Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Senin yüzünden 2

Senin yüzünden 2
 

'Senin yüzünden 1' de var, bu ikincisi. 'Senin yüzünden 1' de, İstanbul gezimi anlattım. Gezim, 16 gün sürdü, 9 günü İstanbul'da geçti. 'Senin yüzünden 1' de, İstanbul'da geçen 9 günümü anlattım. Aslında ilk yazıda '1' takısı yoktur, sadece 'Senin yüzünden'dir. Baktım devamını yazacağım yazıya da en uygun başlık 'Senin yüzünden' olacağını anladım, ben de 'Senin yüzünden 2 başlığını atıverdim.

'Senin yüzünden' başlığı en güzel dostum Yasemin için atıldı. Onu çağrıştırıyor. Gezime en büyük sebep ve amaç olduğu için onu işaretliyor. Doğrusu da budur, değerli akrabamın ısrarlı davetiyle, Yasemin'i görmeyi amaçlayıp arzulayarak böyle, unutulmaz derece de güzel ve anlamlı bir gezim gerçekleşti. Ve 'Senin yüzünden 2' başlığını atmayı uygun görüyorum yazıma.

'Senin yüzünden' başlıklı ilk yazımı görmeyip okumak isteyenler için yazının linkini vereyim:https://mustfyildirim.yun/ bükk/2017/02/21/senin-yuzunden/

*

İstanbul'da geçen 9 günün ardından hareket ettik, dönyoruz. Direksiyonda Kerim abim, ön koltukta ben, arkada annem ve iki kuzen...Yalnız, geldiğimiz yöne değil, ters istikamete, batıya doğru hareket ediyoruz. Çanakkale Şehitliğini ziyaret edip, oradan memlekete döneceğiz.

İstanbul'dan ayrılırken üzerime çöken derin bir hüzün kaplamıştır her yanımı. Gitmeyi canım hiç istemez, ama boyun büker sessiz sessiz otururum arabadaki yerime. Dışıma yansıtmasam da içimde fırtınalar esmektedir. Çünkü ayrılıyordum dostumdan. Gezim de onu niyetlemiştim, onu amaçlamıştım, onu sebeplemiştim Görüşmüştüm, unutulmaz bir vakit geçirmiştim onunla. Onun şehrinde yaşamak, ona yakın olmak güzeldi. Hani, Nazım, 'Bu şehir güzelse senin yüzünden' der ya, öyleydi işte. İstanbul güzelse dostum yüzündendi benlim gözümde. Ona yakın olmak, onun şehrinde yaşamak bile güzel ve anlamlıydı. Dostumun şehrinden ayrılmak, dostumdan ayrılmak gibi hüzünlü gelmişti bana. 'Elveda' mesajı çektim dostuma, 'belki bir daha gelemeyeceğim bu şehre, ama çok güzeldi, seni görmek her şeyin en güzeli, sana yakın olmak bile keyifliydi, elveda dostum' diyeydi mesajım.

Küçükçekmece, Avcılar, Esenyurt, Büyükçekmece, Silivri... Yavaş yavaş çıktık İstanbul'dan. Ama, Silivri'yi hiç sevmedim. Silivri'de yaşamak İstanbul'da yaşamaksa, beri dursun yaşamak dedim. İstanbul'da yaşayacaksan, eski İstanbul'un yakınlarında yaşayacaksın... Eski İstanbul'la İkitelli-Küçükçekmece arası bile ben de nefret uyandırmıştı; değil Silivri... Herhalde bana ölüm gibi gelirdi.

Tekirdağ il sınır boyunca güzeldi manzara. Yol arada denizi öpecek gibi denize yaklaşıyor, keyifli bir doyum sağlıyordu coğrafi güzellikler. Edirne il sınırına girdik, Keşan ilçesinin içinden geçtik. Nadide bir coğrafi güzellik olan Gelibolu yarım adasına doğru yavaş yavaya devam edip aktık.

*

Gelibolu... Hakikaten büyük, zarif, güzel ve fırtınalı bir yarımada... Bir tarafında Ege denizi, bir tarafında Marmara denizine bağlanan uzun bir boğaz... 

