Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GAZETECİ YAZAR ASLI MERCAN SARI

http://blog.milliyet.com.tr/aslisari

17 Mart '18

 
Kategori
Güncel
 

Nasıl Naif, Nasıl Güzel Bir İnsan; Adana'da Yaşayan Ünlülerden Konuğum Yeliz Doğramacılar Arman'dı

Nasıl Naif, Nasıl Güzel Bir İnsan; Adana'da Yaşayan Ünlülerden Konuğum Yeliz Doğramacılar Arman'dı
 

Yeliz Doğramacılar Arman


Adana’nın tirajı yüksek bir gazetesinde köşe yazarıyım güzel bir projem var projem Adanalı ünlüler, Adana’da yaşayan ünlüler ve bürokratlarla ilgili bir köşemiz olacak bundan sonra. İlk konuğumuz da ünlü sonucu ve oyuncu Yeliz Doğramacılar Armandı.

Siz Milliyet Blog okuru dostlarımla da bu güzel samimi ve hoş sohbetten biraz bahsedeceğim. Kendisi o kadar iyi yürekli bir insan ki sanki yıllardır tanıyorduk birbirimizi. Sohbet ettikçe onu tanıma hususunda ne kadar geç kaldığımı fark ettim ve başlarız sohbetimize.

Öncelikle davetimize iştirak ettiğiniz için çok teşekkür ederim Yeliz hanım. Siz de aslında benim gibi kendi mesleğini icra ettirmeyenlerdensiniz ben ziraat mezunuyum ancak dokuz senedir yazın yolculuğuna çıktım. Siz de aslında farklı bir bölümden mezunsunuz, değil mi?

Evet Aslı hanım Ben de aslında uluslararası ticaret mezunuyum, benim de mesleğimle alakası yok gerçekten… 

Bize Adanadan, kendinizden, şuan gündemde olan çocuk istismarından açıkçası siz konuşun ben sizi dinlemek istiyorum Yeliz Hanım?

Ben 15 yaşımda bir reklamda oynayarak sektöre adım attım. Ardından bir dizi projesi geldi. Sonrasında dizi, televizyon programı, sinema, tiyatro derken hepsi iç içe geçti. Ama ben niye bilmiyorum, herhalde küçük yaşta hep öğrendiğimiz üzere “Aman bir altın bileziğin olsun, oyunculuğu hobi olarak yaparsın’dan da yola çıkarak biraz, üniversitede farklı bir bölüm okudum. Aslında ailemden de öyle bir baskı da görmedim.

Bizim sektörümüz için hep söylenen, “Bir yere kadar devam edersin, bir yerden sonra biter” sözleri de kafamda yer etmiş olabilir bu konuda… Ben de bir başka meslek okumak istedim. Ama kısmet olmadı… Şans mı diyeyim, yetenek mi diyeyim, başarı mı diyeyim, bilmiyorum. Şu anda kırk yaşıma geliyorum, on ben yaşımdan beri bu mesleğin içindeyim.

Aşık olana kadar hep çalıştım, çalışmayı bildim. Ama eşimle yine sunuculuğunu yaptığım bir programda tanıştık. O pilottu, ben sunucuydum off-shore yarışlarında. Hayatım değişti, eşimle evlendikten sonra Adana’ya geldim, dokuz yıldır da Adana’da yaşıyorum.

Ben reklam filmi ile başladım, dizi ile devam ettim. Alaylı derler ya hani, ben de alaylıydım. Yaşım da küçüktü, okulunu okumak istedim, konservatuara hazırlandım. Burası tam magazine girecek ama beni konservatuardaki bir hocamız almadı. Sebebi de o dünya içinde televizyon dizilerine duyulan önyargıydı. O dönem ATV’de Gurbetçiler dizisinde oynuyordum. Dizide oynadığımı öğrenene kadar böyle bir önyargı da yoktu hocamızdan yana ama ben bütün hünerlerimi sergileyip, bunu da pekiştirmek için gururla “Ben dizide oynuyorum” dediğimde, bakış biraz değişti tabii… O andan sonra beni almadı konservatuara.

Böyle olunca ben de “Yeliz bir altın bileziğin olsun, konservatuar da olmadı, sen yine üniversiteye geri dön, bu işten sana hayır yok” dedim. Ama bu arada insanın kendini geliştirmesi gerekiyor, oynadığım bir genç ekiple bir dizimiz vardı, Kandemir Konduk yazıyor ve yönetiyordu. Bu ekiple bize Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde workshop verdiler oyunculuk üzerine. Sonra ben bilinçlenince baktım televizyon programı yapıyorum, kendimi de geliştirmem gerekiyor diye düşündüm. Bu arada okul hayatım da devam ediyordu.

