Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '14

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (yirmi dördüncü bölüm)

Öykülerle yolculuk  (yirmi dördüncü bölüm)
 

Öykü demeti


Ama bir türlü kendini kitaba veremiyordu. Çünkü aklı hala trende adamın Temur efendiye “‘Tahta bavulla yolculuk bu yönde ancak ya askere İstanbola olur. Herkes akın akın oraya gidiyor. Bu tren hep dolu gider boş döner. Niye? Çünküm giden geri gelmiyor da ondan. Gidenin gelirse ancak ölüsü dönüyor’ dediği yerdeydi.
 
Kalktı salon gibi kullandıkları yerden koridora doğru gidip gelmeye başladı. Aslında oda soğuktu, ama ona bir sıcaklık basmış, hafiften terlemişti.
 
Gitti salon olarak kullandıkları odanın penceresini ve yattıkları odanın penceresini açtı. Salondaki pencerenin önüne gelip dışarıdan gelen serinliğe doğru birkaç kez derin nefes aldı. Ama nefesi sıkışmış, bu arada hafif üşümüştü.
 
Pencereden çekildi. Ne yapacağına, nereye gideceğine karar veremiyordu. Eşi ve kızıyla markete gitmediğine pişman oldu. Onlara telefon etti. Ne zaman geleceklerini sordu. Eşi ‘daha yeni geldik. Biraz sonra geliriz’ deyince sıkıntıyla telefonu kapatıp odasına gitti. Oksijen maskesini takıp ikiye ayarladı ve yatağa uzandı.
 
Aklı trendeydi...
 
Zaten o sırada tren de epey ilerlemiş dört beş durak geçmişti. O duraklarda da trene yeni binenler olmuştu. Bu yeni binenlerden onların kompartımanına gelenlerle kompartıman adamakıllı dolmuştu. Temur efendi içinden ‘adam haklıymış’ diye geçirdi. Gözü hala pencerede hızla geri giden bağ bahçelerdeki ağaçlara dalmış bakıyordu. Kompartımanda gürültü artınca irkildi. Karşılıklı her iki taraf da oturanlardan başka hemen kapının dışında koridorun da dolduğunu fark etti.
 
İlk istasyonda inip tuvalete gitmeyi düşünmüştü. Çünkü çok sıkışmıştı. Ama inip de dönüşte yerinden olmak da vardı. Bu sıkıntıyla karşısında oturan adama baktı. ‘gelen istasyonda insem yerime göz kulak olur musun? Çok sıkıştım da’ dedi. Adam gülümseyerek ‘in gardaş in. Elbet yerine sahap olurum. Bu iş sırayla ben enince sen de benim yerime sahap olursun’ dedi.
 
Temur efendi adamın bu sırıtık halinden çok memnun değildi. Ama çaresiz buna İstanbul’a kadar katlanacaktı. Kompartımanda oturan diğer kişiler öylesine kendileriyle ilgiliydi ki; onların ne konuştuğunu hiçbiri merak edip umursamamış, karşı karşıya veya yan yana kıyasıya bir muhabbete girmişlerdi. İlk kez birbirini gördükleri kesin olan bu insanlar arasında muhabbetin tek konusu İstanbul’du. Herkes birbirine ilk kez gidecekleri bir şehir hakkında soru soruyor, bilgi almaya çalışıyordu.
 
Kapıya en yakın yerde oturan İstanbul’dan yeni geldiğini söylemişti. Kendine merakla yöneltilen sorulara cevap vermeye çalışıyordu. İstanbul’a geçen yıl gitmiş. İnşaatta çalışıyormuş. Patronu Ardeşenliymiş. Anasının öldüğüne dair telgraf gelince izin alıp gelmiş. Adam helal süt emmiş biriymiş. Ama izin verirken ‘bak anam öldü deyi yalan söyleyip izin alıyorsan külahları değişiriz ha’ diye tehditten de geri kalmamış.
 
Ama adam haklıymış. Dümenden böyle yalan söyleyerek izin alıp başka yerlerde iş bakmaya giden çok oluyormuş. Şantiyede yatıp kalktıkları için öyle bir başlarına gidip iş arayıp dönmek zor oluyormuş da ondan bazıları ‘anam öldü, bubam öldü’ deyip iki üç gün izin alır İstanbul’un başka yerlerinde iş aramaya gidermiş.
 
Onu dinleyenler hayretle ağzına bakıyor, söylediklerini anlamaya çalışıyordu. İçlerinden biri ‘akşam gidip iş arasa ya’ deyince İstanbul’a geçen yıl giden kişi ağız dolusu gülmüş sonra ‘sen diyon gardaş? Akşam iş aramaya nereye gidip nere dönecek? İstanbul öyle böyük ki; bir mahalleden öte mahalleye anca bi günde gidilir’ deyince onu diyenler hep bir ağızdan ‘vışşş’ çekip hayretlerini dile getirdiler. Onların böyle hayrete düştüğünü gören adam ballandıra ballandıra İstanbul’u anlatmaya devam ediyordu.
 