Çanakkale Cephesi... Birinci Dünya Savaşı'nın en önemli cephelerinden biri.. Yüzbinlerce insanın savaştırılıp kum gibi harcandığı cephe... Tarih kokan, ölüm kokan bir coğrafya Gelibolu yarımadası... Kahramanlık mı, trajedi mi? Bence, trajedi... Kahrolsun emperyalizm...

Gelibolu ilçe merkezine girerken Kerim abi anneme dönüp 'Hala, bugün akşama kadar gezelim, gece bir pansiyonda kalırız, gidemediğimiz yerler olursa yarın gezeriz, ondan sonra da Konya'ya hareket ederiz' dedi. Ben atıldım hemen 'Abi akşama kadar her yeri hızlıca gezelim. İzmir'de çok sevdiğimiz ve çok samimi bir akrabamız var, akşam da oraya gideriz olmaz mı?' dedim. Kerim abimin aklına yattı. Annem de beni desteklercesine, İzmir'deki akrabanın iyi ve misafirperver biri olduğunu söyledi. Kerim abim hemen kararını verdi, 'Tamam o zaman, bugün hızlı bir şekilde Gelibolu'yu geziyoruz, akşama da İzmir'e hareket ediyoruz' dedi. 'Tamam' dedik hep bir ağızdan.

Gelibolu gerçekten çok büyük bir yarım adaydı; bir gün de gezilecek bir yer değildi. Ama biz gezecektik. Tabii, ziyaret edilen bazı anıtları, ulaşılması zor olan şehitlik yerlerini atlayarak, gezi haritamızda çıkararak... Gelibolu ilçe merkezinden çıktık, son sürat. Yolumuzun üstündeki ilk şehitlik Akbaş Şehitliği idi. Beni de indirip sandalyeme bindirdiler. Dolaştık şehitliği. Resimler falan çekindik. Ama hava müthiş soğuktu. Gündüz gündüz sanki ayaz esiyordu, soğuktan dıdıladım; bir an evvel arabaya binip hareket ettik. Anıtları hızlıca geçtik. Anzak şehitliklerinin yanından geçerken söyledim, 'Anzak şehitlikleri bunlar' deyip, Anzaklar'ı anlattım. Annem ayırt etmeden hepsine okudu. 57. Alay Şehitliği'ne geldik. Orada da indim, arabama bindirdiler. Hızlıca bir geziden bindik arabalara. Gerçekten çok soğuktu hava, hasta edecek şekildeydi. 'Anne ben bir daha inmeyeceğim, çok soğuk; siz inin, ben arabada beklerim' dedim. Hızlı hızlı dolaşmaya devam ettik. Bazen Kerim abi ve kuzenler iniyordu, bazen annem de onlarla iniyordu. Şirin mi şirin Eceabat ilçesine geldik. Eceabat ilçesi küçüktü ama nefis bir ilçeydi. Denizin, yani boğazın hemen yanındaydı, tam karşısında Çanakale il merkezi vardı. İlçe merkezinde küçük bir balık lokantası bulduk ve indik. Karnımızı doyurduktan sonra hareket ettik. Hedefimiz büyük anıttı, Çanakkale Şehitleri abidesi yani. Eceabat'a gelmek için bile baya bir mesafe kat etmiştik. Abide ise, Eceabat'a daha otuz kilometreydi. Şaşırdım, doğrusu da sıkılmıştim. Abideye giderken, Fransız şehitliğinin yanından geçerken annem okumaya başladı. 'Neden onlara da okuyorsun?' dediklerinde, annem olsun ölmüşler sonuçta dedi. Anneme 'Aferin gıı, anne' dedim. Abideye vardık. Ben inmedim, hepsi indi. Arabadan göz attım. Dostumu ve İstanbul'u düşünüp hayal ettim. Eceabat'a geri döndük. Feribota binip Çanakkale il merkezine geçtik. Hava yeni yeni kararmııştı. Çanakkale il merkezine şöyle bir göz attım, karanlıkta pek görülmese de. İl merkezinden çıkıp İzmir'e doğru yola koyulduk. 

