Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '14

 
Kategori
Gelenekler
 

Şanslı mı, yoksa şanssız mı olduğumuza gerçekten de karar verebilir miyiz?

Şanslı mı, yoksa şanssız mı olduğumuza gerçekten de karar verebilir miyiz?
 

Şansımız ve geleceğimiz hakkında öngörülerde bulunan falcılar, kimimizin vazgeçilmezi, kimimiz içinse şarlatandan başka bir şey değildir.


1 - Şanssız olduğum söylenebilir mi acaba?

Celâl iyi dostlarımdandır. Tanışıklığımızın mazisi çok eskiye dayanmasa da, ortak bir kültürden, müşterek bir geçmişten  (12 Eylül öncesinin Türkiye Sosyalist hareketinden) geliyor oluşumuz, çok kısa bir sürede, köklü bir arkadaşlık tesis etmemizin önünü açan unsurlardan olmuştu. Bunun, ortak tutkumuz olan koleksiyonerliğe dayanan bir boyutu olduğu da su götürmez bir gerçektir. 

İkimizin de re'sen emekliye sevk edildiğimiz süreci takip eden  bir Pazar günü, (2008’in Ekim ayıydı) bir müzayede salonunda karşılaşmamız, bu noktada adeta bir milât olmuştur bizim için. Müzayede öncesinde, etkinliğin yapılacağı salonda teşhir edilen müzayedeye konu malzemeyi incelerken, birbirimizin dikkatini çekmiş; hemen akabinde de koleksiyona değer kitaplar, haritalar, gravürler ve objeler hakkında derin bir sohbete girişivermiştik. Ben ağırlıkla kitap, harita ve gravürlerin peşindeyken; Celâl daha çok efemera ve objeleri kovalıyordu. Beraberliğimiz, benim Bakırköy'de ve Beyoğlu'nda moderatörlüğünü ve münadiliğini yaptığım haftalık müzayedelerde bir level yukarı sıçramıştı. 

2 - Zuhuratbaba muhabbetleri

Görüşmelerimizin sıklaşması, ve, aramızdaki sohbetin koyulaşarak, paylaşımlarımızın zenginlik ve derinliğinin artması; koleksiyonum ve arşivim için Bakırköy/Zuhuratbaba'da kiraladığım bir daire sayesinde oldu. Ekim 2008 - Aralık 2012 periyodunda, ofis olarak da kullandığım bahse konu dairenin evine çok yakın olması sayesinde, Celâl, sık sık uğrayabiliyordu bana. 2011'in Aralık ayında, kuru bir ayazın insanları ısırdığı bir akşam üstü de, söz konusu ziyaretlerinden birisini gerçekleştirmiş, ve, hoşbeşten hemen sonra, ‘Ziyaver, bir düşünsene, iki dinozor olduk çıktık bayağı bayağı; sen 53 bense 57 yaşındayız maşallah. Allah aşkına hayatında bir gün olsun şöyle içten ve derin bir ‘ooohhh!’ dediğini hatırlıyor musun?’ diye bodoslama girivermişti mevzuya. 


‘Hakikaten önemli bir soru bu Celâl. Gerçekten de, bizim kuşağımız ‘rahat yüzü görmedik’ dese çok da haksız sayılmaz. 'Balkan muhacirleri, ya da, 1. Dünya Savaşı sırasındaki Osmanlı tebası kadar örselendik' diyemesek de; bizim kuşak da şu veya bu nispette ezildi tabii’ diyerek teyiden cevapladım onu. Celâl, coşkuyla, ve, o gün kuşandığı karamsarlık moduna yakışan bir menfilik tonuyla, devam etti lâfına: ‘Çok şanssız bir nesilmişiz; geldiğimiz noktada durumumuzu en iyi bu argüman özetliyor bence. Hatta, genel olarak Türkiye’de doğanların, dünyanın bir çok yerinde yaşayanlara göre, daha şanssız olduklarını ileri sürmek bile mümkündür bana kalırsa’.