Bu sırada Temur efendi konuşulanları kulağıyla duysa da hiç ilgilenmeyip camdan dışarı bakıyordu. Aklı ilk gelecek istasyonda inip ‘hacet’ gidermeye takılıydı.
 
Onun bu ilgisiz hali ballandıra ballandıra İstanbul’u anlatan kişinin dikkatini çekmiş, Temur efendi kendini dinlemediği için biraz da kızmıştı. Ona ‘hey gardaş. Sen neye gatılmıyon muhabbete, yoksam bizi güççük mü görüyon?’ diye seslendi. Önce bu soruyu duymayan Temur efendi adam sorusunu tekrar edince fark edip o adama dönerek ‘anlamadım, bana mı diyorsun sen?’ diye sordu.
 
Adam onun buz gibi halinden, konuşmasındaki farklılıktan ürkmüş onu memur falan zannedip korkmuş ‘yok efendim. Çok dalgınsınız da ondan şey eddiydim’ derken az önceki ukalaca soran halinden eser kalmamıştı. Onun bu Temur efendiden ürken hali diğerlerine de geçmiş hepsi ona saygıyla bakıyorlardı.
 
Halbuki Temur efendinin her zamanki haliydi bu kayıtsızlığı. Bir de askerliğin son dört ayında komutan şoförlüğü yapınca kendine bir güven gelmiş, biraz farklılaşmıştı ‘hepsi bu.’ Ama onun bu farklılığını yol arkadaşları başka türlü yorumlamıştı anlaşılan.
 
Adamın son söylediklerinden ‘çok dalgınsınız da ondan şey eddiydim’ kısmını anlayıp ona ‘neyi şey eddiydin?’ diye sordu.
 
Adam onun bu sorusu üzerine temelli ürküp cevap vermekten kaçınınca yeniden cama döndü. O adamın cakası da böylece bozulmuş, kompartımanı bir sessizlik kaplamıştı. O sırada karşısındaki adam da konuşulanları hep duyduğu halde hiç lafa girmemişti.
 
Bu sırada tren yeni bir istasyona giriyordu. İstasyon büyükçe bir yerdi. Neresi olduğunu okuyamamışlardı, ama onun için neresi olduğu önemli değildi. Çok da sıkışmış olduğu için hızla kalktı; karşısındaki adama ‘yerime göz kulak olun’ deyip, aşağıya işini görmek için indi.
 
O gidince trendeki sıkkın hava dağılmış herkes birbirine ‘kim bu ya?’ diye sorup öğrenmeye çalışıyordu. O sırada Temur efendinin ‘yerime göz kulak olun’ dediği adam, çok mühim birini tanıyormuş edasıyla kompartımandakilere ‘komutan bu, İstanbol’a tayini çıkmış’ diye sallama bilgi verince herkes daha bir irkilmiş; bir komutanla aynı kompartımanda yolculuk etmenin hem gururunu, hem de sıkıntısını duyuyordu. Bu sırada koridordan onun yerini boş görüp oturmak için kompartımana girene kompartımandaki herkes elbirlik ‘orası komutanın’ diye ikaz etti.
 
Böylece trenin koridorunda ‘trende bir komutan varmış’ sözü hızla yayıldı. ‘Komutan kim? Neyin komutanı?’ kimse işin orasıyla ilgili değildi. Bu sırada diğer kompartımanlarda da herkes bu habere bir kulp takıp farklı bir şekilde birbirine aktarıyordu.
 
Trende yolculuk edenlerin tamamına yakını erkek, daha çok genç yaşta erkekti. Hepsinin askerlik anıları tazeydi. İçlerinde arkadaşları Kore’ye gidenler vardı. Onlar askerlik muhabbetinde daha baskın çıkıyordu.
 
Bu şekilde koridorlarda, kompartımanlarda herkes İstanbul’u boş vermiş, sıkı bir askerlik yarenliğine girişmişti. Bu sırada kimse kimseyi dinlemiyordu. Herkes önce kendi anısını dinletmeye çalışıyordu. Böylece trene bir vağıltı çökmüştü.
 
Temur efendinin tabi bu olanlardan haberi yoktu. O sırada umumi tuvalette sıra gelmesini bekliyordu. Sırası gelince tuvalete girdi. İşini görüyordu ki trenin düdüğü acı acı ötmeye başlayınca çaresiz işini acele gördü, yine aceleyle taharetlenip kalktı. Giyindi trene doğru koştu. Çünkü bu sırada lokomotif harekete geçmek üzere hafif hafif rayda ilerliyordu, koştu açık olan kapıdan trene atladı. Bu sırada arkasında ‘dur geliyoz’ sesleri duyuluyordu.
 
Tren az sonra hızlandı. Bu sırada o kompartımanını bulup kapıdan içeri girmişti. Onun içeri girmesiyle birlikte sesler kesildi kompartıman süt liman oldu.
 
Bu sessizlik dikkatini çekti, ama bir mana veremedi. Geçip yerine oturdu. Bu sırada İstanbul’a ne zaman varacağını merak ediyordu; ama huyu gereği kimseye bir şey sormaz, öğrenmek istediği şeyi zamana bırakırdı.
 
