Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '17

 
Kategori
Eğitim
 

Okul, Biz ve Onlar

Okul, Biz ve Onlar
 

Okullar açılıyor… Biraz evvel bir psikologun uyarılarını okudum. Çocuğunuz matematikten anlamıyorsa, silik biriyse, eşyalarını kaybediyorsa vs… ona kızmayın. Çünkü o çocuk bu konularda ne kadar başarısızsa da başarılı olduğu alanlar vardır diye devam eden bir yazıydı. Okul hayatım gözümün önünden geçti. Psikologun hırpalanmasını istemediği çocuklardık biz. Mesele biz ve onlar bugün.

I.
Tam zamanında ölün diyordu bizi anlayan bir filozof. Ölüm meleği geldiği zaman yapacak bir şeyiniz kalmamış olsun ve ölümden korkmayın diye anlıyoruz bu sözü. Yapmak istediklerimizi yapamadığımız zamanlar olmuştur. Sevdiğimiz biri bizi terk ederse, hatta daha da kötüsü unutursa ne olacak? Bunu nasıl kotarıp, istediğimiz hale getireceğiz? Ölüm meleği geldiğinde yaşanmamış bir aşkım var, tam zamanında ölmek istediğim için onun bana döneceği, beni hatırlayacağı günü bekleyemez miyiz, diyemeyiz. O zaman, tam zamanında nasıl ölelim? İşte tam zamanında unutursak o sevgilimizi, tam zamanında ölme imkanımız olur. Unutmak, insanın istediğinde yapabildiği bir şey midir peki?

İşte ben bu soruları; okul birincisi, matematik olimpiyatı ya da hafıza şampiyonu, şu çocuğunuzu kıyasladığınız parlak çocuklara sormak istiyorum.

Okul dünyasında başarının kıstası; insanın kendisinden, evet, bizzat insanlığından taviz vermesi ile ölçülüyor. Çocuk yaşlardaki tuhaf sorularınızdan ve ergenlik yıllarınızdaki evreninin sırrını çözmeye çalıştığınız sorulardan vazgeçmeniz isteniyor. Bu soruların izini ömrünüz boyunca sürerseniz sefil bir hayat sizi bekliyor. Kronik işsiz dünyasına hoş geldiniz! Anneniz komşulara; siz arkadaşlarınıza durumu anlatmaya çalışırsınız artık.

Kimse sizi anlamaz. Bu zamana kadar insanın ruhunun derinliklerinde gezdiğiniz için bu hale düştünüz zaten. Anlamak ve anlaşılmak istediniz. Dersi değil, hayatı ve insanı anlamak istediniz. Bu zor duruma düşmek, ruhunuzu daha çok hissettirdi size ve yine bu duruma düşmek hayatın ne denli acımasız olduğunu bir kez daha ve belki de en derinden tattırdı. Düştünüz. Ama insan düşüşlü yolların yolcusu değil midir? İnsan belirsizlikte yaşar. Düşmek değil, düşmemek sıkıntı. Marifet, düşmemek değil. Yaşayan düşer, yaşamayan nasıl düşsün?

"Ah! düşüşsüz insan!
benden övgü bekleme.
düşüşün tadını almayan insan!
senin, yücelerin serinliğinden,
arılığından ne haberin vardır?
ruh gecesinin yedi katlı karanlığına
batmamış yürek!
sana ışıklar ve aydınlıklar ne der ?
ey zindanda bir gece geçirmemiş dost,
güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin?
ey yükseklerden büyük seslerle düşen su,
bu yalçın kayalara bir şelale borçlu
olduğunu biliyor musun?
sessiz ve dilsiz duran mezartaşı! kitabendeki çizgiler,
iniş ve çıkışı derinleştikçe seni
tarihin içine yerleştirir, farkında mısın? "
(Sezai Karakoç)

II.
Ruh gecesinin yedi katlı karanlığına battık biz. Pişman değiliz. Tarihi biz yaptık. Tarih, insan yaşamını konu edinir çünkü. Tabiatın kendi halinde, insan eli değmemiş bakire varlığında tarih mi olurdu; bizim hareketliliğimiz, o derin iniş ve çıkışlarımız olmasa?

Hatırlamak ve unutmak bizden sorulur, o kaç bin kelime ezberlemek için kendini paralayan zavallıdan değil. Hatırdan çıkarmadıklarımızı konuştuk hep, unuttuklarımızı onlara bıraktık. Matematik de bizden sorulur, hayatın limitinin sinsice sıfıra doğru nasıl yaklaştığını gün be gün biz yaşıyoruz, yine biz yaşıyoruz; hayatın limiti sonsuza aşkla giderken…

Bizi anlamadınız, tembel sandınız. Yaşamı, ruhu, insanı düşündük. Siz devletin vereceği maaşınızı hesaplamaktan usanmadınız, öğrencileriniz sizin vereceğiniz notları hesaplamaktan usanmadı…

