Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '14

 
Kategori
Anılar
 

O bir Kemal Sunal'dı

O bir Kemal Sunal'dı
 


Kemal Sunal' ın bir film çekmek için Sapanca' ya geleceği söylentilerinin gaipten gelen bir sesmiş gibi kulağımıza çalınması bile muazzam bir durumdu o zamanlar. Filmin sınıfımızda çekilecek olduğunu duymak ben dahil tüm arkadaşlarımda müthiş bir sevince yol açmış, ben hariç hepsinde kayıtsız ve sukunetli bir bekleyişe dönüşmüştü. Bu söylentinin doğruluğu hakkında bilgi alabileceğim kim varsa kapısını aşındıryor, ümitvar birşeyler duyabilmek için çocukça bir merakla köşe kapmaca oynuyordum. 1989 yılının tek kanallı Türkiye' si ve sinema olmayan Sapanca' sında çocukluğumuzun kahramanalarından birini canlı kanlı bir şeklide görebilecek olmak hakikaten azımsanacak bir durum değildi kesinlikle. Zaman olarak kısa belki ama bizdeki algısı olarak oldukça uzun bir süre sonra bu söylentilerin gerçek olduğuna tanıklık ederken, filmin Alaçam ilkokulu' nda çekilecek olduğu haberi gündemimize bomba gibi düşüvermişti. Günlerdir belirsizlikler içinde kulaktan kulağa çalınan söylentilerin gerçeklik ilanı onca zaman almış, fakat filme ev sahipliği yapacak olan sınıfın bizim 5-A sınıfımız olacağı haberini okul müdürümüz Oğuz Çakmakçı tarafından öyle bir çılpıda söylenince ne yapacağımızı bilemez olmuştuk haliyle. Nasıl tepki vereceğimizi bilemediğimiz bir durumla karşı karşıyadık ve gözlerimizde parıldayan çocukça sevinç geçici bir mecalsizliğe evrilmişti. Baharın Sapanca' ya yüzyıllardır getirdiği rutin coşkunun bizdeki tezahürü 1989' un baharında gün boyu süren bir iç kıpırtısı katına yükseliyordu. Hababam Sınıfı' nın, Çöpçüler Kralı' nın, Tosun Paşa' nın, Şark Bülbülü' nün, Kibar Feyzo' nun, Köyden İndim Şehire' nin, Davaro' nun saf, temiz, samimi ve gerçek adamı elimizi uzatsak dokunacağımız yakınlıkta olacaktı. Öyle böyle derken bir sabah okulun bahçesinde gördüğümüz kamyonetlerden ne düğü belirli belki ama bizim ne olduklarını bilmediğimiz bir dünya kablo, ışık, direk vesaire şey indirilip taşınırken bildiği birşey olanların rahatlığında biri, malzemeleri taşıyan ekibe talimatlar veriyor, o gür sesiyle bir hata yapsalar tepelerine binecek bir kartal gibi bekliyordu. Onun gerçek bir Kartal Tibet olduğunu sonradan öğrencektik. Oğlu Kanat da bir süre sonra bizim Kanat abimiz olacağından habersiz işi babasının yanında öğrenen berber çırağının tedirginliğinde pür dikkat izliyordu yapılan işleri. Belli ki baba oğluna öyle bir terbiye vermişti ki halinde patronun oğlu avareliğinden eser yoktu. Kurulmakta olan film setinin baba oğul ilişkilerinin servis edildiği bir sahne olmadığı özenli bir şeklide ortadaydı.
Ummaalı bir çalışmaya muammalı gözlerle bakarken okulumuza doğru şuanki adı Eğitim sokaktan doğru gelen beyaz Mercedes' i görünce dikkatimiz oraya doğru kabartıverdik. Mercedes durunca içinden Kemal Sunal' ın inecek olduğuna inanamıyor, inanasım gelmiyordu. Çünkü İnek Şaban bizden biriydi. Fakir ama mutlu olmanın insan şeklindeki halini o arabadan inerken görmek, bir tür hayal kırıklığı mı yoksa gerçekle sanrı arasındaki '' Kale Benim " oyunundan çıplak gerçeğin galip çıkmasına tanıklık mı etmekti, o an için bilmemekle beraber karşımızda duran bildiğin Kemal Sunal' dı işte.