3 - Kadim Çin bilgeliğine referans veriyorum

Bir taraftan Celâl'i dinliyor, diğer taraftan da, onu pençesine alan bu marazi karamsarlığı nasıl dağıtacağımı düşünüyordum. Derken, aniden, adeta ilham gelmişcesine, Çin Kültürü yetişiverdi imdadıma.

'Şans gibi çok tartışmalı bir kavram etrafında sorgulayacaksak hayatımızı; hele de bu muhasebeyi, bir kişinin değil de, bütün bir kuşağın yaşadıkları üzerinden yapacaksak, çok ama çok özenli davranmak durumundayız. Aksi takdirde, hakikatin çok uzağına düşmek, ve, gerçeklikle hiçbir mutabakatı olmayan lâkırdıların bataklığına gömülmek tehlikeleriyle karşı karşıya kalabiriz. Bildiğini sandığım, ama yine de paylaşmak istediğim bir Çin öyküsüyle argümanımın altını doldurmaya çalışacağım’ deyip başladım o çok sevdiğim Uzak Doğu bilgeliğinin zirvelerinden olan kıssayı anlatmaya:

4 - Bilge seyis, yakışıklı torun, ve bir doru tay meseli

‘Uzun zaman önce, koca Çin ülkesinin bir köyünde yaşlı, ama çok yaşlı bir adamla genç torunu birlikte at yetiştiriyormuş. Köylüler, bir kış günü, yaşlı adama ‘ne talihlisin seyis, hem seni dinç tutan sevdiğin bir işin, hem de sana yardım eden hakikatli bir torunun var’ deyince, o, ‘birisine talihli demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım!’ diye cevaplamış onları. Köylüler bu cevaba anlam veremeden ayrılmışlar yaşlı adamın çiftliğinden.

Torununun, üç günlük mesafedeki kasabaya gidip, oradaki at cambazlarından ata nasıl daha usta binebileceği, vahşi atları nasıl yakalayabileceği, ve, onları ne şekilde ehlileştirebileceği konularında ders almak istediğini dedesiyle paylaşması,bu ziyaretin hemen ardından olmuş. Yaşlı seyis bu durumdan tabii ki hiç de memnun olmamış. Zira, o sırada azan eklem romatizmaları yüzünden, bırakın atlarla uğraşmayı, kendisine bile bakmakta zorlanıyormuş. 

Torunu, dedesinin muhalefetine rağmen kasabaya gidince, köylüler yaşlı seyise gelip ‘ne kadar talihsiz bir adamsın! Kendine bakmaktan acizken, üstüne üstlük bir de, hayırsız torunun seni terk etti’ diye üzüntülerini bildirmişler. Yaşlı seyis, metanetini korumuş, ve, bir önceki ziyaretlerinde verdiği cevabın aynısı tekrarlamış köyden gelen konuklarına: 'birisine talihsiz demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım!’. Köylüler bunun üzerine şaşkınlıkla birbirlerine bakıp ayrılmışlar yaşlı adamın çiftliğinden.

5 - 'Şans Teker'i, 'Talih Çarkı' döner durur tepemizde mütemadiyen!

Bir müddet sonra, torun, yedeğinde harikulâde bir vahşi tayla, muhteşem bir doru küheylânla dönmüş köye ve hemen başlamış onu eğitme çalışmalarına. Köyün ileri gelenleri toplanıp ziyarete gitmiş yine yaşlı seyisi. Onu durgun görünce de ‘amma garipsin be seyis! Torunun, ülkenin en mahir at cambazlarından ders almasına, dönüşte de görülmemiş güzellikte bir küheylan kapıp gelmesine karşın, daha ne somurtup durursun be!?! Senin şimdi, ülkenin en talihli seyisi, ve de, büyükbabası olman hasebiyle, zil çalıp oynaman gerekmez mi?’ demişler. Yaşlı seyis, sıkkın bir ifadeyle, artık standart haline gelen cevabını paylaşmış yine: ‘birisine talihli demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım!’. Beklemedikleri bu cevap 

üzerine, memnuniyetsizliklerini belli eden tavırlar sergileyen köylüler, homurdanarak uzaklaşmışlar oradan.