Biz okulun öğrettiği kesin bilgiyi sevmedik. Kafamız o kadar karışık ve ruhumuzun dehlizlerinde yolumuzu o kadar kaybettik ki kesin olan her şey midemizi bulandırdı. Nietzsche anladı bizi: “Şüphe değil, kesinliktir insanı deli eden…” Komşu teyzeler neden Nietzsche okumaz? Onlar okumuyor da okul birincisi arkadaş niye okumadı? Bizlere nasihat eden iyi niyetli hocalar, hayat ve ruhun ne kadar karışık olduğunu neden görmüyor? Dostoyevski değil mi klasik eserlerin çoğunun yazarı? O demiyor mu “iki çarpı ikinin dört etmesi kadar can sıkıcı bir şey yoktur.” Siz okuttunuz bize de kendiniz okumadınız mı? Niye hep sizin hesaplarınızın sonucu nettir, niye sizin sorularınızı çözen tam puan alır? Niye bizim hesaplarımızın rakamı ve çözümü yoktur? Matematik sınavlarında hesapsız aşklar sorulmadı hiç. Ezber gerektiren derslerinizde, unutulamayan sevgililer sorulmadı hiç. Bizi anlamadınız. Hayır, siz sadece bizi değil hayatın kendisini de anlamadınız.

III.
“Uykusuz gecelerin askerleri olduk” biz, gönüllü. Sizin zorunlu sabah talimlerinizde kendimizi gösteremedik. Biz, uykusuz gecelerin askerleri, yorgun ve mutsuz oluruz sabahları. Kim mutlu olabilir ki zorla kalktığı yatağından sabahları? Sabahları bu kadar mutluysanız, yeriniz okul değil, vazifeniz ders vermek olmamalıydı. Sizi şu mutlu kadınların sunduğu sabah programlarına konuk olarak yazdırmaları gerekiyordu. İyi uykumuz ve sağlıklı midemiz olmadı, şiirleri ilaç olarak aldık, bu sayede hayatta kaldık. Asıl uyuklayan sizlerdiniz. Sizin kürsünüzde de kürsünüzün önünde de uyku vardı, kaçtık biz sizin kürsünüzden uykusuz gecelerde savaşmaya;
“…
Bence soytarının biri bu kırk düşünceli bilge: ama uyumayı iyi biliyor sanırım.
Ne mutlu bu bilgeye yakın duranlara! Böylesi uyku bulaşıcıdır, kalın bir duvardan bile geçer.
Kürsüsünde dahi büyü var. Gençlerin, bu erdem vaizinin önünde oturmaları boşuna değilmiş…” (F.Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt)

IV.
Mutlu görmeyince bizi, üzüldünüz. Yardım etmek istediniz. Samimiydiniz. Alay etmiyorum. Kendinize karşı bile ne kadar dürüstsünüz ki bize karşı samimi olabileceksiniz? Sizin samimiyetiniz ne kadarsa gerçekten de o kadar samimiydiniz. Sonra yine olmadı, hayata kazandıramadınız bizi. Kendi hayatınıza kazandıramazsınız bizi. Anlayın artık; biz istemiyoruz sizin hayatınızda yaşamayı. Bizi suçlamaktan vazgeçinceye kadar bu böyle olacak. Bizi ne istediğini bilmemekle suçladınız sanki siz kendiniz ne istediğinizi biliyor gibi. Bir şeyler eksik dedik, neyiniz eksik dediniz sanki sizin hayatınızda her şey tam gibi.

"...
Doğrudur her zaman bir şey eksik
Doğmadan ölmeye benzer
Bir şey var içimizde
İnancı ve sevdası bize yeter
Ürkek bir gidiş gelişte
Benim sende aralıksız yaşadığım
Bilgelerin kitaplarda tanımladığı
Sonsuzluk budur işte"
(Afşar Timuçin)

V.
Şiirin ne zaman yazıldığı değildi bizim meselemiz, şiirden aldığımız hazdı. Tarihte geçmiş insanların galibiyeti de mağlubiyeti de değildi derdimiz. Tarihe gömülen koca koca atlar, tarihe gömülürdü o kadar. Bizim gibi unutulacak olanların hikayesiydi bizim ilgimizi çeken. Adaleti siz de göremediğiniz halde hukuka inandınız. Parayı yazan adamın parasız olduğunu bilirken iktisadın neye çaresi olacaktı? Yoksullar duyulmazken, zalimler tok iken siyaseti anlamak mı başarıdır?

Biz, size göre ne istediğini bilmeyen insanlar, biz asıl sizin bizden ne istediğinizi merak ediyoruz. Haline acınacak sizlerken bize acımanızı anlamıyoruz. İtibar ve iltifat istemezken sizden, bize başarısız olduğumuzu söylüyorsunuz. Bu dünyayı bu hale getiren sizken bizi suçluyorsunuz. Biz sizden bir şey istemiyoruz, sadece gölge etmeyin başka ihsan istemiyoruz.

“…
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”
(Turgut Uyar)

 
Toplam blog
: 60
: 348
Kayıt tarihi
: 07.09.16
 
 

SBF-Mülkiye mezunu, TCDD'de Memur. ..