Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '15

 
Kategori
Güncel
 

Özgecan ve Longja

Özgecan ve Longja
 

Bundan yıllar önce dtv (Deutscher Taschenbuch Verlag) adlı Alman yayınevinin farklı ülkelerden derlediği tanınmış yazarların kadın hikâyelerine denk gelmiştim. Cep formatındaki bu kitap serisinde “Türkiye’deki Kadınlar” da yer alıyordu, ancak benim ilgimi en çok Taylandlı kadınlar çekmişti. Her bir hikâye içim ayrı burkmuştu, çünkü kadınlar çoğu zaman ya aç kalmak ya da fuhuşla köle işçiliğinden birini seçmek zorunda kalıyordu. Ortası yoktu.

Öykülerin diğer bir ilginç yönü bizleri çok çağrıştırmasıydı, özellikle de Longja’nın başına gelenler. Daha önce kaç defa hikâyesini paylaşmayı arzulamıştım, ancak içim bir türlü elvermemişti. Nereden bilebilirdim ki, Longja’nın kaderinin seneler sonra kendi ülkemde Özgecan’la kesişeceğini, haberleri dinlerken donup kalacağımı, duyduklarıma inanamayacağımı.

Krisna Asokesin adlı edebiyat ödüllü Bangkoklu kadın yazar hikâyesinin adını “Ev ile yol arasında” koymuş. Longja, orta halli memur bir çiftin küçük kızı. Kendisi uzun boylu ve sportif yapısıyla ülke geleneklerine göre güzel sayılmazken, narin ablası porselen cildi ve bebek yüzüyle çok beğeniliyor. Bu yüzden babası bile onu daha çok seviyor. Memur çift tüm gelirlerini kızlarının eğitimi için harcamakta ve şehrin dışındaki mütevazı bir evde yaşamaktadır. Otobüs durağından sonra minibüse bindiklerinden, kızlar akşamları asla eve yalnız dönmüyorlar. Babalarının vefatından sonra bile anneleri her defasında gelip onları otobüs durağından alıyor.  Gazetelerde hiç eksilmeyen cinayet ve tecavüz davaları onları çok ürkütüyor, işi asla şansa bırakmıyorlar. Kızlar annelerinin akşamları geç kalmama konusundaki uyarısını bir kez olsun çiğnemiyor.

Derken Longja sınavlarda ülkenin en prestijli üniversitelerinden birine girme hakkı kazanıyor. Bu yüzden de annesi ona hayatında ilk defa arkadaşlarıyla beraber şehir dışına çıkma izni veriyor. Zengin kız arkadaşlarından biri deniz kıyısında bir geceliğine otel ayarlıyor, Longja da cep harçlıklarından biriktirdikleriyle onlara katılıyor. Annesi onu arabaya kadar geçirirken, arkadaşlarından ona göz kulak olmalarına rica ediyor. Arkalarından el sallarken, Longja annesinin içinin pek rahat olmadığını hissediyor.

Zengin arkadaşları mütevazı şartlarda arabasız olarak şehre uzak bir yerde yaşamanın ne olduğunu bilmediklerinden, Longja’nın annesinin korumacı tavrıyla dalga geçiyorlar. Buna nasıl katlanıyorsun diye sorduktan hemen sonra da, bir arkadaşlarını daha alacaklarını, dolaysıyla aralarından birisinin otobüsle gelmesi gerektiğini söylüyorlar. Longja o kişin kendisinin olduğunu hemen anlıyor. Aslında o an geri dönmek istiyor, çünkü annesinin buna asla izin vermeyeceğini biliyor. Ama alınganlık etmiş durumuna da düşmek istemiyor, ayrıca arabayı kullanan arkadaşının abisinin dikiz aynasından onu pek beğenmeyen bakışlarla süzdüğünü de biliyor. Ne de olsa kendisi diğer bebek suratlı narin kızlara göre tek başına yolculuk etmeye daha müsait görünüyor.

Onlara katılan diğer arkadaşlarının doğum günü olduğundan ve annesi de onu uzun uzun kutlamak istediğinden, yola çıkmaları öğleden sonrayı buluyor. Son sürat geçen bir otobüs yolculuğundan sonra ise kasabaya vardıklarında hava kararmaya başlıyor. Arkadaşlarının dediği gibi otelin olduğu sahile bir sürü minibüs kalktığını ve ortalığın da insan kaynadığını gören Longja, rahatlayıp derin bir nefes alıyor. Ancak önce oteldeki arkadaşlarına geldiğini haber vermesi gerektiğini hatırlıyor. Arkadaşının sesini duymak onu çok rahatlatsa da, telefon ettiği dükkândan dönüp sıraya girmesi çok vaktini alıyor ve kalkan son minibüse binmek zorunda kalıyor. Şoför ve muavini de sabırsızlanıp minibüs dolmadan yola çıkıyor. 

