Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '16

 
Kategori
Futbol
 

Önce hayallerin biter sonra da umutların, sen bitti demesen bile...

Önce hayallerin biter sonra da umutların, sen bitti demesen bile...
 

Serdar YILDIRIM


2002 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası bizleri o kadar alıştırmıştı ki sevinçlere, ''biz bitti demeden bitmez'' sözü ile gururla dolaşıyorduk sokaklarda. 2016 Avrupa Şampiyonası' na da bu parola ile hazırlanan A milli takımımızı destekleme heyecanı içinde idik. Fransa' ya gitmemiz kesinleştiği günden itibaren ülke genelinde ve özellikle medyamızda cafcaflı, pahalı reklamlar dönmeye başlamıştı. Marşlar ile bezenmiş tanıtım filmleri, aşırı pahalıya satılan milli takım ürünleri, milli oyuncularımızın resimleri ile süslenmiş özel uçaklar, senaryolar, heyecanlar sarmıştı ekranları. Bizler de bu reklam ve tanıtımları izlerken sabırsızlıkla bekledik 2016 yazını.
Sabırsızlıkla bekledik çünkü; başımızda yıllık 3,5 milyon euro kazanan bir ''imparator'' ( ki ben Fatih Hoca' nın İtalya macerasından sonra bir daha asla eski Fatih Hoca olmadığı görüşündeyim), takımımızın merkezinde Barcelona' nın yıldızı, sağ bekimizde ülkemizde şu an paylaşılamayan futbolcu, ön liberomuzda iki büyük kulübün onun için neredeyse kavgaya tutuşacağı örümcek adamımız, orta sahamızda freekickten her vurduğu gol olan starımız,  sol açığımızda İnter' in yeni gözbebeği, forvetimizde ise bizi Çin' de başarı ile temsil eden :) sihirbazımız vardı. Bunun yanı sıra takımımızın diğer oyuncuları da sokakta görsek peşlerinden koşup resim çektirmek için sıraya girdiğimiz, milyon dolarlık maaşları ile el üstünde tutup cennet hayatı yaşattığımız, tek işleri spor olup da kitleleri peşinden sürükleyen futbolculardı.
Ayrıca milli takım haricinde kendi kulüplerinde oynarken onları desteklemek için kombine aldığımız, forma aldığımız, dergilerine abone olduğumuz, yetmedi yayıncı kuruluşun dekoderi haricinde bu sporcuların Avrupa maçlarını da izlemek üzere ayrıca bir dekoder aldığımız gurur duyduğumuz sporcularımızdı bize 2016 yazını sabırsızlıkla bekleten.
Elbette tüm bu gösteriş, pahalılık ve geçmişten gelen kazanma alışkanlığı ile biz orta halli taraftar toplulukları da inançla ve gururla geçtik televizyonlarımızın karşısına.
Televizyonlarımızın karşısına geçerken dualarımızı Fransa' da ki o muhteşem kadromuza gönderdik. Yeni aldığımız formalarımızı giyindik, hatta bağzılarımız eskisi küçük ekran olur diye yeni ve büyük plazma televizyonlar aldık.
Hırvatistan maçının ilk düdüğü ile birlikte tüm bu gururlu bakışlarımız bir anda buz kesti. Onurlandığımız, gururlandığımız ay yıldızlı formamızı giyenlerin halini gördükçe içimiz burkuldu. Oyuncularımız iki pası üstüste yapamayacak kadar beceriksiz, sanki hayatlarında hiç idman yapmamış, hiç taktik çalışmamış gibi acemi, heyecansız, isteksizlerdi. Maçı izlerken 2002 ve 2008 kadrosu geçti gözümün önünden, nedense bu maç için dakikalar geçtikçe ''biz bitti demeden bitmez'' diyemez oldum. Oysaki öyle güzel çıkmıştı ki oyuncularımız sahaya; formalar jilet gibi, saçlar yapılmış, jöle ile yapıştırılmış, arada stattaki dev ekranlara ''acaba beni gösteriyorlar mı ?'' diye dönen kafalarımız vs vs. 