Arzen ve Can Gürzap’ın Diyalog isimli spikerlik ve sunuculuk kursuna devam ettim uzun süre. Okul, iş ve aldığım eğitimler paralel gidiyordu. Tabii günün sonunda ben hepsini birden yapmaya kalkınca üniversiteden atıldım devamsızlık sebebiyle. O sırada yine Türkiye’nin popüler dizilerinden birinde oynuyordum. Kendime, “Zaten ululslararası ticaret sevdiğim bir bölüm de değil” diyerek kendimi teselli ettim. Tabii sonradan pişmanlık duydum, o dönem gençlikte anlamıyorsunuz ama…

Yeditepe Üniversitesi’nden atıldıktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde İleri Oyunculuk Teknikleri bölümünde oyunculuk eğitimi aldım. Bu arada tiyatro hayatımda zaten vardı, Uygur Tiyatrosu’nda rahmetli Nejat Uygur’un ekibindeydim. Çok sevdiğim, kalemini de çok beğendiğim sevgili Uğur Uludağ’ın tiyatrosunda görev aldım. Radyo programcılığı yaptım.

Ben hep çalıştım yani. Çalışmaktan başka bir şey bilmedim açıkçası. Rol aldığım yaklaşık 28 dizi var. Otundan da fazla televizyon programı sundum. İki farklı tiyatroda rol aldım. Radyoculuk yaptım.

Aslen İstanbullu’sunuz Yeliz Hanım. Çok güzel bir evliliğiniz var. Evleneli dokuz yıl olmuş. Adana’ya uyum sağlama konusunda sıkıntı çektiniz mi?

Tabii ki çektim Aslı hanım evlenmeden önce çok aktif ve yoğun çalışıyordum. Eğer doktor olsaydım, mesleğimi burada devam ettirebilirdim, Adana’da, Diyarbakır’da, İzmir’de herhangi bir yerde de doktorluk yapabilirdim. Ama benim mesleğimin kalbi İstanbul’da atıyor.

Evlenmeden önce eşime de özellikle söyledim; “Benim işim Adana’ya geldikten sonra eskisi kadar çok olmayacak” diye, aslında bunu eşime söylerken kendimi de ikna etmeye çalışıyordum. Buraya geldiğimde aslında TRT’de bir programda yine çalışıyordum. Ama hamile kaldıktan sonra o işim de bitti. Hatırlıyorum, Show TV’yi açıp, “Bir sene önce toplantılarına katılıyordum, şimdi reklamlarını izliyorum” diye ağlamışlığım var hamileliğin de verdiği bir duygusallıkla.

Ama çok alıştım. Adana’nın insanı o kadar sıcak ve sizi o kadar sarıp-sarmalıyor ki alışmamanın imkânı yok. “Bağrına bastı” derler ya, ben onu yaşadım Adana’da. Ben herkesi de olduğu gibi kabul etmeyi de çok seviyorum. Örneğin; İstanbul’un göbeğinde şalvarlı bir amcanın yürümesi bana samimi gelmiyor. “Neden?” derseniz; çünkü İstanbul’da artık tarla kalmadı. Ama Adana’da sokakta şalvarlı bir amca görünce, gidip elini öpmek istiyorum. Çünkü o, gerçekten tarladan geliyor. Bu bana samimi geliyor.

İnsanlar sizin evlendikten sonra uzaklaştığınızı düşünüyorlar, oysa siz mesleğinize devam ediyorsunuz? İnsanların sizin mesleği bıraktığınızı düşünmeleriyle ilgili neler hissediyorsunuz Yeliz hanım? Mesela şu an Show TV’de bir programınız var, aslında çalışmaya devam ederek bu tezlerini de çürütüyorsunuz.

Bu soruyu sorduğunuz için çok mutlu oldum Aslı hanım. Şöyle; mesela İstanbul’daki iş hayatımdan arkadaşlarım, “Evlendin, Adana’ya gittin, sen artık çalışmayacaksın” düşüncesiyle sınıflandırdılar. Adana’daki insanlar da şunu anlayamadılar; Adana’da mıyım? İstanbul’da mıyım? Gidiyor-geliyor muyum? Gerçekten burada yaşıyor muyum? Bazen beni görenler, “Adana’ya hoş geldiniz” diyorlar. “Ben zaten burada yaşıyorum” deyince şaşırıyorlar. Adana’da iş yaptığım insanlar, burada yaşayan insanlar yeni yeni benim de Adana’da yaşadığımın farkına varıyorlar. “Ben Adana’da yaşıyorum” deyince, acıyarak -nedense- “Hayırlısı olsun ya, olsun” diyenler bile oluyor.