Bundan sonrası ise kitapta şöyle yer alıyor:

“Minibüstekiler teker teker inerken, hala Longja’nın muavine belirttiği otele varamamışlardı. Sonunda tek başına kaldı. Ancak herhangi bir korku duymuyordu, çünkü minibüs etrafta yanan bir sürü ışığın ortasında ilerliyordu.

“Daha çok kaldı mı?” diye sordu nazikçe.

“Birazdan... birazdan oradayız.”

Longja şoförün kendisini dikiz aynasından izlediğinin farkındaydı. Gözleri karşılaştı. Kalbi daha da hızlı atmaya başladı. Ancak korkak biri olmadığından, umursamaz davrandı.

Minibüs ışıkların yanından ilerlemeye devam ediyordu, ancak birden keskin bir viraj aldı ve hiçbir ışığın bulunmadığı bölgeye saptı. Ortalık ürkütücü bir şekilde karanlık ve ıssız olmaya başlamıştı. Longja çantasını iyicene kendine doğru çekti. Ancak muavin, “Birazdan ordayız, az bir yol daha kaldı” diyerek teskin etti.

Ardından minibüs tümüyle ıssız gözüken bir yan yola saptı. Etrafta boş arazi yer alıyordu. Longja korkudan sindi, ancak artık çok geçti. Minibüs aniden yoldan saptı ve herhangi bir evin ya da kulübenin bulunmadığı yerde durdu. Muavin süratle sustalı bıçağını arka cebinden çıkardı. Şoför kapıyı açtı ve ona doğru yöneldi.

Longja yardım çığlığı için ağzını açmaya çalışırken, yüzünün ortasına yediği yumrukla uyuştu. İnsan kılığındaki hayvanlar sadece ucuz bıçak ve kaba kuvvet dilini biliyordu. Longja’yı kumun içinde sürüklediler, yardım çığlıklarını duymazdan geldiler. Onu duyacak hiç kimse yoktu. Sesi rüzgârın ve denizin sonsuzluğunda kayboluyordu. Elbiseleri parçalanıyordu. Longja gözyaşlarının buğusunun arasından parlayan yıldızlara baktı, ablasını ve annesinin sabahleyin aydınlık olan yüzünü gördü… ve üzgün meraklı ifadesini. Annem, sevgili annem!

İkisi sırayla vücudunu paramparça ederken, hafif bir parıltı fark etti. O parıltı sivri ve ışıldayan bıçağa aitti, yıldızların ışığını yansıtan bıçağa.”

Okuduğumdan beri zihnimden hiç silinmeyen bu satırlar, Özgecan’ın acı haberiyle beni bir kez daha sarstı. Evet, Longja bir öykünün kahramanı. Ancak bu öykü gazetede yer alan gerçek bir haber üzerine kaleme alınmış. Bu açıdan Longja ve Özgecan’ın kaderleri yıllarca aradan sonra ve binlerce kilometre ötede birleşti. İkisi de kelebek olup uçtu gitti. Onlardan önceki nice kelebeğe katıldı. Bizi insanlığımızdan utandırdı. Kahretti.

Ancak bu satırları kaleme almamın bir nedeni daha var, o da biz kadınlara içimizdeki yürek denilen kelebeği bir kez daha hatırlatmaktır. O kelebek bizim hayat sigortamız. Kalbiniz ne vakit bir kelebek gibi kanatlanmaya başlarsa, anlayın ki tehlikedesiniz. Sakın o kelebeğin kanat çırpmalarını duymazdan gelmeyin!

Longja’da o kelebek arkadaşlarının onu otobüsle gitmeye zorladıklarında ortaya çıkmıştı. Sakın gitme, geri dön demişti. Ancak Longja bunu gururuna yedirmedi, kelebeğe dönüşen kalbinin sesini duymazdan geldi ve bunu hayatıyla ödedi. Yıllarca geride ve kilometrelerce ötede dahi olsa, Longja’nın hikâyesi o kadar tanıdık ki. O da Özgecan gibi yanlış saatte yanlış yerde yanlış minibüste bulunuyordu. Ne yazık ki, “sadece ucuz bıçak ve kaba kuvvet dilini bilen insan kılığındaki hayvanlar” da her yerde karşımıza çıkabiliyorlar.

