlanacak gözleri; bir nefes alacak insanca ( İlhan Selçuk,“Mutluluğun Ölçüleri,”Cumhuriyet, 9 Aralık 1973)

Günümüz şairlerinden de mutluluğu arayanlar yok değil.  Ona şiirleriyle ulaşmak isteyenlerden   biri de “Ağlatan Mutlulukşiiriyle Adnan Yücel:

Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne
Dolaşsam
Görsem bütün tanrısal sevgileri
Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam
Ve anlatsam
Anlatsam o ağlatan mutluluğu
Bilmem inanır mı bana mavilikler

Şair; gökyüzünde dolaşmak, bilinçaltında yücelttiği sevgilere kavuşup her insan gibi ölümsüzleşmek istiyor. Bütün çabalar-ölümlü olduğumuzu bildiğimiz halde-ölümsüzleşmek için değil midir? Ölümsüzlüğün peşinden koşan, mutluluktan ağlayan Adnan Yücel, ellisine varmadan aramızdan ayrıldı.

Mutluluğun şiirinin şairi Uğur Demircan da şöyle diyor:

Mutluluğun Şiiri

Bir şiir yaz bana.
Uzun olmalı, saçların gibi.
Kafiye şart değil ama
düzgün olmalı Türkçesi
ve bana seni anlatmalı
derinden derine.

Bir şarkı söyle bana.
Sesinde okyanusların fısıltısı…
Notaların arasında bulmalıyım seni
ve bir ‘gam, içinde,
bin gam eritilmeli

Sevgilisinden uzun şiir isteyen şair, uyaksız kısa bir şiir yazmış. İyi, düzgün Türkçe'nin, hepimiz gibi, özlemini çekiyor. Sevgilisinden bir şarkı duyarsa üzüntüsü kalmayacak, mutlu olacak.

Şeref Coşkun,”mutluğun sırrı”nı bulmuş ki “Mutluluğun Sırrı” şiirini yazmış. Şöyle diyor:

Mutluluğun Sırrı

Mutluluğun sırrını bulmaya çalışana,
Kendiyle çevresiyle durmadan boğuşana,
Mutluluğun sırrını açıklasam burada.
Ararken dere, tepe, Kaf Dağı’nı aşana:

Mutluluk; gülümsemek, selam vermek, gezinmek,
Sevmek bir de sevilmek, kordondan kuma inmek.
Ormanda kuş sesini,rüzgâr uğultusunu,
Uzun uzun dinlemek, sonra kalkıp gerinmek.

Çocukların saçını elin sürüp tararsan,
Babana “Alo”deyip hal hatırın sorarsan,
Annenin sağlığında köşesine uğrayıp
Komşun hastalanınca, sen ziline basarsan,

Eşin, çocuklarınla, çık kırlara neşelen.
Piknik yap, oyun oyna, toprakta da eşelen.
Haziranda, temmuzda, ağustosta, eylülde,
Denize gir, dal, çık, yüz, yorulunca güneşlen.

Ayağını sıcak tut, başın güneşte tutma.
Vara yoğa üzülme, kimseye kin de tutma.
Az yemek ye, az uyu, güzel şeyler için sen,
Vakit bulursun. İnan. Bunu sakın unutma!

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..