Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '18

 
Kategori
Güncel
 

Oğluna Okulunun İstediği Pantolonu Alamadığı İçin Kendini Asan Adam: İsmail Devrim

Oğluna Okulunun İstediği Pantolonu Alamadığı İçin Kendini Asan Adam: İsmail Devrim
 

O bırakıp gittikten sonra dünyayı, neyleyim ardından tutulan yası!


Adı İsmail Devrim… Oğluna okulunun istediği pantolonu alamadığı için kendini asan adam…

İki çocuğunu okutan, daha önce tornacıda çalışan, ancak bir motorsiklet kazasında kolu ezilince işsiz kalan, bu yüzden evine bakamamasını kafasına takan, yüreğine dert edinen ve sonunda işi canına kıymaya kadar götüren gururlu bir babanın; İsmail Devrim'in, ibretlik dramıdır yaşanan.

Kişi başı milli geliri 10.000 doları aşan bir ülkede, işsiz bir baba, yaşamak yerine ölmeyi yeğliyorsa…

Mültecilere 35 milyar dolar harcanan yerde, alınamayan bir pantolon, aile faciasına dönüşüyorsa…

Türkiye, kişi başına düşen milli gelir bakımından dünyanın en büyük 13. Ekonomisi olmayı başarırken; o başarının mimarlarından sayılması gereken bir milli eğitim kurumu, o talihsiz evladın gittiği okul, sırf kıyafeti uymadığı için: Öğrencisini okula almayıp, sınıfta yok yazıp, evine gönderebiliyorsa…

Harbiden sözün bittiği yerdeyiz demektir. Vatandaşımızı acze düşüren bu yanlıştan, hepimiz sorumluyuz. Kimse, “ O suçlu! Şu suçlu! Bu suçlu! “ diyerek kıvırmaya kalkmasın. Bu ölüm, ortak sorumsuzluğumuzun eseri. Öyle topu eloğluna atıp, olayı elalemin üzerine yıkıp, parmağımızı karşımızdakilere çevirerek çıkamayız, sıyrılamayız bu utancın içinden…

Eskiden, benim çocukluk yıllarımda, bundan 30 – 40 yıl önce olsa bu olay mesela:

Konu komşu yardımlaşır, kimseyi o çileye düşürmezdi. Mahallenin muhtarı, sevilen insanları biraraya gelir, probleme çözüm arardı. Olmadı, o çocuklar yatılı okula gönderilirdi. O dönem, intihar vakaları çok ender görülürdü. O günün toplumu, kimseleri bu derece yalnızlığa, bu denli çaresizliğe itmezdi.

Peki ya bugün? Şimdi durum ne?

Sayısız vatandaşına sosyal yardım yapan devletimiz, o aileye de el uzatabilmiş, yetişebilmiş mi?

O aileden sorumlu aile hekimi, psikolojisi bozulmuş babayı düzenli olarak takip ediyor muydu? Davranışlarını gözlemliyor muydu? Cevap hayır’sa eğer… Bu “aile hekimliği“ kurumu ne işe yarar ki?

Kaymakamlık örneğin, ailenin içine düştüğü ekonomik krizden haberdar mıydı? Onlara kanunlar çerçevesinde gerekli yardımlar yapılıyor muydu acaba?

Şimdi eminim ki çok üzülen, ah, vah eden konu komşusu; birlikte yaşadıkları mahalleli, kol kanat germiş miydi çaresiz babaya; tıpkı eski günlerdeki gibi? Mahalle esnafı koltuk çıkar mıydı bu kişilere?

Ancak gazete haberlerinden takip edebildiğim söz konusu trajedinin, elbette tüm yönlerini, bütün ayrıntılarını bilemem ama… Bildiğim bir şey varsa, o da şudur: Bu insanı, bu kahırlı aile reisini ortak sorumsuzluğumuz, kollektif umursamazlığımız, toplumsal bencilliğimiz yüzünden kaybettik.

Dileğim: Sosyologların, psikologların, sağlık çalışanlarının, devlet kuruluşlarının, özel sektörün paylaşılmış bir bilinçle hareket edip, bu tür hadiselerin yinelenmesini önleyecek çareleri araması, çözüm yollarını bulması, bu meseleyle ilgili gereken sosyal altyapıyı kurabilmesidir.

Yoksa bilnen sonuçlar tekraralanır durur yeniden: Ölen öldüğüyle kalır. Allah kalanlarına yardım etsin!

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..