Arabadan inip ekiple hal hatır ettikten sonra o da yapılacak olan o günki işlerden kendi payına düşen ne vardıysa onunla iştigale koyuldu. Bu arada güya bizler de sınıflarımzda derse devam ediyorduk. Beşinci sınıfta olmamızın önemini üçüncü sınıftan itibaren hissettirmeye başlayan öğretmenimiz Selma Çakmakçı Hanım bu gündemden pek hoşnut değildi. Çünkü onun senaryosunu yazdığı filmin konusu da teması da mesajı da bizlerdik. Beş yıl boyunca sınıfımızı dışardaki dünyanın minimize edilmiş bir labratuarına dönüştürmüşken yıl sonunda girecek olduğumuz sınavlara bizi daha iyi hazırlamak için yaptığı özel ders programları mevcut gündem dolayısı ile sekteye uğruyor olduğundan öğretmenimizin yüzünden düşen bin parçaydı. Dediğim gibi onun için öncelikli olan başrolünde bizlerin olduğu hayatı anlatan filmin ilk ve belkide en önemli bölümlerinin hazırlık süreciydi. Aklımızın bir karış yukarıya yükselmiş olduğu o günlerde, yazın gireceğimizin sınavların hazırlık sürecinde yarıştan kopacağımız endişesi Selma Öğretmenimizin canını içten içe sıka dursun, bir yandan da filmdeki sınıf ortamını oluşturacak olan öğrenciler bizzat Kartal Tibet tarafından seçilmesine başlanmıştı. Hani gözümüzün çok aşina olduğu ve çoğumuzun adının ne olduğunu bilmediğimiz bir yönetmen hareketi vardır ya. İki elin baş parmakları birleştirilir ve yukarı doğru kaldırılır. Meydana gelen üst kenarından yoksun dikdörtgen kimbilir kaç tane yıldız kazandırmıştır Türk Sinema Tarihi'nin altın çağı Yeşilçam' a.
Kartal Tibet kocaman ellerinin oluşturduğu bu eksik etek dikdörgene, sıramız gelince onun verdiği talimatlara uygun olarak bakışlar atmamızı istedi bizden. " Sert bak oğlum böyle kızmış gibi '' dediğinde, sertlikle yüzümüzle ne kadar örtüşürse o kadar bakabilmiş, '' şimdi de bir kahkaha at " dediğinde komik duruma düşmek endişesine kapılmış, " şimdi de kork bakalım " dediğinde de karşısında hiç zorlanmamıştık. Eminim yönetmenlik kariyerinde çalıştığı acemi tüm oyuncularının en rahat sahneledikleri sahneler korku dolu sahnelerdir. İşindeki ciddiyeti hat safhada olan bu sinir küpü adamın Tarkan filminin esas oğlanı olmasının arkasında yatan şeyin ne olduğunu o gün anlamıştım herhalde. Öğretmen filminin bir bölümü şuan Sapanca Öğretmen Evi' nin bulunduğu yerde olan Spor ve tiyatro salonunda çekilmişti. Filmde yer alacak olan bir sahnede halk tarafından doldurulmuş bir tiyatro salonuna ihtiyaç vardı ve bu ihtiyaç Sapanca' mızın insanları tarafından karşılanacaktı. Kısa sürede dolup taşan salonda hernekadar pasivize bir varlığı temsil etseler de bir bütünün önemli bir parçası olmak duygusu ile ordaki yerlerini aldılar. Tabi ilk defa karşılaşılan böyle bir ortamı anlamak için insanlar birbiri ile konuşuyor haliyle ortam kalabalık olduğundan rahatsız edici bir uhultu peydah oluyordu. Bundan dolayı tekrar çekilmek zorundan kalınan sahneler Kartal Tibet ' i iyice sinirlendirmiş olmalı ki birden patlayıverdi. '' Sessizzz oluunnnn " diye öyle bir bağırdı ki, gecikmiş bir idamı izlemek için meydanı dolduran homurtulu kalabalıkların gürültüsünün infazla beraber kesilmesi gibi bir çılpıda buz kesiverdi ortalık. O an itibariyle çıt çıksa Kartal Tibet çekirdek gibi çitleyecekti sesin sahibini. Öyle bir irkilmiştim ki tamam dedim şimdi Kurt da bir yerlerden atılır, Tarkan filmindeki bezden ahtapotun öldürülmesi sahnesi gibi yavaş yavaş soluğumuz kesilir. Neyse ki böyle bir şey olmadı ve bir kaç tekrardan sonra çekim tamamlandı. Neticede Kartal Tibet' in çakma kahraman bir Polat Alemdar olmadığını anlamış olduk. Gerçekten esaslı bir adammış,gürültülü bir şekilde tecrübe ettik.
Filmin çekimleri sırasında Kemal Sunal ile ilgili içine düştüğün hayret verici ikinci olay da ( Mercedes olayından sonra ), o ana kadar milyonları yüzündeki küçük bir mimik değişikliği ile kahkahalara boğan o adamdaki su katılmamış ciddiyette şahit olmaktı. Doğuştan sahip olunan böylesi mizahi bir yeteneğin bu kadar ciddi bir mizaçtaki varlığı, o yeteneği zirveye mi çıkarıyordu yoksa bu manzaradan habersizler için tanık oldukları bu hayret verici görüntü onların kara mizahına mı dönüşüyordu o an için bunu ayırt edememiştim. Sözünü ettiğim bu su katılmamış ciddiyet ile nihayetsiz bir komikliğin birbiri içine gizlenmiş hallerini çekimler boyunca şaşkınlık içinde takip etmiştim.
Ben de o bir ayağı aksak dikdörtgen sınavından geçenlerden biri olarak Öğretmen filminin sınıf ortamını oluşturacak etkisiz eleman öğrencilerden biri olmaya hak kazandım. Filmde her ne kadar sadece bir kaç saniye gözüksem de bundan hiç yüksünmedim. Bilhakis tüm tahsil hayatım boyunca '' Ben öğretmen fiminde oynadım " diye şekil yaptım durdum. Her ne kadar arkadaşlarım ulenn koca filmde iki defa kulağın gözüküyor neyin havasını atıyosun diye takılsalar da hiç aldırış etmedim. Dünyanın en pahalı yolcu gemisi olan Queen Mary 2 ( maliyet: 1 milyar dolar )' nin inşaat sürecini gösteren bir belgeselde tek işi inşaat da çalışan işçilere kahve vermek olan kadının can siparane koşuşturması dikkat çekince ona bu heyacanın nedenini sormuşlardı. O da gözlerinin içi güler bir vaziyette '' Torunlarıma ben Queen Mary' nin inşasında kahve dağıttım '' diye gururla anlatacağım deyip hızla işinin başına dönmüştü. Sanırım benimkisi de buna benzer birşey olmalı. Ne mutlu bana ki ben de ordaydım.
Çekimlerin bitip artık evlinin evine köylünün köyüne döneceği zaman gelip çatınca o Rahmetle anılacak adamın, nazarımızda edindiği o temiz saf insan imajını bir İstanbul beyfendiliği ile öyle bir taçlandırışı vardı ki; evvel ezel unutmam o anı. Gözlerimizin dolu dolu olduğu vedalaşma anında alıp başını gitmesi pek tabi mümkünken o hepimizin adına olarak imzalanmış fotoğrafını kendi eliyle bizlere verip, ona yardımcı olduğumuz için teşekkür ederek ayrıldı Sapanca' mızdan. Tam 25 sene geçti üzerinden ama halen baş köşemde durur o fotoğraf. Toprağın bol, mekanın cennet olsun sevgili Kemal Sunal.
 
 
Toplam blog
: 70
: 289
Kayıt tarihi
: 26.07.14
 
 

Sapancalı, Üniversite mezunu, satış pazarlama sektöründe çalışan Errare Humanum Est ve Dum Spiro ..