Derken o an geldi ve neredeyse orta sahadan yedik gölü, ve işte o an kameralara güzel, yakışıklı çıkmak isteyen sporcularımızın da dilekleri kabul oldu. Gol anı onlar için o kadarşanslı bir andı ki, sporcularımız tam ahenkle dans eden saçlarını düzeltirken yedik golü. Bu sayede de dünya televizyonlarında neredeyse günün konusu oldu yakışıklı sporcularımızın saçları. 
Bu muhteşem poz ile maçı bitirdik ve üzgün bir şekilde kapadık televizyonlarımızı. Üzgündük, kızgındık çünkü o değeri biz veriyorduk sporcularımıza. Cebimizdeki son paradan, dişimizle tırnağımızla kazandığımız maaşımızdan veriyorduk onlara. Biz bu üzüntüyü hak etmiyorduk.
Sonra kaptanımız özür diledi ve biz duygusal Türk halkı, takımımızı affedip yine bağrımıza bastık. Yeni bir umutla İspanya maçı için geçtik televizyonlarımızın karşısına.
Bu sefer evde totem yaptım, maçı babamla beraber diğer yayıncı kuruluştan izlemeye karar verdim. Çünkü zaten bu muhteşem futbolcuları kendi takınlarında oynarken desteklemek için dekoder parası verip üye olmuştum. Diğer yayıncı kuruluşta ülkemizin değerli bir spikeri ve yine yorumcu olarak çok değerli bir teknik direktörü vardı. 
Yine milli duygularımızı kabartan yorumlar, yine bizi gaza getiren söyleşiler, reklamlar, tanıtım filmleri.
Maç başladı ve maç bence başladığı gibi bitti. İspanyollar resmen kedi fare oyunu oynuyorlardı bizimle. Oyunu baştan kabullenmiş teknik direktörümüzün televizyondan görüldüğü kadarı ile verdiği taktik '' İspanyolları kendi sahanızda bekleyin, bir mucize olup da top kaparsanız kontra atağa hızlı çıkın'' idi. Ama milyon dolarlık teknik direktörümüz hala İspanya'yı kendi ceza sahanın önünde karşılar isen, o topun ne yapıp edip kalenin içine gireceğini bunca senedir hala öğrenmemişti. Arada yanlışlıkla kaptığımız topları o kadar beceriksizce kaybediyorduk ki, ben üç tane üst üste pas saydığımı pek hatırlamıyorum. 
Tüm bunlar yaşanırken televizyondaki değerli yorumcumuz oyunun böyle iyi olduğunu, bizim için her şeyin iyi gittiğini söylüyordu. Ben ise bu yoruma karşı sinirden tırnaklarımı yiyordum. Bir takımdan bu kadar mı korkulurdu, bukadar mı sinilirdi ? Hani nerede idi milyon dolarlık gururlarımız, neredeydi inancımız, hırsımız... Derken 34 üncü dakikada az olan umutlarımızda tükendi. Golü yedik.
Aklımda kalan en belirgin sözlerden biri babamdan geldi. Maçık 41 inci dakikasında '' aaa Oğuzhan oynuyormuş'' dedi. Bir diğer söz ise maçın ilk yarısının özeti olan spikerin 45 inci dakikada söylediği ''onların beşinci korneri, bizim ise hiç yok'' sözü idi. İlk yarı bitti ve ben maçı izlemeyi bıraktım. Çünkü biz ''bitti'' bile diyemeden bitti herşey.
Hala bağzı yorumların '' biz onların arkasındayız, bizi Fransa'ya onlar götürdü, haksızlık ediyorsunuz vs.'' türünden olduğunu görüyorum. Bizler ay yıldızın destekçileriyiz, o formanın içinde olanlar, o formanın anlamını bilmiyorlar ise, o formanın heyecanını taşımıyorlar ise kusura bakmasınlar, her türlü eleştiririz. 
Onları bu şaşaya biz kavuşturduk, bu değeri biz verdik, el üstünde biz tuttuk. Ama artık bence yeter. Bu kadar parayı, bu kadar değeri, bu kadar sevgiyi asla hak etmiyor oyuncularımız. Hele ki ülkemizin sıkıntılı günleri göz önünde iken, bu paralar, bu değerler onlara yakışmıyor. Eleştiriyi de sonuna kadar hak ediyorlar.
Selam olsun 2002, 2008 sporcularına ...
 
Toplam blog
: 21
: 310
Kayıt tarihi
: 10.05.14
 
 

İstanbul Burgazada doğumluyum. Sakarya Üniversitesi Turizm Otelcilik ve Anadolu Üniversitesi İşle..