- Kategori
- Gündelik Yaşam
Nasıl büyüdük...
Küçük şeyler…
Bazen o kadar “büyük şeyler” olurdu ki bize göre, sevinirdik…
Çabuk büyümedik aslında “çocuk büyüdük”
Farkında olmadan…
***
Kalabalık ailede “yalnız” büyümek de zordur, kimse farkınıza varmaz…
Ne ağladığınız fark edilir ne de güldüğünüz…
Sonradan fark ettiğiniz anılar, kumbaranızda kalan şeyler, kimi zaman duygulandıran
Kimi zaman yaralayıp geçen…
***
Marka ürünler, henüz on üç yaşında “sevgili”
Bir elinde “sigara” diğer elinde “bira” kutusu ve kucak kucağa…
Ama “bunalımdalar…”
***
Bizim nesil ne yaşadı, ne öğretti bunları; vahşi kapitalizmin “ahlaksız” kolları,
Elimizden bir şey gelmiyor
Öğretiler, öğütler kurşun yarası gibi geliyor onlara…
***
Sadece hep birlikte “ibretle” seyrediyoruz ama kimi analar babalar gururla…
***
Oysa hatırlıyorum da; küçücük şeylerle mutlu olmayı öğrettiler bize,
Ne her gördüğümüzü isterdik, ne de her istediğimiz olurdu. Bunalım nedir bilmezdik ki bunalımlara girelim…
Akşam yatar, sabah kalkınca unuturduk…
***
Moda diye bir derdimiz de yoktu,
Bir giydiğini bir daha giymemek, önüne konan yemeği beğenmemek ne haddimize…
Bunları sorgulayacak kadar “zengin” değildik çünkü…
***
Anne babalarımız “zengin” olmadıkları halde “zengin” gibi de hiç davranmadılar
Zengin olan komşularımız vardı,
Zenginle yoksul arasında bir fark olduğunu hiç fark ettirmediler…
***
Ablanın kıyafetlerinin kız kardeşe, ağabeylerin kıyafetlerinin” miras gibi” erkek kardeşe kaldığı günlerdi o günler…
Büyüklerimizin lastik ayakkabılarını, çizmelerini, eteklerini bluzlarını “ödünç” alıp giymek müthiş zevkli olurdu ki hepimiz mutluyduk…
***
87 yaşındaki “kayınvalideme” bunları anlattığımda daha sözüm bitmeden “ah ne günlerdi onlar” deyip, sökülenleri yırtılanları asla atmazdık,
Sökükleri diker yıprananları hatta yırtıklara “yama” yapardık, diye yapıştırıverdi…
***
Ben de hatırlıyorum annem “usta bir terzi” gibiydi, yoktan var ederdi adeta,
Rahmetli babam da bizlere “yenilerini” alamadığı için üzülürdü,
Yüzümüze güler saçlarımızı okşardı ama gülüşleri bakışları “buruklaşırdı…”
***
Düşünüyorum da bunlara rağmen” modayı” takip ederdik biz…
***
Kendi modamızı yaratmıştık ilk buluğ çağlarımızda;
Eminim hemen hatırlayacaklardır yaşıtlarım can dostlarım, ucu yırtık “siyah” çoraplardan “eldiven”
Kalın iplerden “kemer” yapardık…
***
Babalarımız “Zenaat öğrensin” diyen dedelerimizi kırmamak için “çırak” olarak koyarlardı bizi
Ya kaynakçıya ya elektrikçilere…
Kumbaramdaki hiç çıkmayan anılarım “yaşanamamış çocukluklar…”
***
İşte bu yüzden de herkes daha çok biliriz “emeğin” ne olduğunu
Ekmeğini kazanmanın ne kadar zor ama bir o kadar da “muhteşem” olduğunu…
Ekmeğimizi kaybetmemek için;
“sevdiklerimizi” de kaybetmemeyi öğrendiğimiz zamanlardı o günler…
***
Her şeyi öğrendik; iyiyi kötüyü açlığı sefaleti,
Varlığı malı mülkü parayı, dünyayı doğayı hayvanları ve “insanları…”
Amma velakin;
Kini, nefreti küslüğü ve “öç” almayı, ihaneti, hainliği, her şeyden öncesi de “dostlara” vefasızlığı öğrenemedik…
***
Ne yalnızlık ne “yaşlılık” ne hastalıklar; dost bildiklerimizde büyük bir hızla artan,
Öğrenemediklerimiz bizleri “üzüyor” şimdi…
***
Rahmetli “babamdan” bir cümleyle veda edelim bu güzel Cumartesi gününde…
“ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir…”
İyi tatiller…
Erdoğan ÖZGENÇ
Adana 04.07.2015 12.00