İlerleyen günlerde, torun, vahşi küheylanı eğitirken, at onu sırtından aniden atıverince, bacağını kırmış. Köylü yine seyisin yanına gelmiş ve bu sefer de onu beklemedikleri kadar neşeli görünce adeta çıkışmışlar: ‘seni anlamak hakikaten giderek zorlaşıyor seyis. Torunun bacağını kırdı, aylarca iş göremeyecek. Vahşi küheylanı ehlileştiremediğiniz için satamayacaksınız da. Köyün belki de en talihsizi sizsiniz. Buna rağmen hiç üzülmüşe benzemiyor, sürekli gülücükler saçıyorsun; neden acaba?!?’. 

Yaşlı seyis belli belirsiz gülümseyerek bakmış ve, pek de sürpriz sayılmaması gereken şekilde cevaplamış konuklarını: ‘birisine talihsiz demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım'. Köylüler, memnuniyetsizliklerini açıkça ortaya koyan öfkeli hareketlerle terk etmişler dede ve torununu.

6 - Birisine talihli, ya da talihsiz demeden önce, hakikaten de, onun hayatının uzun bir bölümüne bakmak lâzımmış!

Bundan 2 gün sonra, köyün bağlı olduğu senyörün bir şövalyesi, adamlarıyla gelip, yaşı 18 – 45 arasındaki bütün sağlıklı erkekleri askere almış. Sadece yaşlı seyisin torunu, kırık bacağı sayesinde bunun dışında tutulmuş. Durumu yerinde görmek için yaşlı seyisin evine giren şövalye, bir bacağı kırık toruna, bir de çiftliğin özel bir bölümünde öfkeyle çitlere saldırıp duran vahşi küheylana bakıp sessizce terk etmiş orayı. Köylüler de hemen ardından damlayıvermişler seyisin çiftliğe. Bir de bakmışlar ki, yaşlı seyis, endişeli bir eda ile bir küheylana, bir de toruna bakıp durmakta. Misafirleri, her kafadan bir ses çıkararak, adeta kakafonik bir şekilde konuşurken, yaşlı seyis, köyün erkekleriyle birlikte ufukta kaybolmak üzere olan şövalyenin kafilesinin toz bulutuna dalmış gitmiş. ‘Pes be adam! Köyün en talihlisi sizsiniz, bak, torunun savaşa gitmekten kurtuldu. Ama senin yüzünden düşen bin parça’ diye çıkışınca köylüler, yaşlı seyis gözlerini ufuktan ayırmadan cevaplamış onları. Söyledikleriyse, bu meselin muhatabı için hiç de şaşırtıcı değilmiş artık: ‘birisine talihli demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım’. Köylüler, dayanamamışlar, ve, asgari nezaket kurallarını bile hiçe sayarak,‘sen delisin!’ diye bağırarak aceleyle terk etmişler çiftliği.

 

