Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '13

 
Kategori
Siyaset
 

Seçim barajı üzerinden demokratlaşma yalanı

Seçim barajı üzerinden demokratlaşma yalanı
 

Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak, Osmanlı'da 1. Meşrutiyet'in ilanından beri iyi-kötü bir seçim sistemine sahibiz. Geçmişimizin hakkını da verelim, seçim konusunda büyük başarılara da sahibiz. Dünya'da kadınlara seçme ve daha sonra da seçilme hakkının tanındığı ilk ülkelerden biriyiz. Ancak bugün aynı güzel başarı tablosunu çizdiğimizi söylemek çok mümkün değil.

Aslında şu anki adil temsil yeteneği olmayan meclisimizin temelinin çok partili hayata geçiş yıllarında atıldığı söylenebilir. Türkiye'nin kimilerine göre ilk demokratik seçimleri olan 1950 Türkiye Genel Seçimlerinin; "demokratik seçim" olma konusunda, önceki seçimlere göre çok önemli bir özelliğe sahip olduğunu söylememek riyakarlık olur. "Açık oy/gizli tasnif" gibi demokratik olmaktan çok uzak bir yöntem terk edilmiş, en doğru metot olan "gizli oy/açık tasnif" bu seçimde uygulamaya konulmuştur. Ancak bu seçimde bir önceki seçimde var olan "liste usulü çoğunluk seçim sistemi" değiştirilmemiştir. Bu sistemin uygulanmaya devam etmesi ile; Demokrat Parti, oyların %53'ünü alarak mecliste 415 milletvekili ile temsil hakkı kazanmış, Cumhuriyet Halk Partisi ise, oyların %40'ını alarak 69 milletvekili ile temsil edilme şansı bulmuştur. Rakamlarda yanlışlık yok. %53 oy=415 milletvekili, %40 oy=69 milletvekili. Bu sistem CHP iktidarında getirilmiştir ve 27 Mayıs 1960 darbesine kadar DP hükümetlerince değiştirilmemiştir. Bu durum, o dönemin iki hakim partisinin de gerçek temsil yeteneğine sahip bir meclisi istemediklerinin açık göstergesidir.

1961'de yeni bir anayasa ile seçime giren Türkiye görece temsil yeteneği daha yüksek bir sisteme de geçmiştir. Bu seçimde uygulanan D'Hondt sistemi ile CHP %36,72 ile 173, Adalet Partisi %34,78 ile 158, CKMP %13,95 ile 54, YTP ise %13,72 ile 65 sandalye elde etmişlerdir. Bu seçimde CKMP'nin, YTP'den daha yüksek oy almış olmasına rağmen, YTP'den daha az temsil hakkı kazanması komik gibi görünse de; %100 adaletli bir dağılımın olamayacağını, geçmiş seçimlerin temsildeki adaletsizliğini ve bu sistemde oyların sadece %0,80'inin temsil edilmediğini düşündüğümüzde tablo daha aydınlık bir şekil alacaktır. Ancak bizi aldatacak bir nokta vardır ki; bu seçimde, uygulanan seçim barajının altında kalan bir parti olmamıştır.

1965 seçimlerine gelindiğinde ise Türkiye'nin bugüne kadar temsilde en adaletli sistemi olan "milli bakiye sistemi"ne geçilmiştir. %2,24 oy alan bir partinin bile 11 sandalye ile mecliste sesinin olması sağlanmıştır. Ancak bu seçim sistemi ertesi seçimde terk edilmiştir.

1969'tan 1980 askeri darbesine kadar seçimlerde barajsız D'Hondt sistemine geçilmiştir. Adil temsil kabiliyeti büyük oranda azalsa da ölmemiştir. Seçim barajı olmadığı için partiler, %1-2 arası oy oranları ile dahi mecliste çok az da olsa temsil hakkı elde etmişlerdir.

Ve darbe sonrası süreci şuan da yaşıyoruz. "Çifte barajlı D'Hondt"u olsun, "Çifte barajlı D'Hondt + kontenjan"lısı ve derken 1995'ten beri "Ülke barajlı D'Hondt" sistemi. Teferruada gerek yok. Nedir ortak noktaları? Küçük kitlelerin sesini kesmek ve çoğunluk demokrasisini (ne derece doğru bir demokrasi olduğu bugün çokça tartışıldığını gözlemliyoruz) hakim kılmak.

Geçmişimizi biraz irdeledikten sonra günümüze gelelim. Medya organlarında dönen haberlere göre AKP hükümeti seçim barajını ya düşürecek ya da kaldıracakmış! Kulağa hoş geliyor değil mi?Ancak gerçek hiç de kulağa geldiği gibi hoş değil. Çünkü yine aynı haberlere göre daraltılmış bölge sistemi de bu yeni sisteme entegre edecek.

O sistem neydi, bu sistem ne sağlardı, falanı filanı bir kenara koyalım. Bu yapılmak istenenin açık tabiri şudur: AKP, bir kez daha insanlara demokratlaşma yalanı söylemek için çalışmalara başlamıştır. Çünkü AKP zaten var olan sistemin güç verdiği, güçlendirdiği bir partidir. Kendisine bu gayridemokratik sistemden daha az temsil hakkı verecek bir sistemi kendi elleriyle getirmez. AKP, bu sistem sayesinde sadece %34 oyla mecliste 2/3 çoğunluğa sahip olmuştur. Bu getirilmek istenen sistemle de sadece BDP adaylarının kendi listeleri altında seçimlere girebilmesi sağlanmış olacaktır. Bu sayede Abdullah Öcalan ile yapılan pazarlıklar da devam edecek. Abdullah Öcalan'ın da -bildiğiniz gibi- demokrasi gibi bir kaygısının olmamasından dolayı bu planı koşulsuz kabul edeceğini izleyeceğiz. Böylece Recep Tayyip Erdoğan ve etrafındakiler "Şöyle demokratikleştik, böyle özgürleştik! Bunların her şeyi yalaaaan! Bakın seçim barajı için kıllarını kıpırdatmadılar! Cehape, Hitler bıyıklı başbakanı zamanında şöyle oy hırsızlıkları yaptı, dindarları böyle sindirmeye çalıştı!.." gibi masallar okumaya kaldıkları yerden devam edecekler.

Dikkat çekilmesi gereken bir nokta var ki; bugün genel seçimlerde %2 oy almış bir parti yaklaşık olarak 1 000 000 (yazıyla: BİR MİLYON) seçmenin oyunu kazanmış demektir. Kimilerinin, başbakanın tabiri ile, üç beş çapulcu olarak gördüğü toplulukların temsil ettiği partiler, seçim barajının kalkması ile belki de o psikolojik sınır olan o kocaman sayı kadar insanın oyunu alacaklar. İstikrar, güçlü hükümet gibi safsataları kenara bıraktığımızda; bu insanların yasama organında temsil haklarını engellemek ise büyük bir demokrasi suçudur.

Gerçek temsilin sağlandığı bir demokrasi mi istiyoruz? Ama seçim barajsız bir seçim de bünyemize ters mi? İkisi ile birlikte yaşamak mümkün. 100/550 yani %0.18 seçim barajı her iki arzunuzu da karşılayacaktır.

 
Toplam blog
: 2
: 301
Kayıt tarihi
: 14.07.13
 
 

Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğrencisi. ..