Dostuma mesaj attım: 'Dostum, istikametimiz İzmir, yelkenler fora!' diye. Şaşırdı, 'Niye İzmir?' dedi. 'İzmir'de samimi bir akrabanız var, hazır yakın sayılır dedik, istikametimizi İzmir'e çeviriverdik' dedim. Sevindi, 'benim yerime de gez dostum' dedi.

*

Gece gece yoldan başka bir şeyi göremesek de, 23 civarı vardık İzmir'e Doğru akrabaya gittik. Yemek, çay, kahve, kuruyemiş ve sohbet faslından sonra yattık. Öğleye yakın kalkıp kahvaltıdan sonra geziye çıktık.

Saat kulesi, Kordon Boyu, Pasaport İskelesi Sevgi Yolu'nu gezdik hayran hayran. Sevgi Yolu'ndan resimli bir selam gönderdim dostuma. Hava kararırken eve doğru yol aldık; ama akrabanın evine değil.

İzmir'de yaşayan bir köylüm, bir ablam vardır. Beni çok sever, beni kendi ruhundan görür. Tabii tanışıklığımızın sebebi daha çok sosyal medyadır. Kısmi şairliğimi takip eder. Kerim abimden İzmir'e geldiğimizi öğrenince, 'Mutlaka bana da geleceksiniz, gelmezseniz küserim' demiş, aynısını da bana mesaj attı. Böyle candan yapılmış bir davete icap etmemek olmaz deyip, geziden sonra oraya gittik. 

Köylüm, ablam... adı Fadime'dir. Bizi samimi bir ilgiyle karşıladı. Hemen sofrayı kurdu. Leziz ve nefis yemekler hazırlamış bizim için. Doyasıya yedik. Onu ziyaret için İzmir'e geldiğimiz akrabam da, eşi ve çocuklarıyla Fadime ablama geldiler oturduk, sohbet-çay, sohbet-kuruyemiş, sohbet-kahve, sohbet-meyve birbirini izledi. Dönüş vakti geldiğinde, Fadime ablam, 'Ben Mustafa'yı salmam, biz sabaha kadar sohbet edeceğiz' dedi. Ben de anneme ve akrabaya dönüp 'Evet, ben Fadime ablamda kalacağım' dedim. Annem ve küçük kuzen akrabayla döndüler.

Kerim abim, ben ve büyük kuzenim Fadime ablamda kaldık; beklesin bizi sohbetin dibi...

Fadime ablamın iki güzel kızı vardır. Büyük kızı, bir abi, bir edebiyatçı olarak beni çok sever. Daha gelmeden bana dört kitap ve bir biblodan oluşan hediyesini hazır etmiş imiş bile. Hatta, sabaha kadar okey oynayacağımızı, beni kendine ortak alacağının hayallerini bile kurmuş imiş.

Annemgili gönderdikten sonra, sohbetin dibine vura vura başladık çerez partimize. Gece 3 gibi Kerim abimi uykuya kurban verdik. Saat 4'e yaklaşırken okey masamızı kurduk. Benle Hatice oldu, Fadime ablamla kuzen...7 yıldır oynamadığım halde, amatörlüğüm de cabası; ama şans benleydi, okeyleri sık sık ben yaptım. Bir güzel yeniverdik, Fadime ablayla kuzeni. Saat 7 olmuştu. 7.30 gibi yattık. 4-5 saat süren uykunun ardından uzun bir kahvaltı keyfi yaptık. 14.30 gibi de vedalaşıp ayrıldık.

Akrabadan annemi ve küçük kuzeni aldık. Anneme kalsan köyümüze dönecektik, ama biz Kerim abiyi kafaya almıştık, 'Antalya'ya gidelim' diye. İstikameti Antalya yaptık. Mesaj attım dostuma, 'Dostum, ne bereketlisin maşallah! Seni niyetleyip çıktığım yol, nerelere vardı böyle! Belki sen olmasan İstanbul'a gelmek istemeyecektim! İzmir'den sonraki İstikametimiz Antalya!' dedim.

*

Aydın. Nazilli, Denizli il sınırları, Burdur il sınırları, Burdur'un ilçesi Çavdır, Antalya il sınırları, Korkuteli ve Antalya il merkezi...