Gel zaman, git zaman, kış bahara dönmüş, ve, savaşa giden erkeklerin ancak çok küçük bir kısmı, yaralı ve perişan bir halde, dönebilmişler geriye. Onlarla birlikte köye gelen senyörün habercisi, yaşlı seyisin çiftliğine uğramış, ve, mağrur bir ifadeyle, Savaş Lordu'nun o vahşi küheylanı hassa ahırına katmak istediğini bildirmiş. Yaşlı seyis, senyörün sarayına yapacağı yolculuk için, henüz iyileşen, ve, ancak 1 - 2 gündür kol değneksiz gezmeye başlamış olan torunun hazırlanmasına yardım etmiş. Torunu, henüz eğitiminin çok başlarında olan vahşi küheylan, Savaş Lordu'nun habercisi ve maiyetinden oluşan kafile tozu dumana katarak uzaklaşırken; bitivermişler adeta köylüler yaşlı seyisin kapısında. Koro halinde, ağıt yakarcasına, ve birazcık da nispet veren bir edayla, 'Vah dostum, vah yaşlı adam, vah çaresiz ihtiyar! Torununu savaşta ölmekten kurtardığını sanmıştın, ama, bak şimdi hem onu, hem de o muhteşem küheylanı kaybediverdin. Sen çok talihsizmişsin be komşu!’ diyen köylülerin suratına sakin ve dingin bir edayla bakan yaşlı seyis, gülümseyerek yapıştırıvermiş o klişeleşmiş cevabı: ‘birisine talihsiz demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım’. Bu cevabın köylüleri nasıl öfkelendirdiğini, nasıl kızdırdığını anlamak için orada olmaya gerek yoktur sanırım!

7 - Nimet sandığımız bazen külfet; külfet bildiğimizse, kimi zaman nimettir

Aradan bir mevsim geçmiş; bahar yaza dönmüş. Torununun, küheylanı eğitip senyörün ahırına kattıktan sonra, yanına dönmesini sabırsızlıkla bekleyen yaşlı seyisin kapısına bir sabah, daha kargaların b.klarını yemediği bir er vakitte, hem kendileri, hem de atları zırhlı, ve, tepeden tırnağa pusatlı, onlarca savaşçıdan oluşan bir kafile dayanıvermiş. Kudretli senyörün, Çin'in en önemli Savaş Lord'unun şatafatlı şövalyelerini, muharebe tertibinde ve aniden görünce karşısında, aklı çıkmış ihtiyar seyisin, eli ayağı kesilivermiş, olduğu yere yığılıp kalmış.

Torununun büyük bir hata yaptığını, ve, bedelini de hayatıyla ödediğini düşünüyormuş ki, beklenmeyen konuklarının açıklamalarıyla, durumun tam tersi olduğunu anlayarak, yüreğine su serpilmiş yaşlı adamcağızın.

Gelenler, torununun vahşi atını eğitirken, sergilediği olgun tavırları, ve, bilgece tutumları sayesinde, senyör tarafından çok beğenildiğini, bu arada biricik kızının da genç, maharetli ve yakışıklı seyise aşık olduğunu; senyörün, bu duruma, benzerlerine ancak masallarda rastlanılacak bir şekilde yaklaşarak, evlenmelerine izin verdiğini bir bir anlatıvermişler. Mucizevi gelişmeler bununla da sınırlı değilmiş. Yaşlı seyisin torunu, Savaş Lordu'nun damadı olmakla kalmamış, aynı zamanda da, daha önce tahtın varisi olduğu açıklanmasına karşın; hırsını ve öfkesini dizginlemekte zorlandığı, ve, adaletten uzaklaşmaya meyyal bir profil verdiği için, ülkenin akil adamlarında, eyaleti nasıl yöneteceğine dair ciddi ve derin kaygılar oluşturan Lord'un büyük oğlu yerine, eyalet meclisi tarafından veliaht ilân edilmiş. 

Bütün bunları şifahen anlatan haberci, hemen ardından, yaşlı seyisin bundan böyle eyalet sarayında, senyörle, ve bir sonraki senyör olacağı duyurulan torunuyla birlikte yaşamasının uygun görüldüğünü tebliğ eden fermanı da büyük bir saygı içinde okumuş. Mesajı içeren ipek parşömeni katlayıp, muhafazasına koyan haberci, aniden diz çökmüş. Onun bu jestini diğer askerler de derhal takip ve taklit etmişler. Haberci, 'hazırlanmanız için bir gününüz var efendim. Biz sizi dışarıda kurduğumuz çadırlarda bekleyeceğiz; yarın bu saatte de yola çıkmak zorundayız' demiş, ve, hep birlikte, selâmlayarak, ve geri geri giderek terk etmişler çiftliği.