Köyde de hep sessiz bir genç olarak tanınırdı. Kolay kolay kimseye şaka yapmazdı. Onun bu ketum halinden dolayı kimse de ona şaka yapmazdı. Bu yüzden samimi olduğu fazla arkadaşı yoktu.
 
Köy yerinde samimi olsan ne olacak ki? Herkes kendi işinde kaydında…
 
Köyde gençlerin buluştuğu kahve benzeri yer de yoktu. Yetişkin olanlar kışları zengin ahırlarının hemen yanında bir odada buluşup sohbet eder, daha yetişkinler de çoktan evlenmiş çoluk çocuğa karışmış olurlardı. Yazları ise bağda, bahçede buluşan gençler kendi aralarında eğlence çıkarırdı. İçlerinde saz çalıp söyleyen çoktu.
 
Ama Temur efendi pek oralara takılmazdı. Askerde de öyleydi. Hep sessiz kendi halinde… O bu sessizliğiyle istemeden hep ilgi odağı oluyordu. Askerde de arkadaşları hep ona yakınlaşmaya çalışmış, bunu en iyi Üsküdar’lı Rifat başarmıştı. Aslında o da sessiz biraz başına buyruk biriydi. Belki bu özellikleri onları birbirine yakılaştırmıştı.
 
Ağızlarından kerpetenle laf alınan iki arkadaş bir devriye nöbetine birlikte düşünce el mecbur o nöbet sırasında dolaşırken birbiriyle konuşmak zorunda kalmış arkadaşlıkları böyle başlamıştı. Ama ikisi de birbirinden hoşlanmış, bir süre sonra ayrılmaz ikili olmuşlardı.
 
Ondan sonra da yukarıda yazdığım gibi Rifat Temur efendinin direksiyonu iyileştirmesinde çok yardımcı olmuştu. Kademedeki bu sıkı arkadaşlık sonucu Temur efendi sağlam diresiyona sahip, aynı zamanda motordan da anlayan komple şoför olmuştu.
 
Onun iyi şoförlüğün yanı sıra hep ciddi hali nedeniyle askerliğinin bitmesine dört ay kala komutan şoförü teskere alınca onu yerine komutan şoförlüğüne vermişlerdi.
 
Koskoca tugay komutanın şoförlüğü az buz şey değildi. Bu yüzden birçok komutanı ona yağ çekmeye bile başlamıştı.
 
Yani o her yerde az konuşan biriydi. İnce uzun boyu, çıkık şakak kemikleri, uzun kirpikleri, hafif renkli gözleri, hafif sarışın saçlarıyla yakışıklı biriydi. Başında kasketinin altında asker kesimli saçları karşısındaki adamın ‘komutan o’ palavrasına denklik sağlıyordu.
 
O herkesin kendisine ilgiyle baktığının farkında değil yine camdan dışarı bakmaya başladı. Bu sırada kapının yanındaki adamın fısıltıyla ‘Allahtan bi mani çıkmazsa, hayırlısıyla yarın akşama İstanbol’a varırız’ dediğini duydu.
 
Canı sıkılmıştı. Trene kuşluk vakti binmişti. Demek ki geceyi saymazsa bugün akşama kadar ve yarın akşama kadar bu adamların gevezeliklerini dinleyecekti. O sıkıntıyla cebinden sigarasını çıkardı.
 
Sigarası subaylara orduda verilen cinsten subay sigarasıydı. Komutan şoförlüğü sırasında sigara içmeyen bir astsubaydan satın aldığı dört beş paketten biriydi elindeki paket. O paketin içinden bir sigara çıkarıp çakmağıyla yaktı.
 
Onun subay sigarasını yaktığını gören herkes Temur efendinin subay olduğuna kesin inanmış saygıyla ona bakıyorlardı. O sırada onun için ‘komutan o’ diye palavradan sallayan adam bile kendi yalanının doğru olduğunu düşünerek onu subay zannedip daha saygılı bir tavır takınmıştı.
 
Tabi bunlardan Temur efendinin haberi yoktu. O yarın akşama kadar nasıl vakit geçireceğinin sıkıntısıyla sigarasından bir duman çekip öfkeyle üflerken kafasını trenin penceresine dayayıp camdan dışarı bakmaya başladı.
 
Hastafendinin aklında Temur efendi uyumuş kalmış, rüyasında bunları görüyordu. Birinin burnuna doğru üfürmesiyle uyandı. İlk anda Temur efendi sigarasını yüzüne üflüyormuş gibi gelmişti. Gözlerini açınca kızının yüzüne doğru eğilmiş hafiften ıslık çalar gibi üflediğini fark etti.
 
Nedense kızlarına hiç dayanamazdı. O sırada eşi de kapıda gözüktü. Kızı gülümseyerek ‘baba rüyanda neler görüyordun yine. Yüzün şekilden şekle giriyordu’ deyince güldü. Doğrulup kızının yanaklarına iki öpücük kondurdu. Bu sırada çok mutluydu… (devam edecek)
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..