Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '16

 
Kategori
Kitap
 

Nat’in Aşk maceraları üstüne

Nat’in Aşk maceraları üstüne
 

Kitap kapağı


1977 doğumlu, Brown’da lisans, Columbia’da yüksek lisans okumuş (yani Ivy League’li) Adelle Waldman, 2013 yılında The Love Affairs of Nathaniel P.’yi ABD’de yayımlamış. Kitap oralarda çok başarılı olmuş, ben 2016 Türkçe çevirisini (YKY’den çıkan Nathaniel P.’nin Aşk Maceraları, çeviren Şahika Tokel) şu son iki haftada bitirdim.

Yazar, üç aşağı beş yukarı kendi yaş grubunun, hattâ daha da sınırlı tutarak kendi meslektaşlarının – yaşamını yazı yazarak kazananlar -- 2010’larda NYC’deki durumlarıyla yarattığı bir ortamda, sıradan bir ilişkiyi çözümlüyor. Bir iki ilişkiye değinse de temelde başkahraman Nat’in beş aylık bir ilişkisini okuyoruz. Neden sıradan dedim? Çünkü TV dizilerimizde görmeyi, romanlarımızda okumayı istediğimiz türden sancılı bir başlangıcı, çarpıcılığı, ulaşılmazlığı olan bir ilişki değil bu. Bir arkadaş toplantısında tanışılan, dolaylı yollardan kadının ilgisini belli etmesiyle ilk buluşmaları gerçekleşen, sonra cinselliğin devreye girdiği, sevgilinin arkadaşlar tarafından tanınmaya ve değerlendirmeye alındığı, ilginin azaldığı, sürtüşmeler çıktıkça Nat’in suçluluk duygusu ile durumu düzeltmeye çalıştığı beş aylık bir birliktelik. Bu anlamda bir Bilge Ceylan bakış açısıyla yazılmış bir yapıt diyebiliriz, çünkü sıradışı yaşantılar görmüyoruz. Sevdiğimiz, değer verdiğimiz birine aynı zamanda nasıl kıl duygular besleyebildiğimizi bize anımsattığı için gerçekçi bulabiliyoruz. Sevgililerin kavuşuncaya dek göğüs gerdikleri maceraları, kavuştuktan sonra da dışarının zulmüne direnmelerini tüketmeye koşullanmışlar için, bu roman, sakince, bizim gibi yüksek yaşam koşullarını haiz kişilerin birleştikten sonra yaşayacaklarını da anlattığı için takdir ettim yazarı. Gerçi kimi yerlerde sıkıldım, çok söz kalabalığı geldiği gibi de oldu. Engellere direnen sevgiyi anlatan çok sayıda yapıt yazılabilecekken, bu türden yapıtların yazımının sınırlı kalacağını, çünkü kadın-erkek ilişkilerinin gazete, dergi ve TV’lerde zaten yeterince geyiğinin yapıldığını da düşündüm.

Bir nokta özellikle dikkâtimi çekti. Nat ve birçok erkekte (bende de) ve hattâ kadında olduğunu savlayacağım kadın düşmanlığı; ya da kadına tepeden bakma durumu. Nat’in kendisinde olup olmadığından kuşkulandığı kadın düşmanlığı ile kadına yeterince saygı duymamasını kastettiğini düşünüyorum. Erkek egemen dünyada, erkeklerin kendilerini kadın eşlerinden ve arkadaşlarından daha üstün görmeye eğilim göstermeleri çok kolay ve buna kapılmamamak için (tıpkı Yahudi, eşcinsel gibilere de olumsuz bakmaya kolayca savrulmaya karşı da gereken) özel bir kaygı göstermeleri gerekiyor. Kadınlar, erkeklerin üstlenmediği birçok ıvızı zıvırla, yemekti, temizlikti, çocuk bakımıydı, uğraşmak durumunda kalınca, yaşama ya da genel bilgiye dair konularda daha rahat hata yapabiliyorlar, iddialaşıyor ve sonra da kaybedebiliyorlar. Meslekî konularda geri kalıyorlar. Yemek yapma becerisi; silâh kullanma, hızlı araba kullanma, futbol gibi neden önemli olması gerektiği belirsiz ama erkek dünyasının çocuksu yönünün paye biçmekte ısrarlı olduğu konular gibi prim yapmadığı sürece de böyle olacak. Kadın dergileri de bu roman da kadın-erkek ilişkisi çözümlemelerinde delikanlı erkeklerin bakış açısına daha yakın düşünceleri savunmuş gibime geldi. Nat’in beş aylık ilişki yaşadığı Hannah, aydın kimliğine karşın, ilişkiyi kurtarmak için ödün veren taraf olarak hareket ediyor, Nat’i zaman zaman bezdiriyor. Kocalarına sapına dek âşık kadın, bundan şımaran, bazen bezen delikanlı erkeklerin kadın çözümlemelerinin daha incelmiş bir öyküsü gibi. Aslında kadınların da amansız bir gücü olabileceğini biliyorum. Yani yalnızca erkeğin annesi üzerinden soyluluğuna ve özverisine inandığı kadına yönelik saygısını sömürerek veya cinsellikle değil, başka şekillerde de kadının fendi erkeği yenebiliyor. Buna dair romanda çok az bahis var. Bir tanesi şefkât. Özellikle uzun süreli ilişkilerde, gençken istemeseler de kadınlar şefkâtle erkeklerinin moralini düzeltme becerileriyle koz sahibi oluyor. Ama en doğrusu bunu Camilla Parker Bowles’a veya Seren  Serengil, Ebru Gündeş’e filan anlattırmalı.