Olayları tâ başından beri, ortadan 'çaaatt!' diye çatlamalarına yol açacak kadar derin bir merak duygusunun esiri olarak izleyen köylülerse, kendilerinden beklendiği üzere, askerlerin uzaklaşmasıyla birlikte, neredeyse ışık hızında hareket ederek, doluşuvermişler çiftliğe. Onların ‘biz biliyorduk zaten senin ve torununun dünyanın en şanslı, en talihli, en bahtı açık insanları olduğunuzu!’ diye hep bir ağızdan konuşmaya başlamalarını bir el hareketiyle durduran yaşlı seyis, klasik repliğini tekrarlayıvermiş yine: ‘birisine talihli demeden önce, onun hayatının daha uzun bir bölümüne bakmak lâzım’. 

Köylülerin bir kısmı bu cevabı duyunca şaaakk diye düşüp bayılırken, bir kısmı da sinir krizi geçirmeye başlamış. Derin bir öfkeye kapılan bazılarıysa, seyisin artık müstakbel Eyalet Lordunun büyükbabası olduğu hakikatı yüzünden, abartılı jestler sergileyen diğerleriyle birlikte, temannalar çakarak ve geri geri giderek terk etmek zorunda kalmışlar çiftliği. 

8 - Olan bitenler, olup bittiğini sandığımız şekilde olup bitmiyorlar galiba!

Yaşlı seyisin, çiftliğinin idaresini güvenilir bir vekilharca devredip, eyalet başkentindeki Lordluk sarayına yerleşmesinden, ve, torunu veliaht prensin, Eyalet Senyörü'nün kızıyla evlenmesinden sonra, çok dramatik gelişmeler olmuştu. Köylülerin, yaşlı komşularını en son görmelerinin üzerinden tam 3 ay geçtikten sonra, yazın güze döndüğü o ilk günlerde, eyaletin insan barındıran her meskûn mahallinde olduğu gibi, dedeyle torunun köyünde de okunan bir Eyalet Lordu fermanı, bakın o gelişmeleri nasıl özetlemişti: 

'Ben Orta Çin Eyaleti eski Lord'u Hua Mua Fua'nın büyük oğlu, ve, Eyalet Lordu Çua Mua Fua; Lord babamı, ve, bazı eyalet önde gelenlerini, yaptığı kara büyüler, ve, envai çeşit hile ve desiselerle tesiri altına alan yaşlı bir büyücü, ve, onun büyücü çırağı torunu, önce; kız kardeşimin aklını çelmiş, ardından da, hakkım olan veliaht prensliği, ve, lordluğu  benden gasp etmişti. Bu durumun, ülkemizin ve tebamızın menfaatlerini haleldar ettiği aşikârdı. Nitekim; töremizin, tarihimizin, örfümüzün ve kültürümüzün taşıyıcısı olan Eyalet çapındaki bir çok kanaat önderleri, bu uğursuz büyücülerin oyununu bozarak, onların kuklası durumuna düşen kesim ve kuvvetlere karşı savaş açmış; bu savaşın baş komutanlığına da, eyalet lordluğuna atadıkları beni lâyık görmüştü. Haftalarca süren çok çetin muharebelerden sonra, gururla ve sevinçle bildirim ki, büyücüler, ve, onları destekleyen kuvvetler, aldıkları ağır mağlubiyete müteakip, eyalet başkentini terk ederek eyalet kırsala kaçmak zorunda bırakılmışlardır. Dağla çöl arasındaki dar bir alana sıkışan asi kuvvetler son bir kez uyarılmış, ve, bir hafta içinde teslim olmamaları halinde, babam eski lord, ve, kız kardeşim, ve, annem, ve, süt ninem, ve eski kılıç hocam, ve, eski baş vezir de dahil olmak üzere, tamamının itlaf edilecekleri ilânen duyurulmuştur. 

