Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '15

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Şeytan bu işin neresinde?

Şeytan bu işin neresinde?
 

Betonlaşarak şeytanlaşma.


Akşam evden çıkıp karşı sokaktan geçerek, hemen yakınımızdaki parka giriyorum. 

Eskiden misket, çivi oynadığımız, çamurlanmadan bir kez bile eve dönmediğimiz parkın yerleri artık yapay, yeşil renkli, ne idüğü belirsiz sanayi ürünü bir şeylerle kaplı.

Tamam, kaydıraktan kayarken eskisi gibi paslı bir yerlere sürtünüp de tetanos olma ihtimali yok, çünkü kaydıraklar artık tamamen plastikten. Salıncağın tahtasından fırlayıp bir yerine batabilecek bir çivi de yok, malum salıncak da plastik. Ayakkabılar da tertemiz. Neden mi?  Basılan yerler de, plastik, o yüzden...

Parkı geçip, Salacak'a doğru yürümeye devam ediyorum. Bizim o eski Salacak mahallesi, şimdilerde sosyetenin gözbebeği. Bir kaç milyon dolardan aşağı daire yok, niye mi? Hepsi Topkapı Sarayı ile Kız Kulesi manzaralı da ondan tabi.

Sarayın içindeki yaşama öykünenler olduğu kadar, dışından baksam da olur diyenler yüzünden 'manzara'; emlak fiyatlarını şişirdikçe şişiriyor. 

Karaparalar da, muhtemelen denize yakın olunca yıkaması da daha kolaydır diyerekten olsa gerek, buralarda aklanmaya çalışılıyor.

İnşaatlarda kat müsadesi her on yılda bir yenileniyor. Uzun vadeli bir planlama yerine böyle peyderpey kat artışına izin verilmesinin tek sebebi, yık-yap'larla ekonomiye belirli dönemlerde ivme kazandırılmaya çalışılması. 

Akü bitince, arabayı yokuş aşağı ittiriveriyorlar ve ''Tak vitesi ikiye hoooop çalıştı...'' gibi yapsa da, o boş akünün yarın öbür gün yine sorun çıkarmayacağının garantisi var mı? 

Hadi diyelim akü sorun çıkarmadı ya bir gün aşağı saldığın arabanın frenleri boşalır da, karşıdaki duvara toslarsa ne olacak? İşte onu düşünen yok.

Salacak'ta, dalgalar duvarları dövüp araçların geçtiği asfalt yola taşıyor. Bir an gözüm yerdeki bir su birikintisine takılıyor ve sanki oradan yansıyan bir çift göz de aynı anda bana bakıyor gibi geliyor...



Salacak'tan, Harem'e devam ediyorum. Selimiye Orduevi ile eski Haydarpaşa Lisesi'nin yanından yokuşu tırmanıp, Kadıköy merkeze doğru yönümü çeviriyorum. 

Starbucks, yükünü almış, her katı ağzına kadar dolu. Dükkanın önünde bir kazı çalışması yapılmış. Kimbilir kimler, hangi sebeple, ne zaman kazmışlar? 

Kazıdan çıkan topraklar dükkanın önünde ufak bir tepecik oluşturmuş. Tepeciğin  bir yanında, her şeye boş vermiş bir sokak köpeği miskin miskin uzanmış, kah uyukluyor kah kafasını kaldırıp çevreyi kesiyorken diğer tarafta ise başında annesi ile bir çocuk var. 

Çocuğun elinde plastik bir oyuncak, bir inşaat kepçesi.

Tümseğin bir yanında son derece ciddi o ufacıcık oyuncakla sanki yarım kalan işi bitirme görevi de kendisine verilmişcesine bir şeyler yapıyor. 

İçimden geliyor ve o anı fotoğraflıyorum, elimizden alınan, çamurlara bataçıka oyunlar oynadığımız çocuk bahçelerinin şimdilerde plastik legolara dönmüş halini de bir kez daha anımsayarak.



Sonra biraz daha yürüyüp eve dönüyorum. 

İnterneti açıyorum ve bir haber gözüme çarpıyor;

Çocuk parkına vinç düştü 2 ölü...



Küçükçekmece Sefaköy'de yapımı devam eden bir inşaatta 60 metrelik kule vinç devrildi. 

Olayda vinç operatörü ve bir kişi ölürken 2 kişi de yaralandı. 

Çocuk parkının içine düşen vinci gören parktakiler kaçarak kurtuldu.


Her ne kadar bizler hala direnmeye çalışıyor olsak da sanırım ancak ÇÖKÜŞÜN FARKINA VARANLAR KAÇARAK KURTULUYORLAR.
 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..