Roman, aydın tartışmalarından hoş (meritokasinin olası yararları, insan sömürüsünden nasıl rahatsız olmadan yaşayabildiğimiz gibi) parçalar veriyor. NYC’de yaşamını gazete ve dergilere yazı satarak geçinmeye çalışan iyi eğitimli ne çok kişinin olduğunu görüyoruz. Her ne kadar yayıncılık dünyasına yönelik toplumsal çözümlemeye fazla girişmiyorsa da. Ya da kısa Harvard gözlemleri, Türkiye’nin mutenâ okullarının öğrencilerinde de böyle baskın bir öğrenci ve aile, çevre, köken temelli ekin olup olmadığı sorularını aklıma getirdi. NYC’ye ben de bu romanın kahramanlarının yaşlarında ama onlardan bir on yıl önce biraz uğramıştım. Onlar gibi içerden birisi olamazdım, her ne kadar kent böyle bir yanılgı yaşamanıza olanak tanıyan bir (antikitedeki yapısıyla) Roma olsa da. İçernin parçası olun ya da olmayın, 40’ından olabildiğince erken bir yaşta böyle bir kente (Londra, Paris de olabilir) tanık olmanın yararlı olabileceğini düşündüm. Ne kadar gençsek o dünyaya eklemlenebileceğin düşü o kadar gerçeğe yakın geleceği için. Çocukluğumda ABD’ye karşı olimpiyatlarda Sovyetleri tutmuş olsam da ABD’nin (ne de olsa kıta devlet) yayıncılıktı, tıptı, hukuktu, bankacılıktı, spordu, hizmet endüstrisiydi, çok sayıda boyutta ne kadar varsıl olduğunu tekrar düşündüm, Amerikan severliğim aklıma geldi. Biz burada, romanımızı yazar teslim ederiz; basılırsa şanslısın, yoksa gider kendi paranla bastırırsın. Wadman, romanın sonunda iki sayfalık bir sağolun yazısı düzmüş, ne çok dostunun ve yayıncının bu romanın basımından önce yaratı sürecine girdiğini – tıpkı romanda basımdan önce yalnızca roman önerilerine verilen yüzbinlerce dolarlık  avanslarda olduğu gibi—gösterir şekilde.

Ülkemizde de çok satar mı bu kitap? Kadın erkek geyiği okumaya meraklı olsak da kitabın yandan yandan biraz aydın işi olması bu olasılığı azaltıyor. Bir de tokattı, kazaydı, intihardı, manyak eski sevgiliydi gibi şeyler olmaması Türk okuyucusuna fazlasıyla kuru gelebilir. Biraz Türk okuyucusuna tepeden mi bakıyorum? Ama kimbilir belki tutar. Asıl İstanbul’da Nat’in çevresine denk gelen çevrede şimdilerde ne oluyor? Buna benzer romanı daha önce kim yazdı burada? Selim İleri mi? Vedat Türkali mi? Adalet Ağaoğlu mu?  

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..