Yüce Çin milletinden aldığım hız, güç ve inançla, büyücülerin ifsad ettiği unsurları ilelebet memleket topraklarından kazımakta olduğum şu günlerde, asilerin karşısında, ve, benim yanımızda duran siz sevgili tebama Konfüçyüs, ve Tao, ve Budha adına şükranlarımı sunarım'.


Ferman tamamlandığında, köy meydanında tam bir ölü sessizliği hakimdi. Bu arada askerler, yaşlı seyisin çiftliğini yakmayı, ve, oradaki herkesi sorgusuz sualsiz parçalamayı da ihmal etmemişlerdi. Verilen bu çok sert göz dağının ardından köy sakinlerine terk edilmiş, saldırgan kuvvet ise, eyalet başkentine doğru dört nala uzaklaşmıştı. Köylülerin, 'ah be yaşlı seyis, ah be genç torun, siz ne talihsiz insanlarmışsınız, ne bahtsız kişilermişsiniz öyle' diye ağlaşmaları yeri göğü inletiyor, ahali aslında biraz da, eyalet lordunun köyü olmanın avantajını daha yaşamadan kaybetmiş olmanın travmasını ve acısını göğüslemeye çalışıyordu.

Aşağı yukarı aynı sıralarda, bir dağın eteklerine kurdukları karargâhlarında, son muharebenin mağlupları, zarar tespiti yapıp, güçlerini konsolide etmeye çalışıyordu. Başkumandan çadırında; eski seyis - yeni baş vezir, eyalet meclisinin savaş başlar başlamaz Eyalet Lordu ilân ettiği torununa, ve diğer askeri erkâna ‘bir savaşa kaybedildi demek için, onun olabildiğince uzun bir bölümüne bakmak, ve, bütün muharebelerinin tamamlanması beklemek lâzım’ diyerek moral motivasyon, inanç ve mücadele azmi ve perspektif vermeye çalışıyordu.

Taraflar çarpışıyor, çarpışıyor ve çarpışıyor; bazen bir taraf, bazen de diğeri, çok önemli olmayan kimi avantajlar elde ediyordu. Bu arada güz kışa, aydınlık karanlığa, yin(g) yang'a, zayıf kuvvetliye, iyi kötüye dönüşüyor, dönüşüyor ve dönüşüyordu'.

9 - Bu nasıl öykü böyle?!?

'Bu kadar!' deyip sustuğumda, Celâl, sorgulayan bakışlarla süzüyordu beni. Hemen ardında da, 'bu meselin kıssası her neyse, kusura bakma ama, anlayamadım, alamadım ben onu!' tepkisini vermekte gecikmemişti. Otantik bir Çin meselinden aklımda kalanları, muhayyilemden kattıklarımla zenginleştirmiş, öylece paylaşmıştım onu. 


Yaşamları, faaliyetleri, mücadeleleri devam ederken; bir kişinin, hele de, bir kuşağın, şanslı mı, yoksa şansız mı olduğuna (şaşmaz bir kesinlikle ve doğrulukla) karar vermenin çok zor olduğunu başka nasıl anlatabilirdim, bilemiyorum doğrusu.

Şansımız, ve, gelecekte yaşayacaklarımız hakkında ahkâm kesen falcıların bahse konu olgulara yaklaşımlarındaki kolaycılıkla; paylaştığım meselin, Moebius Şeridini andıran sonsuz döngüsünün, Celâl'le tartıştığımız olayı aydınlatmaktan çok, neredeyse karartmaya hizmet eden çetrefilli içeriğinin zorluğunu bir kenara  bırakıp; bir anlığına, aktüel internet fenomenlerinden Baattin'in, şans konusuna referans veren ilişikteki esprisinin berrak basit ve berrak içeriğine kulak verelim diyorum.

 
Toplam blog
: 297
: 1623
Kayıt tarihi
: 29.08.11
 
 

1958 Fatih / İstanbul doğumlu. Etiler Lisesi ve İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği Bölümü me..