Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '14

 
Kategori
Çocuk Sağlığı
 

Rabbim oğluma şifa ver...

Rabbim oğluma şifa ver...
 

("İçimiz yanıyor..." başlıklı blogun devamıdır)

Oğlum, anne tarafının da baba tarafının da ilk ve tek torunu. El bebek gül bebek büyütülmenin tam bir örneği. İki teyzesi, bir halası var, amcası ve dayısı yok. Böylece genç kızların arasında sevgi yumağı olmuş bir çocuk. 2 yıl boyunca babaanne ve dede şefkati ile büyütülmüş bir o kadar da şımartılmış bir afacan. Oğlumun büyüme evrelerine şahit olmuş birisine "nasıl bir çocuktur?" deseniz yemek yeme problemi dışında negatif bir cevap alamazsınız. Oğlum, yemek yedirilemeyen çocuk tanımlamasına tam olarak uyar. Buna bir de her an kusabilme becerisini de eklerseniz, yedirebildiklerinizin geri gelmesi an meselesidir. Ondan sonra, kusmasına mı yanarsınız? 1 saati aşan aynı yemek yedirme macerasının tekrarlanacağına mı?

O akşam, tedaviye başlanmasından önce evde, babaanne, dede, anneanne ve teyze ile yenebilecek son akşam yemeği zamanı oğlumun yemek yeme konusunda bizi zorladığını hatırlamıyorum. Ailece yemeğimizi yediğimizi ve oturup oğlumun yaptığı oyunları izlediğimizi hatırlıyorum. Evimize misafir geldiğinde onun en sevdiği şey, oyuncaklarını sırayla getirip herkesle paylaşmaktır. Kişi atlamaksızın herkese bir oyuncak verir. Onun oyununa katılmasanız bile, verdiği oyuncağı elinizde tutmanız dahi mutlu olması için yeterlidir. Kısacası evimize misafir gelmesi canım oğlumun en sevdiği faaliyettir.

Ancak bizi bekleyen tedavi süreci bu eğlenceyi de elimizden alıp götürecekti.

Sabah erken kalkılacağından dolayı misafierimiz erkenden kalktılar. Misafirlerin çıkmasıyla birlikte evde annemiz, ben ve oğlum kalmıştık. Bu anları tarif edemiyorum. Zoraki gülümseyişlerin dahi güçleştiği bir an. Eşimle gözgöze gelemediğimiz, sadece oğlumuzun konuşmalarına eşlik ederek iletişim kurduğumuz bir an. Şimdi, gözlerimi kapatıp düşündüğümde karanlığın içinde kızıl ve loş bir ışık altında üçümüzün evin içinde oradan oraya hareket ettiğini hatırlıyorum. Belki bu koşuşturmalarımızın bir amacı var, hastaneye yatışımızda bize gerekli olacakları toparlıyoruz ama önümüze sunulan görevleri yerine getirmemiz dışında bir amacımız yok. Aklımız bizi bekleyen gelecekte ve o geleceğin belirsizliğinde. Kapılmışız bir dalgaya sürüklenip duruyoruz.

Eşim valiz ve araç gereç toplama görevini üstlendi. Bana da uyku vaktine kadar oğlumla oynama görevi kalmıştı ki bu benim en sevdiğim görevdi. Böyle bir ortamda da anın ağırlığını bir nebze olsun hafifleten şey zamanın akışını çocukça eğlencelere geçirmek olacaktı belki...

Oğlum genelde yaptığı gibi yine bizim aramızda uyumayı tercih etmişti. O, bizim aramızda uykuya dalar ve daha sonra benim tarafımdan veya annesi tarafından yatağına götürülürdü. Ancak bu gece ne ben ne de annesi onun bizim yanımızdan başka bir yerde uyumasını istemiyorduk. Oğlum aramızda uykuya daldı. Onun nefes alışlarını duymak o gece bize de terapi olacaktı.

Canım oğlum, ortada bir sıkıntı olduğunu farketmişti. Huzursuz bir uyku uyuyacak ve gece boyunca kötü bir rüya görüyormuşcasına sesler çıkaracaktı. Bizimse, oğlumun aldığı her nefesi duymak, günün başından beri yaşadıklarımızı düşünmek ve bizi bekleyen geleceği ve canım oğluma uygulanması muhtemel tedavinin yaratacağı tahribatı düşünmek dışında yaptığımız bir şey olmayacaktı. O gece sadece gözümüzü kapatacak ve düşünecektik. Birbirimize uyku numarası yaparak sabahın gelmesini bekleyecektik.

Bize inat edercesine uzadıkça uzayan gece, derinleştikçe daha da kararan bir karanlık, sabah ezanının duyulması ile delinmeye başlayacaktı. O sabah duyduğum ezan biraz daha farklı geliyordu bana. Karanlığın dağılacağını bildiriyordu, gecenin sessizliğinde yankılanan her tını umutsuzluğa yer olmadığını, inancımızı kaybetmememizi ve bu meşekkatli sürecin de gün olup geçeceğini fısıldıyordu adeta...

Ezan okunurken eşimin uyku numarası oyununa son veridiğini okduğu duayı duyunca anladım. Rabbimin bize bahşettiği minik meleğimiz daha yaşamının ilk yıllarında kendinden kat be kat büyük bir derdi omuzlamak zorunda kalacaktı. Oğluma dayanma gücü ve yaşama enerjisi gerekliydi. Bu gücü rabbimizden başkasından beklemeyecek ve onun şifasına  ve koruyuculuğuna sığınacaktık...

 

(Devam edecek...)

 
Toplam blog
: 10
: 746
Kayıt tarihi
: 03.07.14
 
 

Okuduklarınız, bir babanın, toz bile konduramadığı yavrusunun lösemili olduğunu öğrenmesi ile baş..