Ama insanlarda sizin mesleğinize karşı her zaman sıcak tutmanız gerektiği kanısı var Yeliz hanım. Sonuçta devlet memurluğu değil… Sürekli insanlara hitap ediyorsunuz. Belki de gündemde olmanızı, sıcak tutmanızı istiyorlardır.

Aynen öyle Aslı hanım… Mesela, sürekli magazinde olan birileri var, hep çalışıyormuş gibi görünüyorlar ama aslında hiçbir şey yapmıyorlar. Ben ise hiç magazinde olmuyorum. Sevmediğimden değil, magazin gazetecisi arkadaşlara da büyük saygı duyuyorum, gece-gündüz çalışıyorlar onlar da ama ben tercih etmiyorum. Aslında ben birkaç iş yaptım Adana’ya geldiğimden beri. Hatta her sene hemen hemen bir iş yaptım ama çocuklarımı kendim büyütmek istedim. O dönem durdum. Bunun da sebebi şu; ben her zaman evlenmek isteyen, çocuk sahibi olmak isteyen biriydim. Hep şunu düşündüm; bana beş yıl sonra bir diziden başrol teklifi gelebilir, ben de oynayabilirim. Örnek vereyim; Nebahat Çehre… Yıllar boyunca yoktu, yirmi sene sonra çıktı ve şu anda taçlandırılmış bir kariyer yaşıyor. Allah bana da nasip etsin inşallah. Ama ben o dönem çocuklarımı büyütmek istedim. Çünkü bir daha benim çocuklarım bir yaşına gelmeyecek, bir daha diş çıkarmayacaklar, bir daha ilk adımları olmayacak… Ama benim kariyerim bir gün çıkışa geçebilir, geçmeyebilir de canım sağ olsun. Çünkü ben zaten on beş yaşımdan beri çok çalıştım. Ben kariyerimi bitirerek, inişe geçerek sonlandırmış da değilim. Bana göre çok dozunda bir yerde evlenip, çocuk sahibi olmayı tercih ettim. Düşüşteyken değil, tam zirvedeyken de değil, tam ortadaydım.

Yeliz hanım annelik vasfınıza, annelik duygularınıza dayanarak, son zamanlarda artan ve gündemde olan çocuk istismarlarıyla alakalı neler söylemek istersiniz?

Aslı hanım gerçekten o kadar masum, o kadar saf olan çocuklara karşı böyle pis düşünceleri nasıl olabilir insanların, gerçekten aklım almıyor… Ciğerim yanıyor. Küçük bir kızken benim de başıma gelebilirdi, şimdi küçük çocuklarım var, onların da başına gelebilir. Bu durumlara karşı çocuklarımızı eğitmemiz gerekiyor. Çocuklarımızı eğitirken anne-babaların da artık seslerini çıkarmaları gerekiyor. Yaşanan olayların aile içinde üzerinin kapatılmaması lazım. Sonrasını düşün, bu olay yaşanmışsa söyle, “Çocuğumun adı çıkar” diye düşünme. Sen söylemiyorsun ama o çocuğun psikolojisi ne olacak? Neler yaşayacak? Bu travmaların sonucunda, tacize uğrayanlar da yetişkinliklerinde sağlıklı psikolojide olmuyor. Belki o da başka bir çocuğu taciz edecek o psikolojiyle…

Bu olaylar neden çoğaldı? Üstünü kapattığımız, sustuğumuz için. Zamanında susmasaydık, zamanında sesimizi çıkartsaydık bunlar olmayacaktı. Hep şunu diyorum; eskiden mahallenin delisi bir taneydi, bilirdin ve yanına yaklaşmazdın. Şimdi kimin, ne olduğunu aynı sokakta, aynı apartmanda otururken bile bilmiyoruz… Şimdi sosyal medyadan ses çıkarıyoruz, dur, yapma, etme diye. Ama gerçekte ne yapıyoruz? Ben açıkçası hümanist düşüncelerimden biraz uzaklaşarak bu insanlar için idam isteyebiliyorum. Bizi insanlığımızdan uzaklaştırıyorlar ama maalesef durum bu. Eğer idam olmayacaksa da bu tür suçluların hepsinin aynı cezaevinde tutulması taraftarıyım. Zararı birbirlerine versinler istiyorum. Başka bir çocuğa o gözle bakabilen birinin aramızda dolaşmasını, bizim de çocuklarımıza ulaşabilmesini istemiyorum. Bizim vergilerimizle de beslenmesinler cezaevinde, uygun olan işlerde çalıştırılarak kendi yemek paralarını kendileri kazansınlar. Devletin memuru da hizmet etmesin bu insanlara. O cezaevinde kendi temizliklerinden, işlerinden, yemeklerinden kendileri sorumlu olsunlar. Çünkü ben bu insanların rehabilite edilebileceklerine de inanmıyorum. Şimdi, kimyasal hadım deniyor… O insansın beynini, düşüncelerini hadım edemedikten sonra, fiziksel olarak yetersiz kılınmalarını bir şey değiştirmeyecek. Başka yollardan, şiddetin de dozunu artırarak eylemlerine devam edecekler…

Peki Yeliz hanım Adanalı Nevzat Arman’la mutlu bir evliliğiniz var. Sizi İstanbul’dan Adana’ya getiren aşkı biraz anlatabilir misiniz?