Aydın il sınırları gerçekten çok güzeldi; köylerinde yaşamaya özendik. Denizli ve Burdur il sınırlarındaki iklim bizim oraların iklimine çok benziyordu ve benim memleketimi hiç canım istemiyordu. Çavdır'da geçerken 'Bakın ben bu ilçenin gece hayatını anlatan bir kitap okudum' dedim. Doğruydu dediğim. Geçen yıl okuduğum, Osman Özarslan'ın 'Hovarda Alemi/ Taşrada Eğlence ve Erkeklik' adlı kitaptı o kitap. Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji bölümünde yapılmış bir yüksek lisans teziydi bu çalışma. Tez için araştırma alanı Burdur'un Çavdır ilçesiydi. Antalya il merkezine yaklaştıkça Akdeniz iklimi beni sarıp sarmalamaya, ruhumu dinlendirmeye başladı. Kulaklarıma Zülfü Livaneli'nin 'Akdeniz' şarkısı çalınmaya başladı. Tabii, Ata Demirer'in sesinden:

"Akdeniz Akdeniz, senden aslımız 
Masmavi bir aydınlıktan gelir neslimiz 
Hasretin içimde derin bir sızı 
Yelinden tuzundan ayırma bizi"

dörtlüğü kulaklarımda çınlar.

*

Saat 20 gibi Antalya'ya vardık. Buradaki akraba, İzmir'deki akrabamın kardeşi. Yemek, çay, meyve, beraberlerinde sohbet derken, yatma vakti geldi, yattık. 

Öğlen gibi geziye çıktık; ben, Kerim abim, kuzenler ve akrabanın iki oğlu. Antalya'nın merkezdeki ilçesi Kepez taraflarındaki 'Park Orman' denilen eğlence yerine gittik. Kerim abim ve kuzenler aletlere binip yarış falan yaptılar. Oradan, il merkezine 20 km uzaklıktaki 'Evdirhan' adlı kervansarayı görmeye gittik. Kervansaray, 1200'lü yılların başında Anadolu Selçukluları tarafından inşa edilmişti. Gerçekten görkemli bir kapısı vardı. Oradan, Karain Mağarasına gittik. Ama mağara çok yüksekteydi, merdivenlerle çıkılıyordu. Dolayısıyla, benim tekerlekli sandalyeyi çıkarmak imkansızdı. Kerim abim seslendi: 'Mustafa gezemeyecekse bizim gezmemizin anlamı yoktur; binin arabalara!' dedi. Oradan, Konyaaltı Plajı'na geldik. Sahil boyuca yürük. Tam o sıra, iki can dostumdan beş dakika arayla mesaj geldi. İkisi de aynı şeyi soruyordu, 'Gezin nasıl geçiyor dostum' diyorlardı. Biri Yasemin, biri de Fatma Nur'du. Can dostlarımdı onlar. Akdeniz'in nefis kokusunu içime çekip, selamlar gönderdim dostlarıma. Fatma Nur tekrar yazdı bana: 'Kerim abine selam söyle, Konya'ya gelince mutlaka bekliyorum, dostumu gezdirdiği için ona teşekkür etmek isterim' dedi. Eve döndük. Yemeği yedikten sonra çayı içtik ve yattık. 

Kahvaltı sonrası öğleye yakın bir saatte Antalya'dan ayrıldık.

*

İstikamet Konya'ydı anneme kalırsan, bize kalırsan ise Alanya'ydı. Orada, uzak ama çok değerli bir akrabamız vardı. 5.5 yıl önce, Alanya'dan kalkıp gelip bizi toplayıp götürmüş, 15 gün evinde misafir etmişti. Annem onlar karı koca çalışıyorlar, rahatsız etmeyelim diye gitmek istememişti. O sıra yoldaydık, bizim buralara kadar geldiğimizi öğrenen akraba aradı, 'Valla dayı, annem su kaynatıyor' dedim, telefonu anneme vermemi istedi, 'Gelmezseniz küserim' diyerek annemi ikna etti. O sıra Serik'e yaklaşmıştık. Aspendos'a gidelim demiştim Kerim abime. Tamam demişti. Serik'ten çıkınca biraz gidip Aspendos tarafına döndük. Birkaç km yol aldıktan sonra Aspendos'a vardık.