Doğrudur, ülkelerin gelişmişlik ve eğitim seviyelerine göre çok farklı rakamlarla karşılaşabiliyoruz, ancak kadınlara yönelik tecavüz ve cinayetleri kökünden kesmek mümkün olmuyor. Çok gelişmiş bir ülkenin çok güzel bir şehir parkında sabahleyin tenha saatte köpeğini gezdirmeye çıkan bir kadın da aynı şekilde tecavüze uğrayabiliyor. Yine çok gelişmiş bir ülkede minik bir kız okul dönüşü evinin önünden arabayla kaçırılıp öldürülebiliyor. Çünkü her iki olayda da cinsel saldırıdan sabıkalı zanlılar tutuksuz yargılanıyor. Bu tabii ki adaletin affedilmez bir hatası. Nasıl ki bizde 15 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz edenleri “rıza” var diye daha az suçlu gören adaletin affedilmez hatası varsa. Bu konuda rıza veya tutuksuz yargılama olamaz, o kadar basit.

Bunlar işin bir yanı. Diğer yanı ise kadınların hayatını kurtaran en önemli tedbirin şeffaflık ve aydınlık olmasıdır. Daha iyi aydınlatılan bölgelerde ve örneğin otopark gibi kamuya açık binalarda cam merdiven evleri ve asansörlerle sosyal kontrol ve dolaysıyla güvenlik katsayısı hızla artmaktadır. Duygusal tartışmalar yerine, dünyadaki ilgili başarılı örneklere bakıp uygulamamız çok daha verimli olur. 

Doğrudur, kurban yerine hep tecavüzcüyle empati kuran erkek egemen adalet ve toplumsal değerler sistemiyle ne kadar savaşsak yeridir. Ancak en ideal ortamlarda bile yüzde yüz güvenlik sağlamanız mümkün değildir. Bu yüzden de hemcinslerime tekrar cesur olma çağrısı yapıyorum – lütfen kendinizi herhangi bir şekilde güvende hissetmediğinizde, sakın ola ki çekinmeyin veya utanmayın! Gerekirse o yeri terk edin, erken gidin, erteleyin veya hiç katılmayın. Hiçbir şey canınızdan daha kıymetli değildir.

Yıllar önce Mecidiyeköy’e yolum düşmüştü. Açık otoparkların hepsi doluydu, tek izbe kapalı bir otoparkta yer bulabilmiştim. Kapkaranlıktı, her katında ortada sadece tek bir Floresan lamba yanıyordu. Girişteki saçı sakalı birbirine karışmış iki otopark görevlisine güvenlikle ilgili soru yönelttiğimde, yüzlerinde tek mimik oynamaksızın ters bir şekilde, “Bugüne kadar bir şey olmadı” cevabını almıştım. Hani ne münasebetsiz soru cinsinden. Ne kadar da rahatlamıştım.

Dönüşte toplantıyı yaptığım işyerinden yanıma birisini vermelerini rica etmiştim. Nasıl da alaylı bakışlarla karşılaşmıştım. Ancak inat ettim, çünkü kendimden ve eşimden de öte, iki küçük çocuğumu düşündüm. Gerçekten de tedirgin olmuştum ve başıma bir şey gelme ihtimal yüzde bir dahi olsa, göze alamayacağım bir ihtimaldi. Benimle gelen genç çocuk hemen otopark girişinde ayrılmak istedi, ısrar ettim, yukarı kadar çıktı ve arabama binmemi bekledi. Sonra da bariz alaylı gülümsemeyle hemen oradan uzaklaştı. Sanırım sayemde o gün çok eğlendiler, ama emin olun hiç önemli değil. Akşama eşim çok doğru davrandığımı söyledi, hatta neden kendilerinin böyle bir şey teklif etmediklerine kızdı. Kendisinin bu konuda çok daha duyarlı davrandığını biliyorum.  

Diyeceğim, cesur olmak kendini bile bile tehlikeye atmak değildir. Cesur olmak, gereğinde toplumun yanlış küçümseyen değer yargılarına karşı durabilmektir. İçinizdeki kelebeğe kulak verebilmektir. Abartınız, risk almama yönünde olsun. Tersi çok kötü sonuçlanabilmektedir. Bu konuda “Sarai Sierra Şiddet Kurbanı mı?” adlı yazıma da bir göz atabilir ve Avustralyalı annenin öğütlerini okuyabilirsiniz. 

Özgecan ve Longja’nın kaderlerinin minibüste yalnız kaldıkları şoförlerle kesiştiğine bakarak da, bu konuda mutlaka tedbir alınması gerektiği ortadadır.

Belki de ıssız bölgelere özel güvenlikli kelebek hattı koyarak işe başlayabiliriz.

Böylece başka Özgecan ve Longjaların kelebek olup uçup gitmelerini önleyebiliriz.

Tek bir tanesi için bile olsa, buna değmez mi?

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..