Yeliz Doğramacılar Arman: Dediğim gibi; off-shore yarışmalarının sunuculuğunu üstlenmiştim. Nevzat da yarışan pilotlardan biriydi. Yarışın İstanbul ayağında teknesini indiremedi teknik bir arıza nedeniyle. İlk dikkatimi çektiği yer de orasıydı.

Teknesini indirememenin verdiği üzüntüyle küçük bir çocuk gibi masum masum bir kenarda durduğunu görmüştüm. Daha sonra bir iletişimimiz olmadı. Sonrasında yarışmanın Adana ayağı için buraya geldik. Nevzat, Adanalı olduğu için organizasyondaki birçok konuda yapıma yardımcı oluyordu. “Nerede yemek yiyebiliriz?” diyoruz, “Nevzat’a sorun”, “Nerede ne yapılır?” diyoruz, “Nevzat bilir” diyorlar. Bir gün kuaföre ihtiyacım oldu, yapımcımız da Nevzat’ın numarasını vererek yine ona sormamı rica etti. İlk telefonla görüşmemiz de odur. Nevzat hemen ablasını (Ayşe Arman’ı) arayarak Adana’daki en iyi kuaförleri sormuş benim için… Yarışma bittikten sonra ben İstanbul’a döndüm. Sonra ufak tefek mesajlaşmalarla iletişimimiz devam etti. Telefonda daha sık konuşmaya başladık derken aşık olduk birbirimize. Çok mutluyum Allah bozmasın. İyi ki evlenmişim, iyi ki çocuklarım var, iyi ki Adana’dayım diyorum.

Adana’yı da çok seviyorum ve bu şehir için bir şeyler yapmaya çabalıyorum. Adana’nın sesi olmaya çalışıyorum. Dışarıda Adana’yı iyi temsil etmeye çalışıyorum. Çünkü Adana biraz yanlış tanınıyor… Mesela; İstanbul’da televizyon programa gittiğimde makyajım yapılırken, “Eşim çiftçi” dediğimde çok şaşırıyorlar. Çünkü çiftçiliği de yanlış biliyorlar. Eşim üniversite mezunu, yurt dışında eğitim görmüş biri. Onlara göre böyle biri çiftçi olamaz. Ben de kendi çapımda Adana’yı çok sevdiğim için bu önyargıların kırılması için çalışıp, Adana’yı iyi temsil etmeye çalışıyorum. Bazen bir fotoğraf paylaşıyorum, “Burası Adana mı diye şaşıranlar oluyor”, evet, burası Adana ve Adana çok güzel bir şehir…

 Sizlere Yeliz hanım’ın bir o kadar güzel bir yönünden de bahsetmek istiyorum.  Daha önce de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde '3 Kadın 3 Portre - Ben Seni Anlıyorum, Sen de Beni Anla' adlı proje ile ihtiyacı olan 7 kadına destek oldular, ayrıca köy okulları için başlattıkları çalışmaların meyvesini alarak köy okullarına kitap okuma odaları oluşturdular. Son olarak engelleri aşmak için kitabını al gel projesiyle harika bir sosyal sorumluluk projesine imza attılar. 7ART 2 Sıkça duyduğumuz bir isim organize eden ekipte 7’si kadın 9 kişi bulunuyor. Ekibin tamamı işadamından işkadınına, sahne ve fotoğraf sanatçısından bale öğretmenine farklı meslek gruplarından insanlar bir araya gelerek ve sosyal sorumluluk projelerini sanatla birleştirerek gerçekleştirmeye çalışıyorlar. 7art2 Özgür Çerçi, Orçun Utlu, Yeliz Doğramacılar Arman, Didem Bekiroğlu, Betül Haydın, Hatice Çelik, Gamze Bağırsakçı, Sezin Eser ve Muteber Özden’den oluşuyor. Ve bu ekibin Adana da şahane işlere attığı imzalar hiç de görmezden gelinmeyecek kadar kıymetli.

 

 
Toplam blog
: 94
: 280
Kayıt tarihi
: 20.11.17
 
 

Bundan yaklaşık on yıl önce kaleme, kağıda, satırlara  gürültüsüz bir şekilde haykırmaya başladım..