Aspendos... Çocukluğumdan beri hayranı olduğu antik tiyatro... Tam, 1850 yaşında. Gişelerden ve bahçesinden geçip antik tiyatroya girdik. Tek kelimeyle muhteşem! Mimarideki görkem harika! Ses akustiğini yeni yapıların hiçbiri sağlayamaz. Sahneden hafiften yüksek sesle yapılan bir konuşma, seyici oturma yerlerinin en tepesinde bile rahat duyulabiliyor. Annem, Kerim abim ve kuzenler yukarılara çıktılar, ben ise sahnedeydim, hayran hayran izledim tiyatroyu. Kuzen inince pozlar verip resim çektirdim ona. Sonrasına ayrılıp yola koyulduk...

Manavgat'ı geçip Alanya'ya vardık. Ben Manavgat-Alanya arasındaki yolu, Manavgat-Antalya arasındaki yoldan daha çok severim. Manavgat-Alanya arasındaki yol, neredeyse deniz kenarındadır, yol boyu deniz manzarası sunar yolcuya. Manavgat-Antalya arasındaki yol da ise denize en az beş km uzakta gidersin.

*

Alanya... Anadolu Selçuklular'ının en ünlü hükümdarı Alaeddin Keykubat döneminde alınmış, Saadettin Köpek'in mimarlığıyla inşa edilmiş şehirdir.

Alanya'yı da severim ben. Şehrin tam ortasında olup, denize bir yarım ada gibi sokulan yüksek dağ, şehre müthiş bir doğal güzellik verir.

Akrabaların evine vardık. Biraz oturup, akrabanın oğlunu alıp geziye çıktık. Akşam vakti yaklaşıyordu, elimizi hızlı tutmamız lazımdı. ilk önce kaleye gittik. Kale, şehrin ortasında olup denize sokulan dağı çepeçevre kuşatmıştı. Arabayla dağın tepesine çıkmış. Etrafı kale surlarıyla çevrilmiş dağın birçok yerinde yerleşim vardı. Otantik bir hayat izlenimi veriyordu. Denizle birbirini dudaktan öper gibi bir hal alan şehrin harika bir görüntüsü vardı dağdan. Aşağı indik, Kızıl Kale'nin yanına. Kızıl Kale'yi göstererek 'Bildiniz mi? Eski 250.000 liraların üzerinde buranın resmi vardı' dedim. Kalenin ilerisinde, Selçuklular'dan kalma meşhur tersane vardı. Ardından, arabalara binip Seyir Terası'na gittik. Seyir Terası, Toroslara sırtını verip, şehri ayaklar altına alıp, Akdeniz'e mağrur mağrur bakan, güzel tepenin adıdır. Akşam olmak üzereydi, hava hafiften soğuktu; döndük eve.

Yemekten sonra çaylar eşliğinde doyasıya sohbet ettik akrabalarla. 5.5 sene önce yaptığımız Alanya gezimizi yaşadıklarımızı yâd ettik. Teyze gibi samimi bulduğum akrabanın hanımına, 5.5 yıl önce kahve falıma baktığından bahsettim. O fal da, bana sevgilin olacak demişti. Ki o zaman 24 yaşındaydım, aşk aldığım kadın hiç olmamıştı. Sevgilin olacak deyişinden sonra, beş kadından aşk aldım; valla teyze senin hislerin güçlü dedim. Gülümsedi, 'Mustafa, senin için de büyük bir sevinç var' dedi. 'Valla gene bildin teyze' dedim, 'benim için can olan, canım olan, aşktan öte olan dostumla görüştüm, dünyalar benim oldu; ve onu amaçlayıp çıktığım gezi nerelere vardı' dedim. Gülüştük.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra, akrabayla vedalaşıp çıktık yola. Bu sefer istikamet Konya'ydı. Ama köy değildi, Konya merkezdi. Birkaç gün de Konya merkezde yaşayan akrabaları ziyaret edecektik.

Alanya-Manavgat arasındaki o nefis yolu kat edip, Manavgat'a varmadan Konya yoluna döndük. Yavaş yavaş Toros dağlarına çıktık. O, Toros dağları ki heybet, görkem ve yüceliği milyonlarca yıldır bağrında taşımaktaydı. Samimi ve insancıl bir iklim olan Akdeniz iklimini bıçak gibi kesmekte, 'Seni bozkır kuruluğuna mahkûm ettim Konya, yok sana' der gibi mağrur mağrur sırıtmaktaydı.

Bir buçuk saate yakın süren Toros dağlarını aşıp ovaya indik. Seydişehir ilçesine girmeden, Konya merkeze doğru yol aldık. Konya merkeze yaklaşırken ruhumu bir karamsarlık kapladı: 'Bok mu vardı Konya'nın çölünde, bir cennete benzeyen Ege ve Akdeniz'e gitme, ama Konya'nın çölünü yurt yap kendine' deyip, atalarımı mezardan çıkarıp çıkarıp Hacc'a gönderdim. Kerim abim bana kahkayla gülüyordu.

*

Annemgil altı kardeştir; dördü kız, ikisi erkek. Annem en küçükleridir. Üç teyzem de Konya merkez de yaşar. Konya'ya varınca, annemin en küçük ablası olan teyzeme gittik doğru. Teyzemin samimi ilgisi, komik talitleri ve maziye dair anılarıyla hoş vakitler geçirdik. O gün orada yattık. öğle sıraları kahvaltıyı yaptıkttan en büyük teyzeme gittik. Teyzem geçen yıl Hacc'a gidip gelmişti. Kerim abim, evine ilk defa geldiği için ona ikramlar sundu. Zemzemler, hurmalar, yüzükler... Yüzükler hoşuma gitti, parmaklarıma doldurdum. Akşam yemeği için teyzem ısrar etse de, Fatma Nur dostuma sözümüz vardı bizim. Ta, Antalya'dayken söz vermiştik. Akşam yemeğine davet etmişti bizi Fatma Nur. Onlara gittik...

Fatma Nur... 10 yılı dolduralı 5 ay falan oldu onla tanışalı. Tanışır tanışmaz da dost olduk. O, benim üniversiteden sınıf arkadaşımdı. Ezeli ve ebedi bir dostum oldu, yıllar geçtikçe, yıllandı ve kaliteleşti dostluğumuz. Fikirsel evrimim de ve kitaplara düşkünlüğüm de onun asla ve asla yadsınamaz bir payı vardır. Benle yaşıt sanmayın, benden 10 yaş büyüktür. İlk tanıştığımızda ben 19 yaşındayken, o 29 yaşındaydı. Ve o zaman 3 çocuğu vardı, 4'üncüyü okurken yaptı; beşinciyi sonradan...

Fatma Nur bizi, eşi ve eş çocuklarıyla birlikte sıcacık bir atmosferin içerisinde karşıladı. Nefis mi nefis yemekler hazırlamış bizim için. Doyasıya, tıka basa yedik. Eşiyle, kendisiyle, çocularıyla sohbetler ettik, gezimizi anlattık. Fatma Nur, Kerim abime çok teşekkür etti, 'Dostuma unutulmaz bir gezi yaptırdığınız için, tüm samimiyetimle teşekkür ederim' dedi. 

22.30 gibi ayrıldık Fatma Nur'gilden ayrılıp, annemin ikinci büyük ablası olan teyzeme geldik. Teyzem de yattık, kahvaltıdan sonra köye geldik. 

17 gün aradan sonra köydeydik.

*

Aslında, gezilerime dair bir yazı yazma planım yoktu. Arkadaşlarımın önerisiyle yazmaya başladım. İki yazı olacağını, ikisinin de bana göre çok uzun olacağını hiç tahmin etmezdim. İki yazımı da yazarken çok keyif aldım; umarım siz de okurken alırsınız.

-Mustafa Yıldırım - 27.02.2017

 
Toplam blog
: 480
: 715
Kayıt tarihi
: 03.11.12
 
 

Konyalıyım. Edebiyat okudum. Amatör yazar ve şairim. ..